Sıcak Bölge'den panik notları-45 (Veriye dayalı normalleşme)
New York eyaleti valisi, diğer eyalet valileriyle karşılaştırıldığında deha düzeyinde bir zekaya sahip olarak algılanabilir.
Gerçi diğer eyalet valilerinin zeka düzeyine bakılınca bu fazla bir şey ifade etmiyor olsa da şu anki algı böyle.
New York, çok kötü başladığı salgını valisi sayesinde kısa sürede kontrolü altına şimdilik almış gibi gözüküyor.
Özellikle güney eyaletleri ise salgına iyi başladılar ama hızlı normalleşme takıntıları nedeniyle bir dizi geri zekalı kararlar aldılar ve bunlar nedeniyle bir türlü toparlayamıyorlar kendilerini.
*
New York valisi iyidir güzeldir de her gün yaptığı basın toplantılarında insanı bazen ürkütecek şekilde konuşuyor…
Örneğin geçen gün "New York ne zaman normalleşecek" sorusuna şöyle bir cevap verdi:
"Biz New York'ta duygularımızla, arzularımızla hareket etmeyeceğiz. Tabii ki ben de herkes gibi bir an önce normalleşme istiyorum. Ama bunu siyasi açıdan veya duygularımızla kararlar vererek değil ama sadece bilimsel verilere dayalı kararlar alarak gerçekleştireceğiz."
*
Okuyanı, duyanı tatmin edici bilimsel bir yaklaşım gibi geliyor bu değil mi? Örneğin ardı ardına yaptığı içerikli programlar sonucunda kendisi de ülkenin önde gelen bilim insanları arasında yer almaya aday olan Fatih Altaylı bile valinin bu açıklamasına onay verebilir diye tahmin ediyorum.
Yani New York valisi sahadan gelen verilere baktıracak, normalleşme kararlarını bundan sonra alacakmış.
Vali bunu ‘data-driven normalisation' kavramıyla açıklıyor.
*
Bu iyi hoş da ama ya benim gibi veriler dünyası ile berbat deneyleri olan bir insan ne hissedecek bu laf sonunda, bunu hiç düşünen oldu mu?
*
Veriler iyidirler bazen hoş da olabilirler ama bana veri denildiğinde aklıma günümüzün teknolojileri geliyor.
Onlara hiç güvenmem ben, hatta hangi iş olursa olsun o işin içine veriler, yeni teknolojiler girdiği andan itibaren o işin muhakkak berbatlaşacağını da düşünürüm.
*
Bütün bu ruh halim ilk kez taşınacağımız gün, aylar sonra içinden çıkabileceğimiz anlaşılan evimize bir son teknoloji ürünü yazıcı girmesiyle başladı.
Bu yazıcı kablosuz bağlantılıydı. Benim alışık olduğum ve sevdiğim türde yazıcılarda bir belge yazdırılacaksa, bilgisayarı alıp yazıcının yanına gideceksin, bilgisayarı makineye bağlayacaksın, eğer işi hemen yapmazsa da makineye birkaç çakacaksın sonra ne yazdırıyorsan yazdıracaksın.
İnsan elinde olan ile yetinemediğinden illa da ilerleme adına bazı şeyler yapılacak. Ne yapalım modern yaşam böyle.
Yeni yazıcıya evin neresinden olursa olun yerinizden oynamadan belge gönderiyorsunuz. O da sizi banyoda keselemenin dışında birçok işi aynı anda yapabildiğinden renk ayarını, mürekkep ayarlarını kendiliğinden yapıyor ve belgeyi kendisine tek bir kroşe bile çaktırtmadan basıveriyor. Belgeyi çıkarırken neden caz çalmıyor diye bile sinirlendim ona ben bir defasında.
Eski makinede olduğu gibi buna da işi yapmadan önce bir iki tane çakıverseydim bana muhakkak küser ve duygusal havalar da atardı, çünkü akıllı olmasına rağmen, hayli de kırılgan yapısı var bunun.
