Yandaş/muhalif ikilemi bizi içimizden yıkıyor
Ne görmek isterdim biliyor musunuz; bir kerecik de olsa katıldığı programda kendisine yöneltilen soruya hemen kesin cevap vermeyen, yandaş/muhalif ikilemi dışında olduğu için anında tavırlar alamayan ve vereceği cevabı gözümüzün önünde yüksek sesle düşünüp tutarlı bir cevap oluşturmaya çalışabilen bir düşünür olabilseydi keşke.
Ancak gördüğüm kadarıyla bizde insanlar yandaş/muhalif ikileminin mutlaka bir tarafında yer almak zorunda olduklarından cevapları da hep ait oldukları tarafın beklediği gibi daha önce defalarca ifade edilmiş türde cevaplardan oluşuyor.
GERÇEKTEN DÜŞÜNMEYE ENGEL BİR İKİLEM BU
Duyduğu soruya o anda açıkça cevap oluşturmaya çalışmak, bir problemi eksileriyle artılarıyla düşünmeye çalışmak ve cevabı bütün bu çok katmanlı düşünme süreci sonunda oluşturmak neredeyse ayıpmış gibi davranılıyor. Herkes aldığı tavırdan emin ve tavrını gerekirse sert biçimde savunmaya da hazırlıklı.
Gayet tabii ki bu tavır da karşıdakini, o yandaş/muhalif ikileminin hangi tarafında yer alıyorsa, ona uygun tepkisel tavizsiz tavırlar almaya da itiyor.
Sonunda arada hiçbir diyalog oluşturulamadan karşıtlıklardaki tavırları kendileri için yeniden teyit edilmiş olarak tartışmalar bitiyor.
Oysa ihtiyacımız olan karşıtlıkların dışına çıkılarak yeni ortak yaklaşımları bulmak.
KAMUSAL SÖYLEM ENTELEKTÜELLERİ
Batı demokrasilerinde 'public entellectual' diye adlandırılan kamusal problemler ile ilgili soruları ve sorunları yüksek sesle düşünmekten çekinmeyen ve cevapları kamuoyunun gözü önünde aramaktan korkmayan, aklına ve bilgisine güvenen entelektüeller var. Yanlış olmaktan korkmayan ve yanlışını açıkça düzeltmeyi de bilen bu düşünürler toplumlarda doğruları bulabilmek açısından en güvenilir kaynakları oluşturabiliyorlar.
Bizde kamusal söylem entelektüeli galiba ne yazık ki fazla yok. Eğer varsalar dahi gördüğüm kadarıyla tartışma programlarına konuşmacı olarak pek çıkmıyor olmalılar.
Bizde tartışmalarda kural yandaş/muhalif ikileminin mutlaka bir tarafında yer almak ve o konumun gerektirdiği düşünceleri ‘Tavizsiz’ ifade etmekmiş gibi görünüyor.
TAVİZSİZ OLMAK ASLINDA ŞU OLMALI
‘Tavizsiz’ olmayı kamusal söylem entelektüelleri uyguladıkları düşünme yöntemine dair bir sorun olarak görürler yani her soru ve sorunun hakkında düşünceli ve çok boyutlu analizi adım adım üretmek ve sonuca varmadan önce konuyla ilgili tüm boyutları düşünmekten taviz vermemek olarak anlarlar tavizsiz olmayı onlar.
Bizde ise tavizsiz olmak varacağı sonuç hakkında önceden almış olduğu yandaş/muhalif ikilemindeki yeri nedeniyle tavrından taviz vermemek olarak algılanıyor ve sonuçta kimse birbirini gerçekten anlamaya çalışmadan konuşuyor ve gerçek diyalog hiç bir zaman oluşamıyor.
BİR ARABULUCU DÜŞÜNÜRE İHTİYAÇ VAR
Bizde toplumsal söylemlerin önemli bölümü tartışma programları tarafından şekillendiriliyor. Bu yüzden yandaş/muhalif ikileminden çıkabilmiş tartışmalara ve görüş oluşturmalara acilen ihtiyaç var. Yüksek sesle düşünmenin adımlarını atabilen ve attığı adımlarda yanlış yapma riskini de alabilen ve yanlış yaptığında bunu yine yüksek sesle düzeltebilen kamusal söylem entelektüellerine bir düşünür arabulucu olarak ihtiyaç var.
BİR GELENEK
Kamusal söylem entelektüeli (Public intelectual) geleneği batı dünyasının düşünce yaşamında oldukça güçlüdür. Susan Sontag, Christopher Hİtchens, Leon Wieseltier, Noam Chomsky, Lionel Trilling, Edmund Wilson, Mary McCarthy gibi düşünürler katıldıkları hemen her tartışmada konu ne olursa olsun meseleleri beyinlerinde evire çevire tüm boyutları ile ele alıp olumlu olumsuz tarafları ile düşünmeden sonuçlara varmamış ve bu yönleriyle toplumun düşünce yapısını çok zenginleştirmişlerdir.
Bence muhalif/yandaş ikilemi toplumu içten içe kemirip temellerini zayıflatıyor. Bu yüzden bu gidişata müdahale edebilecek donanımlı düşünürlere bir düşünce arabulucusu olarak ihtiyaç var. Türkiye kendi kamusal entelektüellerini bir an önce yaratmak zorunda.
FELSEFİ DÜŞÜNMEKTEN KORKMAMAK GEREKİYOR
Kamusal söylem entelektüelleri felsefeci olmasalar dahi sorunlar hakkında düşünürken felsefi düşünmekten korkmamalılar.
Bu korkusuz tavra örnek olarak ben daima Monty Python’s Flying Circus komedi skeçlerini (Netflix’de örneği var) düşünürüm.
Kamusal problemlere yönelik anarşik tavırları bulunan bu komedi grubunun skeçleri arasında Jean-Paul Sartre ve Karl Marx’ın da oyuncu olarak katıldığı bir oyun programına dair bir skeç ve ayrıca Yunan ve Alman filozofların oyuncu oldukları bir futbol maçı skeci de vardı. Komedi grubu felsefeyi söylemlerde kullanmaktan nasıl korkmuyorsa kamusal söylem düşünürleri de felsefeyi kullanmaktan korkmamalılar.
Kamusal söylem entelektüelleri ayrıca genelleme yapmaktan da korkmamalılar çünkü bazı sorulara cevaplar ancak iyi genellemeler yaparak bulunabilir. William Barrett, New York entelektüelleri hakkındaki en iyi kitap olarak kabul edilen ‘The Trauants' adlı hatıratında kendisine "Sizin uzmanlığınız hangi daldadır" diye sorulan Daniel Bell’in "Uzmanlığım genellemeler yapmaktır" diye cevap verdiğini yazmıştır.
İçimizden çıkaracağımızı umduğum kamusal söylem entelektüelleri kendilerini merkezi kültürel tavırlar almaya ve insan aklının yaşamına adamış olmaları da gerekiyor. Çükü bu tavırlar entelektüel olmanın da birer önkoşulu gibiler.