Sıcak Bölge'den panik notları-56 (Mutlu olduğum ender saniyeler)
Aynı hareketi her defasında farklı sonuçlar alınacağını bekleyerek tekrar tekrar yapmanın deliliğin tanımı olduğu söylenir.
Deliliğin bu tanımının Einstein’a ait olduğu uzun süre düşünülmüştü, açıkçası ben de öyle sanıyordum.
Çünkü güzel bir tanımdı "Bunu yapsa yapsa Einstein yapmıştır" demiştim
Ama galiba değilmiş tam kime ait olduğu da öğrenemedim tanımın.
Einstein delilik hakkında bunu söylemedi ama şunu söyledi: "Delilik şüphesiz aptallıktan iyidir. Delilik var olan bir zekanın yok oluşudur. Aptallık ise var olmayan bir zekanın var olmaya devam edişidir."
*
Deliliğin bu tanımı kime aitse, geçmişi ne ise önemli değil sonuçta güzel bir tanım.
Şu an da mecburen Long Island’da kirada oturmakta olduğumuz evin içinde bulunduğu sitede bu tanıma uyan bir deli var ben de onun hikayesini anlatacağım size. Oturduğumuz sitede aslında daha çok sayıda deli var ama ben sadece bu örneği dikkatimi sürekli çektiği için anlatacağım.
*
Önce biraz olayın geçtiği yerin mizansenini anlatmak zorundayım.
Yakında taşınacağımız bu ev bizleri kazıklayıp, çok kira almak için kendini ‘lüks konutlar’ olarak pazarlıyor.
Kaliteli bir okula yakın olduğundan mecburen oturduğumuz evi görseniz bu tanıma gülsek mi yoksa ağlasak mı diye düşünürsünüz.
Daha ilk taşındığımız gün çamaşır makinesini çalıştırınca bütün odanın içini su bastı.
Bir oturma alanı dışında sözde iki odası daha var ama odanın bir tanesi nedense sürekli sıfır veya altında dereceye sahip olabiliyor. Bunun sebebi meçhul. Bana göre o odada bir hayalet yaşıyor da ondan havası hep soğuk olmalı.
Sorunu çözmek için siteden tesisatçı geldi ama çözüm için yanında getirdiği izolasyon maddesini görünce biz panik içinde "Böyle kalsın bir şey sakın yapmayın" dedik. Çünkü o izolasyon yapılmış olsaydı bizler kesinlikle Auschwitz’deki gaz odalarında katliama uğrayan insanlar gibi hayata veda edecektik. Tamamen zararlı kimyasal maddelerden, yüzde yüz asbestten oluşan bir konut izolasyon çözümü olsa olsa bir tek Amerika’da olabilirdi zaten.
Lüks evimizin duvarları üst kattan sızan su ile nerdeyse aylık olarak yıkanıyor ve eşyalarımıza su basıyor.
Buraya köpeklerimiz yerine kedilerimizi getirmediğime hakikaten pişmanım çünkü kedilerimiz burada olsalardı en azından evimizde fare çıkamazdı.
*
Ev hakkında daha çok anlatacaklarım var ama canınızı daha fazla sıkmayayım. Sanırım durumumuzu anlamış olmalısınız.
Bu evin tek avantajı çekirdek ailemizi birbirimize daha da yakınlaştırması oldu.
Mecburen yakınlaştık çünkü devamlı mecburen burun buruna oturmak zorundayız.
Bundan ne karım ne de çocuğum pek mutlu değiller.
Karım benim zaten ortada pek bulunmamı istemiyor oğlum ise "Bir üniversiteme gitsem de kafamı dinlesem" havasında.
Ben ikisini de haklı bulsam da özellikle son üç ay içinde pek yaratıcı çözüm üretebilecek durumda değilim. Aklıma gelen tek yaratıcı çözüm intihar oluyor. Bunun da olumsuz yanları olumlu yanlarından daha fazla.
*
Evin penceresinin önünde küçük bir veranda var. Buradan sitenin kamusal küçük bahçesine çıkılıyor ve tam karşıda da spor salonu bulunuyor. O spor salonun içini beş yıldır hiç görmedim bunu övünerek söyleyebilirim.
Bu bahçe hayli sinir bozucu da olabiliyor çünkü sanki Birleşmiş Milletler çocuk kreşinin oyun alanı olarak işliyor burası.
Günün çeşitli saatlerinde Çin, Hindistan ve diğer ülkelerden çocuklar bu alana gelip bağırarak oyunlar oynuyorlar. Bir tek Türkler yok ortada!
Ben sürekli olarak manzara diye ya sevimsiz bazı çocuklara ya da zayıflayacağını sanarak spor salonuna gelen şişman insanlara bakmak zorundayım.
Bu manzaranın özellikle zaten var olan depresyonumu feci biçimde arttırdığına eminim ben.
*
Neyse ki spor salonu salgın nedeniyle valilik emriyle 2 aydır kapalı. En azından şişmanlar gelmiyor artık. Nedense çocukların sokağa çıkmamaları yolunda bir emir ne yazık ki yok.
Onlar bu alana gelip birbirlerinden uzak durup çeşitli dillerden anlamadığım şeyleri bağırarak tartışıyorlar. Çocukların bu kadar fazla tartışma konusuna sahip olmaları da ilginç bir şey.
*
Kapalı spor salonun kapısı hep gözümün önünde. Böyle bir şeyi istemesem de, buna talip olmasam da bu mecburen böyle.
Spor salonunun kapısına her akşamüstü aynı adam aynı spor kıyafetini giymiş olarak geliyor ve kapıda 'salon kapalıdır' diye yazan yazıyı okuyup uzunca bir süre düşünüp gidiyor.
Her gün aynı saatte bu tekrarlanıyor.
Einstein’e ait olduğu sanılan delilik tanımına tam uyan bir durum bu.
Adam bir geldiğinde o salonun nedense mucizevi bir şekilde açılmış olacağını düşüyor. Bunun için ortada hiç bir sebep olmasa da bunu düşünmeye mecbur çünkü o da normali özlemekten benim gibi delirmiş durumda. Veya Ertuğrul Özkök gibi o da görüntüsüne ve spora takıntılı olmalı.
*
O adamı her gün aynı saatte heyecanla bekliyorum.
Çünkü benden daha kötü durumda olan, daha delirmiş bir insanı öyle çaresiz görmek beni rahatlatıyor. Birkaç saniyeliğine de olsa işte sadece o anda mutlu oluyorum.