Dünyanın o iki Türk'e asıl şimdi ihtiyacı var
Bir süre önce ABD dış politikası ve Türkiye ile ilişkileri gibi alanlara zorunlu olarak kaydığımdan ara vermiş olduğum caz üzerine okumalar sürecimi tekrardan başlatmış durumdayım.
Caz üzerine okumalarıma daha önce başladığımda da ilgimi çekmiş olan noktaya şu aralar yine konsantreyim.
CAZ ÖLDÜ MÜ?
Caz üzerine yazan birikimli yazarların sıkça sorduğu soru ‘Caz artık öldü mü?' Üzerinde hala daha tartışılıyor. Cazın bu varsayılan ölüm tarihi olarak da herkes kendi tercihine göre gün verebiliyor.
Bazılarına göre caz 24 Mayıs 1974'te Duke Ellington’un hayattan ayrıldığı gün öldü. Bazıları da bu ölüm tarihi olarak Miles Davis’in hayattan ayrıldığı 28 Eylül 1991’i veriyor.
Eğer ben de cazın ölmüş olduğunu kabul etmiş olsaydım onun ölüm tarihi olarak 1967 yılının Temmuz ayını yani John Coltrane’in hayattan ayrıldığı günü verirdim.
Yani cazın standartlarını koyan ve klasiklerini yaratmış ustalardan hangisini tercih ediyorsanız onun artık olmadığı gün sizin için cazın öldüğü tarih olabilir.
Bu kadar seveni olduğu halde klasikleri hala daha çok dinlenmesine rağmen ve klasiklerin yeni yorumlarıyla verilen konserler hala daha çok dolmasına rağmen cazın ölümü tartışmalarının neden hiç bitmediğini anlamamız lazım.
Farklı ölüm tarihlerini verdiğim ustaların adlarını bir hatırlamak ve bunlara benzeyen diğerlerini de, örneğin Art Davis, Keith Jarrett’i bir düşünmek bile klasiklerini yaratmış ve standartlarını bunlar tarafından koymuş cazın artık bunları aşabilecek yeni gelişmeler yapabilmesine imkan kalmadığını ve bu nedenle cazın ölmüş oluğunu düşünmemize yol açabilir.
İLERLEME CAZIN TABİATINDA VAR
Oysa caz ilerleme olmazsa gerçekten ölmüş sayabileceğiniz bir müzik türüdür. Caz sanatçısı doğaçlama (improvize) çalarken bu eski bir parça olsa dahi buna yeni anlamlar, yeni yorumlar getirmek zorundadır. Bu da caza normal ilerleme gücünü verir.
Cazın ölüm ilanını arada bir veren yorumculara göre standartların ustalar tarafından konulduğu ve getirilebilecek tüm yeni yorumların sınırına gelindiğinden cazın ölmüş olduğunu söylemeliyiz.
Tabii ki caz müziği daima olacak. Yani Miles Davis’i veya John Coltrane’i hep dinleyeceğiz ama bunlar bir Mozart gibi, bir Beethoven gibi klasikler olarak arşivlerde yer alacak ama doğaçlama çalarak yeniliklere koşan cazın maalesef öldüğünü söylememiz lazım diyor bazı yorumcular.
Ben bu yoruma katılmıyorum.
‘MY FAVORITE THINGS’
John Coltrane’in muhteşem parçası ‘My Favorite Things’i en eski yorumundan başlayıp en sonuncusuna kadar sırayla dinleyin. Coltrane ileriki yorumlarındaki doğaçlamalarıyla yorumu daima yenilemiş ve parçayı uzatsa da hep geliştirmiştir. Onun öğrencisi olduğunu söyleyebileceğimiz Keith Jarrett de aynı yorum yenilemelerini hep yapar ve cazın gidebileceği tek yönün ilerisi olduğunu sanatıyla ispat eder.
ÇIĞLIK
Ama yeni yorumlarla ileriye gitmek çabasının da sınırları vardır.
