Bir Başkadır'ı izlerken
Bu ülkenin vatandaşı olup da bu diziyi izlememenin galiba imkanı yok.
Beğenen insan sayısı o kadar fazla ki her zaman otomatik olarak kitlelerin beğenisinin peşinden gitmeyen, hatta bunu izlememek için neden sayan insanlar üzerinde bile kesinlikle izlemeleri yolunda bir mahalle baskısı oluşabiliyor.
İyi de oluyor. Çünkü sonuna kadar gidildiğinde hem film sanatı hem de oyunculuk kalitesi açısından büyük bir doyuma ulaşıyorsunuz.
*
Daha ilk sahnede yürümekte olan kadının uzun çekimli sahnelerini izlerken bir sanat filmi ile karşı karşıya olduğumu anladım ve başlarda panikledim. Çünkü benim deneyimime göre sanat kaygısı yüksek olan filmler genelde sıkıcı olabiliyorlardı (Dizinin bazı sahnelerindeki çekimlerden Ingmar Bergman’ın filmlerini hatırladım). Neyse ki bu korkum bu dizide gerçekleşmedi çünkü yönetmen ustalığıyla sizin olaylar ile birlikte akıp gitmenizi sağlıyordu.
*
İzlemem ilerledikçe kamera çekimleri ve dizide kullanılan semboller üzerine fazla konsantre olmama ve bunlar hakkında almış olduğum notları kullanmama kararı aldım. Çünkü dizinin bir sanat olayı olarak önemi çok olmakla birlikte vermeye çalıştığı mesaj bence çok daha önemliydi ve buna konsantre olmamın daha doğru olacağına karar verdim.
*
Sadece dizi boyunca sıkça yapılan aynı temalı bir yakın çekim üzerine bir kısa not düşmek istiyorum. Yönetmen sıkça ana karakterlerin o anda giymekte olduğu ayakkabı detaylarını bize oldukça uzun süren yakın çekimlerde gösteriyordu. Muhafazakar kesimden kadınlar soket çoraplarıyla ucuz ayakkabı veya tokyolarıyla, seküler denilebilecek kesimdeki kadınlar da topuklu seksi ayakkabılarıyla gösteriliyordu. Bu tür çekimler dizi boyunca çok tekrarladığından benim dikkatimi çekti. Hatta bir sahnede yata binerken elindeki topuklu ayakkabılarını sallayarak ekranda bunları yüzümüze yaklaştıran seküler kadın adeta bu ayakkabı çekimlerine ve kendi sınıfsal farkına dikkatimizi çekmek ister gibiydi. Bu ayakkabı farklılığından sınıfsal bir farklılık çıkarmak ne kadar doğru olacak bilemiyorum (Çünkü hemen her sınıftan kadının evinin rahatlığı içinde soket çorapla ve rahat bir terlik ile oturduğunu varsayabiliriz herhalde). Ama bunun etkili bir sinematik anlatım yolu olduğu kesin.
*
Ben yıllar önce ‘Sopranos’ dizisini izlerken oyuncuların sanki rol yapmazmış gibi davranmalarına sanki evlerinden normal hayatlarını sette devam etmek için gelmişler gibi rahat olmalarına bayılmıştım. Bu kadar rol yapmıyormuş, adeta normal hayatın içindeymişler gibi davranmak usta oyunculuğun bir göstergesi olmalıydı.
‘Bir Başkadır’ dizisindeki her oyuncu Sopranos dizisinin oyunculuk kalitesi açısından yükselttiği çıtayı birkaç misli daha da yükseltiyor.
Bütün bu büyük oyuncular sanki ‘metot oyunculuğunun’ zirvesindeymişler gibi rol yapıyorlardı. Metot oyunculuğu aktörün canlandırdığı kişiliğin tüm hayatını özümsemesi, onun hayatını gerçekten yaşıyormuş gibi kendi ruh halini ayarlaması ve gerçek yaşamda canlandırılan kişinin verilebileceği tepki ve rutin davranışları aynen benimseyerek, bunları içselleştirerek ortaya koyduğu rol yapma metodu olarak anlatılabilir. Marlon Brando, Al Pacino, Robert de Niro ve Dustin Hoffman gibi büyük aktörlerin uyguladığı bilinen bu metot Rus aktör Konstantin Stavilinski tarafından ilk kez formüle edildiğinden Stavilinski Sistemi diye de adlandırılır..
