Ertuğrul Abi, unuttuğun bir hayvan daha vardı o gün
Ertuğrul Özkök hakkında yazmış olduğum eleştiri yazısı umduğum amacına ulaştı. Sevgili abim perşembe günü yayınlanan yazısında cevabını kendinden beklenen zariflikte ve estetik kaygıları öne çıkararak vermiş. Ben bu konuda bir diyalog açılmasını istiyordum böylece bu mümkün oldu.
Abim haklı. Yıllar önce ben Hürriyet gazetesi için Washington’da görevliyken o da yayın yönetmeniyken şehre gelmiş ve onu Washington’daki hayvanat bahçesine götürmüştüm. İkimiz de o gün o bahçede görmüş olduğumuz farklı yaşamlardan kendimize ve hayata yönelik düşünceler üretmiş ve bunları da konuşmuştuk.
*
Yazarlık aynı zamanda tek kişilik bir şov da olduğundan Ertuğrul Abi o gün bizleri daha çok ortaya çıktığı zaman bütün ilgileri üzerine çekebilen pandaya benzetmişti. Bu benzetme beni o gün keyiflendirmişti de çünkü ortaya çıktığımızda ilgileri üzerimize çekebiliyorsak ne mutlu bize diye düşünmüştüm.
Bugün kendisini benzettiği renkten renge dönüşen bukalemun hakkında o gün fazla konuşmamıştık.
Olabilir yıllar içinde kendisiyle ilgili görüşleri tabii ki değişebilir. Benim de kendimle ilgili görüşlerim değişti.
*
Ben bugün kendimi daha çok abimin o gün görmüş olduğumuzu unutmuş olabileceği toprak altında yaşayan bebek kunduzlara benzetiyorum.
O hayvanat parkı Smithsonian Enstitüsü'ne ait olduğundan her hayvanın yaşadığı doğal koşulları son derce bilimsel yöntemlerle hazırlıyorlardı.
Ben o gün toprak altı yaşamları inanılmaz güzellikte gösterilen bebek kunduzların yaşamlarına bayılmıştım.
Bir cam bölmenin ardındaki toprak altı kesitinde onlarca bebek kunduz dolaşıyordu. Birçok dehliz vardı. Bazı dehlizler toprağın yeryüzüne açılan bölümüne kadar çıkıyordu. Bunu bulabilen kunduzlar arada bir başlarını çıkarıp etrafa bakıyorlardı.
Abime o gün söylememiştim ama ben kunduzların yerin altındaki yaşamlarını biz yazarların yaşamlarına benzetmiştim.
*
Yazarların hemen hepsi kendisine ait kuralları olan ve göz önünden uzak olan dünyalarda debelenip dururlar. O yerin altındaki dehlizlerde bir o yana bir öteki yana gidip duran kunduzlar gibi yazarlar da kendi aralarında yaşarlar. Aslında yazılarını da daha çok başka yazarlar için yazsalar da, arkadan bıçaklamalar, kıskançlıklar ve anlamsız kavgalar durmadan kendi yer altı dünyalarımızda gözlerden uzak yaşanır durur. Aramızda iyi olabilenler kendimize yeryüzüne giden dehlizler de kazıp gerçek dünyaya kendimizi de gösteririz. Abimin dediği gibi ben bana verilmiş olan mizah yeteneği ile arada bir yeryüzüne çıkan dehlizimden başımı uzatıp gerçekliğe bakıyordum. Abim ise kendi yazarlık ustalığı ile kendi dehlizinden çıkıp duruyordu.
Abim ile benim gazete yazarlığımızın başlangıcı o günlerde aslında bir konjonktürün ürünüydü. Yeraltı dünyamızda ayrıca Fatih Altaylı Ayşe Arman, Yavuz Gökmen de aynı konjonktürün yazarları olarak vardı ve aslında o günlerde abimin en çok benzemekte olduğu hayvan aile reisi gibi davranan Orangutan Süleyman'dı. Bu yazarlar kadrosunu idare etmek onun işiydi aslında.
*
Ben o gün o yeraltı dünyalarına bakarken bir distopiyi de düşünmüştüm. O yeraltı yaşamlar dünyasını bizim Türkiye’deki yaşamımıza benzetmiş ve ya bizlerin açmış olduğu yeryüzüne çıkmamızı sağlayan o dehlizler bir gün kapanırsa diye de düşünmüştüm.
Bahsettiğim günler 1990’lı yılların sonuydu ve Türkiye o günlerden bu yana epey değişti ve bizlerin önündeki yeryüzüne çıkabildiğimiz dehlizleri sürekli kapamakta olan bir Türkiye oluştu. Abim acaba bunu kabul edecek mi acaba bilemiyorum ama bizler aslında yenilmiş durumdayız. Yeni koşullar bizi o kunduzlar gibi yeraltı dünyalarımızda debelenip durmaya zorluyor. Yeryüzüne çıkan yeni dehlizler açmaya çalıştığımızda sürekli onlar birileri tarafından kapanılıp duruyor. Bize var olun da gözlerden uzak kendi yeraltı dünyalarınızdan olun deniliyor gibi hissediyorum ben artık.
*
Aslında ben ve abim buna bir şekilde direnmeye çalışıyoruz. Ben arada bir mizah yazarak yeni bir yol açıp yeryüzüne tekrar çıkıp kendimi gösteriyorum.
Abim ise işte ona getirdiğim eleştiri de bu noktaya bağlıydı. O da çok iyi bir yazar olduğundan yeraltı dünyamızdan kendisine durmadan yeni dehlizler kazıp yeryüzüne çıkıyor ama çıktığı yer gerçek bir dünya değil. Bunca emekten sonra bunca çabadan sonra daima çıktığı yer kendi hayallerini yaşadığı yerde olabiliyor. Oysa o zaman zaman ortak gerçekliğimize çıkabilse belki daha çok yazarın yeraltında çıkabilecek tüneller kazmasına da yardımcı olabilecek diye düşünüyorum.
Dolayısıyla benim elbette yazarın hayallerini yazmasına itirazım olamaz ama Özkök gibi iyi bir yazarın sadece bununla yetinmemesi gerektiğini ve arada bir de olsa bizim kafayı çıkarmaya çalıştığımız dünyaya yakın dehlizlerde görünmesini diliyorum. Yeryüzüne açılan dehlizlerin sayılarını artırırsak bu ülke bence daha güzel olacak. Biz tabii ki kendi hapsedilmek istediğimiz yeraltı dünyalarımızda mutlu yaşayabiliriz de, eğer abim gibi yeryüzüne dehlizler açmaktan vazgeçmeyeceksek onun sadece kendi hayal dünyasına çıkan dehliz kazması için mücadele etmesini bir lüzumsuz enerji sarfı olarak görüyorum.