Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Her yüzyıl bir hastalığı seçer ve ona yakalandığı için kurbanı (hastayı) suçlayan söylemler geliştirir.

        Susan Sontag ‘Illness as Metaphor’ çalışmasında 20’nci yüzyılda bu paradigmatik hastalığın kanser olduğunu ve sağlık sistemlerinin kanseri bir metafor olarak kullanıp hastaların sanki bundan kendi sorumluymuş gibi söylemler geliştirdiğini anlattı.

        Sontag kendisi de kansere yakaladıktan sonra oluşturduğu bu düşünceleriyle 20’nci yüzyılda bir ‘kanser kişiliği’ tanımı da yapıldığını ve insanın baskı altında tuttuğu arzuları nedeniyle bu hastalığa yakalanabileceğinin düşünüldüğünü iddia eder.

        Bu doğru mu bilmiyorum ama Sontag’ın görüşleri hastalık algıları ve hastalığa yönelik toplumsal tavırları tartışmamız açısından gerçekten iyi bir başlangıç noktasını oluşturmuştu 1970’lerde.

        Kanser ve tedavisi ve ona yönelik toplumsal tavırlar önemini hala daha sürdürüyor, ancak ben 21’inci yüzyılın paradigmatik hastalığının kanser değil kadınlara özgü bir hastalık olan Endometriozis olduğunu düşünüyorum. Çünkü yüzyılımız kadınların çağı ve bu hastalık da kadını vuran bir hastalık olduğundan bu çağın paradigmatik hastalığı bu.

        Endometriozis gibi etrafı global düzeyde yanlış bilgilendirme ağları ile çevrilmiş, önyargıların güçlü olduğu ve hala daha tabu kabul edilen adet kanaması ile ilgili olan bir hastalık hakkında laf etme haddini neden kendimde bulduğumu önce açıklamam gerekiyor. (bknz. Karen Houppert’ın ‘The Curse; Confronting the Last Taboo: Menstruration)

        Çeşitli görevler nedeniyle beş yılımı New York’ta ve Washington'da geçirdikten sonra geçen yıl bu aylarda Türkiye’ye döndüm. New York’ta bulunduğum uzun sürede çok eskiden arkadaşım olan doktor Tamer Seçkin ile kendisinin uzmanlık konusu olan Endometriozis hakkında uzun sohbetlerimiz oldu.

        Ben bunlara hazırlık olsun diye onun ‘The Doctor Will See You Now’ (Doktor Sizi Şimdi Görecek) adlı kitabını okudum.

        Kitabın adını kültürel söylem açısından çok sevmiştim çünkü bir yandan doktorun bekleme odasında sıranız geldiğinde size söylenen laftı bu, bir yandan da doktorun arttık bir hasta olarak sizi anladığını ve sizi hastalığınızın sosyal yanlış anlamalarından kurtarmaya hazır olduğunu da, bir hasta olarak değil bir insan olarak sizi göreceğini de anlatıyordu oradaki ‘görmek‘ kelimesi.

        Doktor Tamer Seçkin bir yandan bu hastalığa dair radikal yeni yöntemler içeren ameliyatlar yaparken bir yanda da bu hastalığa yönelik önyargılar ve yanlış yaklaşımlar ile de mücadele ediyor. Bunu şahsen yaparken bir yandan da kurucusu olduğu ‘Endo Foundation’ vakfı ile Amerika ve dünya ölçeğinde kültür savaşı da veriyor.

        KÜLTÜR SAVAŞI

        Hastalığın ne olduğunu öğrenebildiğim kadarıyla biraz sonra anlatacağım ama burada söylemem gereken şu; doktor arkadaşım ile sohbetlerimizde benim daha çok ilgilendiğim yan hastalık hakkındaki önyargıların nedeni, geçmişte bu önyargılar nedeniyle yapılan yanlışlar ve bu tavırların çeşitli kültürel yansımalarıydı.

        Onunla konuyu yoğun konuştuğumuz günlerden bir tanesinde, yanlış hatırlamıyorsam 2017 yılında olmalıydı, New Yok Times gazetesinde bir haber yayınlandı. Haberde Nepal’de büyük ihtimalle Endometriozis hastası olduğundan büyük acılar içinde kıvrandığı için bir adet kanaması kulübesine (Menstural hut) kapatılan genç kadının o kulübe içinde yardım alamadan öldüğü anlatılıyordu.

        Doktor Seçkin "Evet hala daha birçok ülkede yanlış anlamalar ve adet kanamasına karşı önyargılar nedeniyle bu tür uygulamalar maalesef olabiliyor" demişti.

        Devamında "New York’ta bu tür adet kanaması kulübeleri yok ama burada da birçok insanın beyni bu tür kulübelerin içine hapsolmuş durumda. Önyargılarından kurtulmak istemiyorlar ve önemli bir hastalığı anlamadıklarından kadını sosyal açıdan bitirebilecek, özel hayatını da mahvedebilecek bir hastalığa çözüm için seferber olmuyorlar" da dedi.