*
Bu dizide aktörler, aktrisler sadece rol yapma yetenekleriyle, rol metotlarıyla değil empati yapma yetenekleriyle de büyüyorlar.
Zaten bu dizinin ana mesajını ben kendimizden farklı insanları gönülden güzel anlamanın önemi üzerine bir söylemmiş gibi algıladım.
Şimdi size tarihleriyle tek tek örneğini veremeyeceğim ama yazarlık yaşamımın önemli bölümünde bu kendiminkinden farklı hayat tarzlarını anlamak ve bunlara olumlu yaklaşmak üzere birçok yazı yazdığımı söyleyebilirim.
20 yıl önceki ‘Öteki Türkiye’ yazım ile başlayan bu serüvenim yıllar içinde beni hayat tarzı farklılıklarına başkalarını değerlendirme kriteri olarak önem vermeme konumuna taşımış durumda.
*
Aslında bu dizide de benim yıllardır hakkında yazmaya çalıştığım ‘Öteki Türkiye’deki hayatlar çok güzel anlatılıyor. Bu tür sahnelerdeki çekimler ve o çekimlere yüklenmiş duygular ve onlarla gelen diyaloglar da bir harika.
Ancak insanın kendinden farklı olanlarla yaptığı empati üzerine kurulu bu dizide benim aklımı kurcalamakta olan bir, yanlışlık demeyim ama, bir eksiklik var gibi geldi.
Dizide ağırlıklı olarak seküler bakışla Öteki Türkiye’nin nasıl yaşadığı, onun değerleri ve hayat tarzları anlaşılmaya çalışılmış ve ne anlaşıldıysa da bu da filme yansıtılmış.
Ancak dizide gösterilen muhafazakar yaşam biçimleri ve tavırları hayli idealize edilmiş görünüyor. Ülkede ahlaklı ve vicdanlı bir seküler olarak yaşamaya çalışmanın bizlere yüklediği suçluluk duygusunun da bunda bir rolü var mı bu bazı hayatların idealize edilerek gösterilmesinde, bunu şu anda bilemiyorum.
*
Türkiye’nin gelmiş olduğu noktada artık biliyoruz ki muhafazakar olan kesimler ne otomatikman fakirler ne de onlar muhafazakar olduklarından dolayı otomatikman daha iyi insan oluyorlar. Hepimiz insanız ve insan olmanın çelişkilerini, içimizde var olan iyi ile kötünün sürekli savaşını yansıtabiliyoruz hayatlarımıza. Dolayısıyla belki sinematik anlatım kolaylığı açısından kesin çizgilerle dizide ortaya konulmuş farklıklar galiba gerçek hayatta pek yoklar ve hepimiz ne siyah ne de beyaz alandayız, çoğumuz artık gri tonlarda çoktan buluştuk bile.
*
Film sanatı ve anlatımı açısından hayatın karmaşıklığını ve paylaştıklarımızı yansıtan sahneler çekmek yerine ayrımları net ortaya koyan yaklaşıma göre daha zor olabilir. Neyi nasıl anlatacağı tabii ki yönetmeninin tercihidir ve bu dizide yönetmen tercih ettiği anlatım biçiminde müthiş başarılı.
*
Sonunda dizi bittiğinde anlatım teknikleri, oyunculuğun kalitesi ile ve verilen mesajının içeriğiyle kendinizi son derece doyuma ulaşmış hissediyorsunuz.
*
Son not: Dindar kesim içindeki kadınların yaşadıkları hakkında sanırım yeterince bilinçlenmiş ve aydınlanmış durumdayız artık. En azından benim Öteki Türkiye yazısını yazdığım yıla göre bu konularda çok daha ilerde olduğumuza eminim.
Laik kesim diye adlandırabileceğimiz grup içinde emin olunuz ki kadınlar ve erkekler de hayli sorunlu ve bunalımlı hayatlar yaşayabiliyorlar. Seküler sanatçıların dindar kesim hakkındaki empatilerinin sanattaki sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Ben dindar kesimin laik kesimin insanına empatisiyle çekilebilecek sanat filmlerini merakla bekliyorum, tabii ki bu dizide de bunun olası sonuçları hakkında bazı ipuçları da vardı ama sadece bu konuya ayrılmış bir uzun dizinin yapılmasını da gerçekten istiyorum. Çünkü eğer hayatın daha güzelleşmesini istiyorsak bu sadece bir tarafın ötekine empati göstermesiyle olmaz karşısından o da biraz empati gördüğünü hissetmeli.