İki yazı beni ne hale getirdi
Cumartesi günü sanki bahardaymışız gibi güneşliydi hava New York’ta.
Türk gazetelerindeki makaleleri okumaya gelince çalışma programımdaki sıra, ben de bugünün havasının bende uyandırdığı ruha uygun yazıları okumaya kararlıydım.
Yani bana hayat sevinci mutluluk verebilen türde yazıları okuyacaktım sadece.
Doğrusu Ertuğrul Özkök’ün "Bu İzmir’in bir tek oğlanı yok mudur arkadaş" başlıklı yazısı içimi daha da açtı. “İzmir’in Kızları” müzikalini izlemiş abim ve bunun kendisini nasıl mutlu ettiğini İzmir anılarıyla harmanlayıp güzel anlatmış. Beni de bu yazı mutlu etti.
Ama sonra bu dünyada mutluluğu arayan hiç bir insanın katiyen yapmaması gereken bir hatayı da maalesef yaptım.
Özkök’ün yazısını okuduktan sonra Sedat Ergin’in yazısını da okumaya giriştim.
Bunun nedeni olarak siz isterseniz geçici çılgınlık geçirdiğimi söyleyin ben ise bunu bir gayriihtiyari intihar girişimi olarak nitelendiriyorum.
Bu dünyada insana bedbahtlık veren sıkıcı konuları arayıp bulmakta ve onlar hakkında günlerce yazmakta uzman Sedat Ergin’den başka bir yazar yoktur. Olamaz da çünkü başka hiçbir insanın onun hayat tarzına, bu arayışın getirmesi gereken korkunç ağırlığa dayanabilmesine imkan yok.
Üstelik okuduğum son yazısının başlığı da "Soçi anlaşması tartışmasında kim haklı kim haksız"dı. Yani yazının başlığı bile bangır bangır benim gibi insanlara “Benden uzak dur, sakın ha okuma” diye bağırıp duruyordu. Haydi başlıktan anlamadınız bunu yazıdaki Sedat Ergin imzasına bakınca bırakınız okumayı bu ülkeden bile anında kaçmanız gerekmekteydi. Ama dediğim gibi ya çılgınlık ya da intihar eğilimim nedeniyle ben okumaya giriştim.
Sonuna kadar da okudum ama yine de Soçi anlaşması tartışmasında kimin haklı olduğunu hala daha anlamış değilim. Bu benim kimin haklı olduğunu umursamamam ile alakalı olabilir. Böyle bir şey bana sorulduğunda ben eğer normal ruh halindeysem genelde makul insanların “Kim haklıysa haklı umrumda değil” diye anlattığı gibi cevap veriyorum. Ama kazayla biraz ciddiyetim varsa -ki bu Allah’tan fazla sık olmaz- yani Sedat hastalığına geçici tutulmuşsam uluslararası anlaşmalarda kimin haklı olduğunu düşünmenin felsefi bir anlamsızlık olduğunu, uluslararası ilişkilerde genellikle haklı olanın yenildiğini filan anlatıyorum. “Türkiye Ortadoğu’da hep haklı olduğunu filan söylüyor bakın sonuca” da diyorum ama sonra kendi sıkıcı konuşmamdan bıkıp ve Sedat Ergin’e dönüşme eğilimimden korkup susuyorum.
Kardeşim Sedat bu dünyada senin düşündüğün ve yazacağın hemen hemen hiç bir konu “İzmir’in Kızları” müzikalinden daha önemli değil. Bu gerçeği aslında boş zamanlarında gitarıyla takılan Sedat da biliyor ama kendisini maalesef tutamıyor işte.
Çünkü sadece sıkıcı yazılar yazmakta uzman değil o, aynı zamanda nerdeyse tamamen delirmiş durumda da.