Erdoğan yeniden yapılacak dünya sistemi içinde Türkiye'nin yerini almaya çalışıyor
Kapitalist dünya sisteminin işleyişinde salgın öncesinde de sorunlar yaşanıyordu. Hem sistemin kendi içindeki yapısal sorunlar hem de Çin’in eski yapılara karşı yeni yapıları kurmaya yönelik çabalarının etkileri nedeniyle dünya sisteminin düzgün işlemesi için bir yeniden düzenleme, oyuna yeni kuraların getirilmesi gerekmeye başlamıştı.
Zaten sorunları olan dünya sistemi bir de salgının etkisiyle iyice zorlu işleyiş sorunlarına sahip olmaya başladı.
DÜNYA SİSTEMİNİN YENİDEN DÜZENLENMESİ
2021 yılı içinde salgın sonrası normalleşme içine girilecek ve sadece yılın değil belki de yüzyılın olayı olacak büyük bir yeniden düzenlenme yaşanacak. Dünya sisteminin işleyiş kuralları yeniden yazılacak ve dünya sistemi post salgın yeni dönemde nasıl işleyeceğini düzenleyecek. Bu düzenleme sürecinde hem sistemin merkezinde yer alan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya kendi ülkelerinde yeni işleyiş kurallarını koyacaklar, hem de kendilerinin çevre ülkeler ile ilişkilerini yeniden düşünecekler.
Türkiye, dünya (kapitalist) sisteminde uzun süre çevre ülke konumunda kaldı. Çevre ülkeler hem kendi iç ekonomik işleyişleri açısından hem de dış ticaretlerinde merkez ülkelerin güdümündelerdir. Açıkça söylemek gerekirse bu süreçte çevre ülke ancak merkez ülkelerin uygun gördüğü kadar gelişebilir veya kalkınabilir.
AK PARTİ'NİN BAŞTA YAPTIĞI
AK Parti iktidarının ilk yılları işte bu yüzden dünya sistemleri analistleri ve emperyalizm teorisyenleri açısından önemli bir çalışma alanıdır. Çünkü bu ilk yıllarda AK Parti dünya konjonktürünü de göz önüne alıp akılcı politikalar ile çevre konumundan çıkıp yarı çevre ülke konumuna geçmek için adımlar atmaya başlamıştı. Immanuel Wallerstein’in kurgulamış olduğu dünya sistemi analizinde yarı çevre ülkeler çevre ülkelerin aksine merkez ülkelere tamamen bağımlı değillerdir. Merkezden bağımsız ekonomik kararlar alma alanları vardır ve bir yarı-çevre ülke olarak kendilerine bağımlı kılabildikleri çevre ülkeler bile olur. Bir ülkenin Türkiye’nin bir dönemde olduğu gibi yarı çevre konumuna gelmesi onun eğer doğru kararlar alırsa bir süre sonra kendisinin de merkez ülke olmasının yolunu açabildiği gibi o anda kendisine bağlı olan çevre ülkeler kurduğu ile hakimiyet ilişkilerini de güçlendirmesine neden olur. Türkiye bir süre önce bu sürece girmiş gibiydi.
ERDOĞAN, WALLERSTEN'İ OKUMUŞ OLABİLİR Mİ?
Immanuel Wallerstein ‘Modern Dünya Sistemi’ ve ‘Dünya Sistemleri Analizi’ adlı çalışmalarında bir bütün olarak var olan ve tüm parçaları birbirine bağımlı olan dünya sisteminin çalışma koşullarını incelemiş ve sistemi anlamak açısından teorik bir yapı kurmuştur.
Dünya ekonomisinin işleyiş kurallarını inceleme iddiası bulunan Emperyalizm teorisinin tıkandığı noktaları da çalışmasıyla aşmayı amaçlamış olan Wallerstein’in sitemi uzun yıllardır dünyanın işleyişini düşünmeye çalışanların başvurduğu çalışma olmak konumunu sürdürüyor.
Dünya ekonomisinde bir kriz olmadığı ve sistemdeki tüm ülkeler kendilerine çevre yarı çevre veya merkez olarak düşen görevleri yerine getirdiklerinde sistem düzgün çalışır. Ancak bir kriz olduğunda veya özellikle çevre konumundaki bir ülke yarı çevre olmaya giriştiğinde veya yarı çevre ülke merkez olmaya çalıştığında sistemin işleyişinde aksamalar yaşanabilir. Yakın geçmişte çevre konumundan yarı çevre olmaya girişimi olan Türkiye dünya sisteminde bu tür bir aksama yaratmıştır.
YAPICI YIKICILIK
Krizler ve sistemin işleyişinde ülkelerin konum değiştirmesinden kaynaklanan bu aksamalar olduğunda kapitalizmin yapıcı yıkıcılığı devreye girer. Ekonomik dalgalar teorisinin kuramcısı Schumpeter’in ‘Kapitalizm, Demokrasi ve Sosyalizm’ kitabında analiz ettiği ‘yapıcı yıkım’ süreçlerinde krize girmiş ekonomiler yeni düzenlemelere girerek hem tıkanmış yapılarını açacak yeni yapıları oluşturur hem de yasa ve siyasi sistem gibi üst yapılarını da bu yeni ekonomik duruma uygun hale getirirler. Türkiye'nin bugünkü arayışı da budur.
