Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        The Irishman filminin açılış sahnesi bana Goodfellas filmindeki sinema tarihine geçmiş olan stedicam çekimini hatırlattı.

        Ray Liotta o filmde kız arkadaşını New York’taki meşhur Copacobana gece kulübüne götürdüğünde onları kulübün arka kapısından içeriye alırlar ve yönetmen onların arka kapıda girişten oturacakları masaya kadar yürüyüşlerini adım adım takip eden kamerayla bize bunu yaşatır. Bu stedicam çekimi müthiş bir teknik ustalıkla yapıldığından sinema tarihinde hak ettiği yeri aldı.

        *

        The Irishman de yine bir stedicam çekimi ile başlıyor. Ama bu defa gece kulübün arka koridorlarında değil bir yaşlılar evinin koridorunda yürüyoruz. Ta ki yaşlanmış Robert de Niro’nun yanına gelinceye kadar sürüyor çekim. Çekim ustalığının yanı sıra bu çekimle Scorsese artık yaşlılar dünyasındayız diyor direkt bize.

        Bu film kendi konusunu ustalıkla anlatmanın yanı sıra ayrıca Amerikan derin devletinin de yakın tarihini anlatıyor.

        Seyreden hemen herkes keyif alıyor filmden ama benim özelikle keyif aldığımı ve neredeyse büyülenerek izlediğimi söylemeliyim.

        Biliyorum iddialı bir laf ediyorum. Nedeni de şu: ben bir süre önce 1950’ler sonu ile 1970'lerin sonu arasında Amerikan derin devletinin yaptıklarına, gelişmesine, birbiri ardına gelen suikastlarına takmıştım.

        *

        O konuya girişime neden olan yazar James Ellroy’du. Daha sonra 'Yeraltının Amerika'sı üçlüsü' diye adlandırılan üç roman yazan Ellroy özellikle 1960’lı yıllarda serpilip gelişen mafya ile Amerikan devletinin ilişkilerini ve bu bağlamda Küba’daki Domuzlar Körfezi istila girişimi fiyaskosunu ve Kennedy suikastını anlatmış ve kurulmuş karanlık ilişkileri neredeyse belgelemiştir.

        American Tabloid, Cold Six Thousand ve Blood is a Rover adlı bu üç bağlantılı kitapta anlatılan hemen her şey The Irishman filminin arka planında yer alıyor. O tarihi ve kitapları iyi bildiğimden filmi de iki saat arayla iki defa üst üste seyretmek ihtiyacı duydum. İleride daha da izleyeceğim

        *

        Scorsese’nin yorumuna göre mafya Kennedy’nin seçilmesine yardımcı olduğundan o başkanlığa geldikten sonra adalet bakanlığına getirdiği kardeşi Robert Kennedy’nin mafyanın üstüne gitmeye başlamasını hiç affetmiyor ve Kennedy kardeşlerin öldürülmelerine de bu neden oluyor. (Bunların merkezinde yer alan ve hayatı hayli karanlık olan Baba Kenndey filmde sadece uzak bir çekimle gösteriliyor)

        Tabii bu da var ama ayrıca Kenndey’nin Küba’daki otellerine ve paralarına el konulan mafyanın öcünü Fidel Castro’dan almamasının yarattığı öfke de var. Bu arada Edgar Hoover’ın başında olduğu karanlık FBI ve CIA de mafyayı birçok iş için kullanıyor. Bütün bunlar roman gibi çekilmiş, filmin içine ustalıkla yedirilmiş daha sonra 1979- 81 yılları arasında mafya tipleri tek tek öldürülüyorlar filmde bunların ne zaman nerede ve nasıl öldürüldükleri de sanki belgeselmiş gibi de veriliyor.

        *

        Örneğin filmin bir yerinde gangster Mo Mo Giancana’dan bahsediliyor. Bu adamın döneminde kurmuş olduğu karanlık bağlantılar bugüne kadar esrarı tam çözülememiş olan Kennedy suikastlarının merkezindedir.

        *

        İnşallah Scorsese böylesine büyük bir yeni proje daha yapacaksa umarım bu Giancana’nın sevgilisi olan Judith Exner’in hayatının filmi olur.

        Judith Exner Giancana’nın metresi olduğu günlerde aynı zamanda Beyaz Saray’da JFK ile de birlikte oluyordu. Yani ondan öcünü almaya yeminli mafya lideriyle birlikteyken hem de JFK’nin sevgilisiydi. Ayrıca o çevrelerde devamlı dolaşan Frank Sinatra’yla da ilişkisi olduğu söyleniyordu.

        Anlayacağınız bu kadın hakkında film yapılacak, roman yazılacak kadar ilginç bir kadındı. Kendi hakkında yazmış olduğu bir kitap da bulunuyor.

        Diğer Yazılar