Bir defa standartları koymuş ustaların üzerimizdeki yükü ağırdır onların çizdiği sınırları aşıp gidebilmek zaten zordur. Bir de standartları kurmuş ustaların parçalarında kullanılan enstrümanların cazın daha ileriye gitmesine yetip yetmeyeceği sorunu da var. Cazın standart formatında bir quartet veya quintet de saksafon ve trompet yanı sıra ritmi koyan piyano, bas ve baterinin bu arzulanan yeni yönlere gidilmesine yetip etmeyeceği sorgulanıyor.
Bu sorunu en derininden yaşayıp bize gösteren sanatçı Paharoah Sanders’tir. ‘Ole’ adlı parçasının yeni yorumunun canlı kaydı yapılırken Paharoah saksafonuyla solosunu çekerken öyle bir boyuta çıkmıştır ki, sınırları öylesine zorlamıştır ki, bir aşamada gideceği yönü bilmesine rağmen elindeki enstrümanın o sınırları aşmasına yetemediğini görünce çareyi çalmayı bırakıp bir çığlık atmakta bulmuştur.
Cazın standartlarını koymuş ustaların oluşturduğu geleceği daha ileriye götürmek galiba yeni enstrümanları devreye sokmakla olacak gibi görünüyor.
CAZ BİR BATI-DOĞU SENTEZİ YAPMAK ZORUNDA
Cazın standartlarını oluşturmuş olan ustalar belirli bir kültür ikliminde vardılar ve kullandıkları sesler ve enstrümanlar bu iklime uygun ve onun içinden çıkmıştı.
Stuart Nicholson ’Is Jazz Dead or Has it Moved to a New Adress’ (Caz Öldü mü Yoksa Sadece Yeni Bir Adrese mi Taşındı) başlıklı çalışmasında cazın ölmediğini ve sadece yeni arayışlara çıktığını globalleşip doğuya doğru açıldığını söylüyor. Ben de aynı fikirdeyim. John Coltrane de aralarında kendisinin de bulunduğu ustaların koymuş olduğu sınırları aşmak için doğuya yolculuk yapılması gerektiğini görmüş ve 1961 Mayıs’ında ‘Ole’ parçasının yeni yorumunda doğuya sadece İspanya’ya kadar gidebilmiştir. Ancak daha sonra Coltrane daha da doğuya açılmıştır.
Ölmemiş olan ve katiyen de ölmeyecek olan cazın gitmesi gereken yön de bellidir. Standart formatın oluştuğu coğrafyadan biraz seyahat edilip bir Batı-Doğu sentezi gerekmektedir cazın yaşayabilmesi ve doğasına uygun biçimde daima ilerleyebilmesi/gelişebilmesi için.
CAZ DÜNYASI O TÜRKLERİ ARIYOR
Bu sonuca vardıktan sona caz dünyasının bugün en çok Ahmet Ertegün’e ve Arif Mardin'e ihtiyaçları olduğunu ve onları çok da özlüyor olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Bu iki büyük müzik insanı Türkiye’den çıkıp gelip cazın standardını içinden fethetmişlerdi ve ikisi tabii ki Doğu'nun müziğini de en iyi bilen ustalardı. Ve bugün cazın ihtiyacı olan Doğu-Batı sentezini onlar kadar iyi başaracak iki insan henüz ortada yok. Onlar artık yoklar diye bunun başarılamayacağını söylemek bunun için uğraşan usta sanatçılara haksızlık olabilir. Ama bir Ertegün ve Arif Mardin birlikte şimdi New York’ta olabilselerdi cazın ileriye gitme işi çok daha kolay ve güzel olacaktı, bunu söylemek kesinlikle mümkün.
Okumakta olduğum kitaplar;
Stuart Nicholson; ’Is Jazz Dead or Has it Moved to a New Adress’
Geoff Dyer, ‘But Beautiful’,
‘Otherwise known as the Human Condition'
Ted Gioia ; ‘The Jazz Standards, a Guide to The Repertoire’
‘How to Listen to Jazz’