Vasatın diktatörlüğü
İlk başta dijital dönüşüm için geldiğim bu yerde, Washington Post maceralarından sonra bir de Washington muhabirliği başlayınca çok uzun kaldım.
Hayat beklediğim gibi giderse -ki gayet tabii ki bunun hiç bir zaman garantisi olmaz- yani olursa yakında dönmeye hazırlanıyorum.
Bundan sonra oğlumu ziyaret dışında Amerika’yı sadece belki dizilerde görürüm diye düşünüyorum.
Zihnen hazırlığa çoktan başladım.
Bazı hayat tarzı ayarlarını yapıyorum.
Şöyle ki…
Daha ileri yaşları görürsem diye yapmış olduğum bazı hazırlıklar vardı. Bunların çoğunun rafa kalkması gerekti.
Hemen her cümle kurabilen insanın sandığı gibi ben de içimde bir romancının yattığını düşünüyorum.
Alfabeyi sökmüşlerin kendilerinden şair çıkacağını sanması gibi bir yanılsama bu.
Ama aslında roman yazmaya yeteneğimin olmadığını deneyerek görmemden başka bir şey beni durduramayacaktı.
Roman yazmak için ciddi biçimde klasik roman okumak gerektiği inancım nedeniyle uzunca süredir yoğun okumaktaydım bile.
Şimdi Türkiye’ye döneceğimden hem roman yazmaktan hem de klasik romanları okumaktan vazgeçtim.
Çünkü hem roman yazma uğraşısı hem de klasik roman okumak insanı ister istemez vasatın dışında düşünmeye itebiliyor.
Vasatın dışına çıkmak Türkiye’de toplumdan dışlanma ve hiç bir şekilde başaramama tehlikesini beraberinde getirir.
Türkiye neredeyse planlı programlı biçimde vasatın hakim olduğu hatta diktatoryasını ilan ettiği bir ülke haline dönüştü.
Medya, eğitim, üniversiteler, siyaset, adalet, bilim dünyası hep vasatı tutturmayı başarı olarak görenlerin dünyaları olmuş durumda.
Türkiye bilgisiyle birikimiyle öne çıkmak isteyenlerini cezalandırmak ister gibi. Vasatın diktatoryası kendisine teslim olmayanları cezalandırıyor.
Geride bıraktığımız günün özetini veren herhangi bir haber programını izleyin yüzde 90’ı vasat hayatların bir özeti. Bu hayatlar hangi kesimden gelirse gelsin fark etmiyor durum böyle,
İstisnalar yok mu tabii ki var.
Ama bu insanlar da kendi gettolarının içine çekilmişler, vasata teslim olmasalar bile çaresiz kalmış durumdalar.
Çaresiz olan biteni seyredip endişeleniyorlar.
Ben uyumumu kolaylaştırsın diye sosyal medyadaki yorumları bile okumaya başladım. Bu yorumların çoğu vasatı tutturanların hatta bunun bile altına inebilenlerin işi olduğundan vasatın düşük düzeyli beyin yapısını anlamama yardımcı olur diye yapıyorum bunu.
Kendimi alıştırmak için daha önce bana bir intihar girişimi olarak gelen işi de yapmaya başladım.
Oğlanın son sınıfta olduğu lisedeki okul aile birliği toplantılarına da düzenli katılıyorum.
Bu tür toplantılarda kendi çocuklarının birer dahi olduğuna kendilerini inandırmış yarı veya tamamen delirmiş Çinli kadınlar, kendilerinin İngilizce olduğunu iddia ettikleri ama bence Uzay Yolu dizisinde gezegenin uzak bir yerlerinde konuşulması gereken bir lisan ile bir şeyler konusunda haykırıyorlar. Hepsi de kendi çocuğunun yakında Harvard’da okuyacağını düşünüyor. Harvard tüm New York eyaletinden sadece bir öğrenci alıyor sadece bizim okulda bunun olacağını düşünen 200 Çinli kadın var.
Okul aile birliği toplantılarına düzenli katılmak insan beynini aşağıya kesin çeker. Bu da benim vasatı tutturmamı kolaylaştıracak diye umuyorum.
TTYD ve TÜSİAD ’Turizmde dönüşüm senaryoları’ adlı bir rapor yazmışlar. Biliyorum belki inanmakta zorlanacaksınız ama bu yazı bu raporu okuduktan sonra aklıma geldi.
Çünkü deniliyor ki raporda "Gerekli dönüşüm olmazsa vasati rekabet düzeyi ile yavaş yavaş dünya turizmi trendinden kopabilir Türkiye" deniliyor.
Anlayacağınız vasat bir salgın hastalık gibi toplumun her alanına yayılıyor.
Bunu tutturan ise rahatlıyor, başardığını sanıp malak gibi yayılıyor.
Bu arada dünya, gelişmeler, ilerleme bizi teğet geçip gidiyor. Türkiye maalesef vasatın içinde debelenerek kaybediyor. Bir gün bir şekilde düzeltilmeye girişilse bile benim tahminim bunun 100 yıldan önce olması mümkün değil.
Ne yapayım, ben uyumumun tam olması için elimden gelen tüm çalışmaları yapıyorum, şimdi çıkmam lazım yine okul aile birliği toplantısı var bugün.