Bu tür teorik yazıların yazılmasını bir köşe yazısı için abartılı veya gereksiz görebilecekler şunu bilsinler ki önümüzdeki günler dünya sistemin işleyiş koşullarının yeni kurallarının ve sistem içi ülkeler arası ilişkilerin yeniden kurulacağı bir dönem olacak. Karmaşık, alt üst oluşların, ülkelerin konumunun yeniden tanımlandığı zorlu bir döneme girilecek ve bu süreçte olan biteni tam anlayabilmemiz ancak teorik altyapımızın güçlü olmasıyla mümkün.
Anlayacağınız yeni bir dünya kurulacak ve bu dünya içinde Türkiye yerini alacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Wallerstein’in çalışmalarını analiz ettiğini ve buna istekli olsaydı bile buna vakti olabileceğini sanmıyorum. Ama pragmatik önsezileri güçlü olan her politikacı gibi Erdoğan da dünyanın gidişatını gerektiğinde iyi görebiliyor ve büyük ihtimalle siyasi içgüdüsüyle Türkiye’nin dünyadaki yeninin ne olabileceğini ve potansiyelinin ne olacağını iyi hesaplıyor.
Geçenlerde AK Parti'nin il kongrelerine video bağlantısı ile uzaktan katılan Erdoğan "Reformlarda yeni bir dönemi başlatıyoruz. salgın sonrasında şekillenecek yeni dünyada kendimize iyi bir yer edinmekte kararlıyız" dedi.
Sadece bu alıntı bile Erdoğan’ın okumamış olsa bile Wallerstein’in teorik yapısını kendiliğinden kavramış olduğunu görebiliriz.
Dünya sisteminin işleyiş kuralları yeniden kurulurken her ülkeye sistem içinde yeni roller verilecek. Merkez ülkeler dışındakiler ya yarı çevre ya çevre ülke olarak sistemin yeni işleyişi içindeki yerlerini alacaklar.
TÜRKİYE'NİN YERİ NE OLACAK SORUSU
Dünya sisteminin merkez ülkeleri kendilerine bağımlılığının sürmesi için Türkiye’ye yine çevre konumunu uygun görecekler ve siyasi manevralarla, ekonomik girişimleriyle (bunlara yaptırımlar da dahil) bu konumu ülkemize empoze edecekler. Oysa Türkiye’nin geleceği çevre ülke konumundan kurtulmasına ve orta vadede yarı çevre statüsüne girmesiyle bağlantılıdır.
Türkiye’nin bir çevre ülke değil yarı çevre konumda olmak için potansiyeli vardır. Erdoğan da bunu görüyor ancak bu potansiyeli gerçekleştirebilmek için şu anda dünya sistemi içinde hak ettiğimiz konum olan yarı çevre konumuna oturabilmek ve ilerde merkez konumu için oynamak için şu anda mutlaka yapmak zorunda olduğumuz işler var.
Dünya sisteminin yeni işleyişinde bir ülkenin çevre konumundan çıkabilip merkez olma potansiyelli bir yarı çevre konumuna girebilmesi için bugün Erdoğan’ın vurguladığı reform ve atılımları yapmak zorunluluğu var.
İNSANİ İRADEDEN BAĞIMSIZ BUNLARA MECBURUZ
Yani adalette özgürlükçü adımları da içeren reform ve atılımlar sadece Erdoğan’ın iradesine bağlı olarak gündemimize giren gelişmeler değil. Bugün bunu siyasi tartışmalar açısından anlamak çok önemli, bütün bu gündeme getirilen gelişmeler Türkiye’nin dünya sistemi içinde hak ettiği konumu alabilmesi için gereken koşulların zorladığı değişimler.
Muhalif çevreler bu dünya sistemi analizini yapmadıklarından bahsedilen reform ve atılımları Erdoğan’ın yapmasının imkansız olacağından bahsediyorlar. Ancak onların göremedikleri ise şu: özgürlükçü yorumlar ve gereken diğer reformlar sadece Erdoğan’ın arzusuna bağlı olan şeyler değil bütün bunlar yeni işleyiş kuralları yazılmakta olan dünya sistemi içindeki hak ettiği konumu alacaksa Türkiye’nin mutlaka yapmak zorunda olduğu değişimler.
SERMAYENİN YENİDEN YAPILANMASI
Türkiye’nin sermaye yapısı bir süredir yeniden yapılanıyor, her kriz sürecinde olduğu gibi bir tarafta ekonomideki yıkım sürerken bu yıkımın da yol açtığı yeni yaratıcı gelişmelerin de olasılığı ortaya çıkıyor. Bu tür süreçler daima diyalektiğin kuralları çerçevesinde işlerler, yıkım ile yenilenen yapılanma daima birlikte gider.
Özetle Erdoğan’ın siyasi önseziyle çok da iyi görmüş olduğunu tahmin ettiğim gibi eğer dünyanın bu yeni dönemine girilirken Türkiye elindeki kartları iyi oynarsa ve gereken reform ve atlımlar ile birlikte dünya sistemi içinde hak ettiği yerini alabilirse ve ayrıca başta Amerika ve Avrupa olmak üzere sistemin merkez ülkeleri de Türkiye’de işler düzgün gitmezse bunun sistemin bütünü üzerindeki yıkıcı etkisini iyi görür de bunu engellemek için bizimle çalışmaya mecburen girişirlerse Türkiye içinde bulunduğu ekonomik durumdan çıkışını başlatabilecek demektir.