*
İnternetten bakmadım ama bu kablosuz yazıcıların muhakkak ABD tarafından keşfedilmiş olması gerekiyor diye düşündüm.
Çünkü yerinden kalkmadan iş yapmalarına, tembelliğe yarayacak icatlar yapmaya geldi mi bunların üstüne yoktur.
Arkanıza yaslandığınızda tam yatar pozisyon aldıran ‘tembel oğlan’ (lazy boy) koltuklarını nasıl icat ettilerse kablosuz yazıcıyı da yatan koltuklarından kalkmadan belge yazdırabilmek için bunlar icat emişlerdir mutlaka.
*
Bu yazıcı birçok veriyle aynı anda boğuşma iddiasındaydı. Ancak arada alışık olmadığı bir veri olduğunda da kafası hemen karışabiliyordu. Örneğin ben bir defasında aynı belgeden üst üste üç kopya istediğim zaman ellerine cevapları yazılı bulunan ve bunların dışında soru sorulduğunda şaşırıveren Amerikalılar gibi makine de şaşırmıştı. Bir insan aynı belgeden neden üç adet ister acaba diye düşünür gibiydi. Meseleyi kendi içinde çözümleyebilmek için bir dizi anlamsız ve gereksiz iş yapmaya başlamıştı. İlk önce kendi mekanizması için ayarlamalar yaptı, sonra da mürekkep ayarlarına geçti. Onun bu anlamsız çabalarını ben sadece müstehzi biçimde gülümseyerek seyrediyordum.
Ancak sonunda ben kopyalarımı siyah beyaz istediğim halde ekranından hangi rengi tercih edeceğimi filan sorunca artık dayanamadım.
Ve bu gibi durumlarda her rasyonel Türk'ün yaptığını ben de yaptım. Makineyi fişten çektim ve sonra fişi tekrar takınca aynı hataları tekrardan yapmaya başlayınca fişini birkaç kez üst üste çektim. Makine galiba kendisini öldürmeye çalıştığımı sanmış olmalı ki sonunda korkuya dayanamadı ve intihar etti. Kendini bir daha hiç çalışamaz hale getirip sonsuza kadar durdu.
*
Şu sıralar evi topluyoruz. Evden taşınacağız ya, baktım evin içinde bu yazıcılardan tam üç adet leş var. Onları zevkle attık dışarıya. Şu anda çalışır halde olanı da taşınma gününe kadar öldürmeyi başaracağıma eminim.
*
Bütün bu mücadelem sonucunda bazı nedeni hala çözülememiş uçak kazalarının neden olduğunu bile keşfetmiş olduğuma inanıyorum.
Yeni teknolojiler sayesinde uçak neredeyse kendi kendini uçuruyor deniliyor ya, otomatik pilota geçtiği andan itibaren pilotların müdahalesine de izin vermiyor ya yeni uçaklar... İşte düşme nedenleri de burada yatıyor.
Uçakta o kadar veri aynı anda neredeyse akarak geldiğinden bilgisayarın aklı bir anda benim yazıcıda olduğu gibi karışıveriyor. Kafa karıştığı anda tedavi için yapılacak tek iş makinenin fişini çekip durdurup sonra onu yeniden çalıştırmak. Ancak uçak havadayken bunu yapmak hayli zor olacağından o tedavi edilemiyor ve birçok anlamsız işi üst üste yapmaya başlıyor ve kaza da o anda gerçekleşiyor.
*
Bunca anlamsız detay sonucunda asıl söylemek istediğim konuya sonunda gelebilirim artık. New York valisi de verilere dayalı normalleşme yapacağını söylemişti ya... Şimdi sahadan o kadar fazla veri gelecek ki, bunun analizini yapacak makinenin de bir aşamada kafası karışıverecek ve o da benim yazıcı gibi intihar edecek. Sonunda New York verilere dayandığı için bence hiçbir zaman tam normalleşemeyecek.