Kitap okuyan insan bu meydanda dolaşır mı?
Yeni yıl yaklaşıyor diye kendimizi dolduruşa getirip, 2021 de eskimeye başladığında büyük ihtimalle yersiz çıkacak umutlanmalarımız, beklentilerimiz daha bugünden bile gerçeğin bizi çağırmasına fazla direnememeye başladı.
Yıl dönümü günlerinde ben genelde yazı için düşünmeye çalıştığım sorunlu dış politika ve ekonomi konularından hep uzak durmaya çalışırım.
Bu yeni yıl heyecanımı biraz daha uzatmak için belki de lüzumsuz bir gayretimdir, hani bayram günlerinin bitmesini istemeyen çocukların bir gün daha sanki bayrammış gibi şımarık davranmasına benzer bu veya yılbaşı eğlencelerinden sonra ertesi sabah evin sessizliğinin getirdiği hayatın acı gerçeğini da kabul etmemeye de benzer hayaller kurmak çabası da vardır bunda
*
Yeni yıl için umutlu olabiliriz, insanız umutsuz yaşamak pek mümkün değil ama gerçeklerden de kopamayız. Umudumuz olsun ama dış politikada ve ekonomide sorunlar yığılmış ve bunlar hakkında düşünmeye çalışanı bile yükünün altında ezebiliyor.
Yeni yılda da bu sorunları düşünmeye ve bunlarla boğuşmaya maalesef devam edeceğim ama dediğim gibi yıl değişimi günleri benim için biraz çocuksu şımarma günleridir .
Birkaç gün daha şımarık davranıp sorunlu konuları biraz ötelemeye çalışacağım. Gerçeklikten istesem de kopamam birkaç gün içinde ne yazık ki yeni aslıma döneceğim ama bugün ‘Fantezi’ olarak damgalanması gereken bir konu üzerine yazacağım. Şımarıklığı yakında geçecek yaşlı bir çocuğun yazarlık fantezisi bu sadece...
*
'Kitap okuyan bu meydanda dolaşır mı' başlığındaki meydan New York’taki Times Square Meydanı.
Benim yaşımdaki insanların eğer gençliklerinde volta atmak imkanı buldularsa bizleri oluşturan karakterimizi oluşturmuş olan meydan burasıdır.
New Yorklu yazar Fran Leibowitz benden 5 yaş daha büyük ama anladığım kadarıyla da 18-19 yaşlarında benim gibi bu meydanda hayli vakit geçirmiş. Genç kızken başına bir şey gelmeden bunu nasıl başardı bunu anlamak pek kolay olmasa da gerçek bu
Ve gördüklerinden yaşadıklarından o da çok etkilenmiş.
*
Şimdi bu da nereden çıktı ne alaka diyeceksiniz biliyorum. Dedim ya yılın bu ilk gününde şımarma günümdeyim ama tek neden de bu değil.
Yönetmen Martin Scorcese ‘Pretend it is a City’ adını verdiği, yazar Fran Leibowitz’in New York'u anlattıkları üzerine kurduğu bir dokümanter dizisi çekmiş ve dizi Netflix’de 8 Ocak'ta yayınlanacakmış. Yani bu tür yazıyı yazıp yazarlık şımarıklığı bile yaparken size faydalanabileceğiniz bir haber de veriyorum.
*
1970’li yıllarda Times Square bir korku filmi sahnesi gibiydi. Meydanı bugün görenler bunu anlayamaz çükü daha sonraki ‘temizleme operasyonundan’ sonra meydanı o güne kadar elinde tutan fahişeler, pezevenkler, esrar satıcıları, katiller, esrarkeşler alkolikler temizlendi ve bunların yerine hayatın tam tersini sembolize eden Disney şirketi getirildi. Sosyologların ‘Times Meydanının Disneyleşmesi’ diye adlandırdıkları süreç yaşandı. O güne kadar pislik içinde olan, burada pislik derken sadece sokaktaki kiri kastetmiyorum insanın da pisliği de buradaydı. Örneğin ben o günlerde uyuyor diye yerde uzandığını sandığım adamların öldürülmüş ve orada bırakıldığını görmüştüm. Meydandaki sinema salonlarında esrar ve sigara dumanından perdeyi görmek bile mümkün değildi. Zaten kimse sinemaya film seyretmek için girmiyordu. O sinemalar o anda seçilmiş partnerlerle kamusal alanda yapılan spontane eşcinsel seksin mekanlarıydı. Sadece sinemaların içi değil sokakları da bir alemdi meydanın.
Döneme ait fotoğraflar sokaklarda gerçekte olup biteni tam anlatamaz size. Biraz havayı anlamak, o günlerde meydanın nasıl göründüğün biraz hissedebilmek isterseniz 1970’in meydanında geçen ‘The Deuce’ dizisinde arka planda görülen Times Square manzaralarına bir bakmanız yeterli olabilir. Arka plan diyorum ama o dizide meydan aslında başroldeydi.
*
Bugün yazarlık şımarıklığı yapıyor olsam da gençlik anılarımla sizi sıkacak değilim ama yakında gösterime girecek Scorcese ustanın dokümanterinin bir parçasını görünce.
Dokümanterde gençliğimin Times Square meydanı hakkında birçok laf edildiğini ve ayrıca sadece gençliğimde değil bugünkü New York’ta da hayatımın içinde çok önemli yeri olan The Strand kitap dükkanının bulunduğunu gördüm.
Hayatımın iki önemli mekanı Scorcese gibi bir insanın dokümanterinde karşıma çıkınca kendimi tutamadım ve şımarmaya karar verdim ve bu yazıya oturdum.
*
Anladığım kadarıyla Fran Leibowitz de benim gibi Times Square’nin 1970’lerdeki halinden çok etkilenmiş olmalı. Çünkü o günleri hatırlıyor olmasaydı Times Square’den kilometrelerce uzakta bulunan The Strand kitap dükkanının meydanda da bir satış köşkü açmasına tepki göstermezdi.
Asıl dükkanı Union Square’de bulunan The Strand’in 43’üncü Cadde ve Broadway’in kesiştiği köşede bir kitap satış köşkü açtığını görünce yazar Leibowitz "İnsanlar burada kitap satın alıyor mu? Kitabı bu meydana getirmek makul mü? Bu, kitap kavramına yapılmış bir haksızlık değil mi" diye soruyor dokümanterde.
Galiba o da benim gibi bu meydanda okumak için satılan tek şeyin porno dergiler olduğu günlerin etkisinden kurtaramamış olmalı kendisini.
Halbuki meydan adını New York Times gazete binasından almıştır yani okumayı sevenlerin meydanı olarak kurulmuştu başlarda daha sonra toplum dışı unsurlar ele geçirdi meydanı ve bir ara çok fantastik ve ilginç bir hale de dönüştü.
Şimdi Disneyleşti meydan, toplum dışı unsurlar yerine aileler dolaşıyor sokaklarında dolayısıyla kitap satışı tezgahı da yakışıyor artık buraya bence.