        ENDOMETRİZOİS NEDİR?

        Arkadaşım kadın vücudunun muhteşem bir iç dengesinin olduğunu düşünüyor, ben de aynı fikirdeyim.

        Adet kanaması kadının o muhteşem iç dengesinin, ahenginin ve evet gizeminin bir doğal parçasıdır.

        Kadının daha güçlü olmasına yol açan bir değişim sürecidir bu kanama.

        Endometrizois hastalığı kadının bu iç dengesini alt üst eder. Bu hastalık kadının içindeki hassas dengeleri vuran Richter ölçeğinde 9 düzeyinde bir depremdir.

        Kadının hem vücudunu vurur bu deprem hem de tüm sosyal ilişkilerini, cinsel yaşamını, ailevi ilişkilerini sarsan, yıkan bir depremdir bu.

        Her ay gebe kalmaya hazırlanan hücre tabakası endometrium’dur. Gebelik olmadığı takdirde yeterli hormon desteğini bulamadığı için adet kanaması olarak dışarıya dökülür bu tabaka.

        Normali, sıhhatli olanı budur. Bu hücreler sadece rahim içinde kalmalıdır.

        Ama kanama vücudun içine doğru olduğunda bu endometrium hücreleri vücudun diğer noktalarına akar ve bazı organlara yapışır kalır. Çikolata kisti denilen oluşumlar olur kanın yapıştığı organlarda.

        Olan biteni hayalinizde canlandırabilmeniz için bir analoji yapmam gerekirse bir volkan patlamasını hayal edin sonra lavların akışını ve patlamanın olduğu yerden çok uzakta hayatı tahrip etmesini canlandırın kafanızda işte Endometriozis hastalığı böyle bir hastalık. Kadının iç organlarına doğru akan bir lav bu.

        Çok sancılı yaşanabilen, sonuçları hiç de hoş olmayan bir süreç bu.

        Adet kanamasını hala daha üzerinde fazla konuşulmaması gereken son tabu olarak gören önyargılar, kadına ve onun doğal yaşam ritmine önyargılı yaklaşımlar hala daha tam aşılamadığından bu çağımızın paradigmatik hastalığı üzerinde maalesef tam tartışılamıyor.

        MICHEL FOUCAULT

        Michel Foucault ‘Madness and Civilisation’ adlı eserinde toplumun bir tarihi süreç içinde deliyi nasıl da ötekileştirdiğini ve tıp aleminin delilik hakkında kullandığı lisanın bir monolog lisanı olduğunu söyler. Ayrıca tıp aleminin deli diye niteleneni insanlığından sıyırıp onu sadece hasta olarak tanımlayıp üzerinde tedavi deneyleri yapmak için tımarhaneye kapattığını da anlatır.

        Bu tespit hala daha geçerli ancak bu söyleme kadının nasıl ötekileştirildiğini de eklemek gerekiyor bu yüzyılda. Kadın ve onun hastalıkları hakkında kullandığımız lisanı bir monolog lisanı olmaktan artık çıkarmalıyız.

        Bunu yapabilmek için birçok cephede kültürel savaş vermek gerekiyor.

        Tabii ki bu cephenin belki de en önemli kültürel savaş alanı olan tıp alemi içindeki mücadeleyi Dr. Seçkin gibi bilinçli doktorlar verecek.

        Bilgili olduğu için hak sahibi olmakla, güç kullanarak egemenlik sağlamak arasındaki sosyolojik bağlantıyı en güzel Michel Foucault anlatmıştır. Bilgiyi sadece kendi kısıtlı grupları arasındaki kodlarla protokoller ile paylaşan böylece o bilgi üzerinde egemenlik kuran grupların, örneğin doktorların, bu bilgi aracılığıyla toplumsal kurumları da kullanarak nasıl toplumsal kontrol mekanizmaları kurduklarını Michel Foucault birçok çalışmasında ortaya koymuştur. Ama doktorların bu egemenlik dünyasındaki yerini ise en iyi anlattığı kitapları Madness and civilization ve bence daha da önemlisi ‘The Birth of the Clinic; An Archheology of Medical Perception’dır.

        Yani tıp alemi içinde bir tartışma ve mücadele gerekiyor, bu veriliyor da ama bu yeterli değil. Çünkü hem son tabu olarak görülen adet kanaması konusu etrafı kültürel yanlış bilgilendirme mekanizmaları ile çevrildiğinden ve çeşitli kültür aygıtlarıyla önyargılar güçlendirildiğinden mücadelenin kültürel boyutu da olması gerekiyor.

        Kültürel mücadelenin bir parçası olacağını umut ettiğim konunun devam yazısının başlığının ‘Cadılar neden sadece kadın oluyor’ olmasını planlıyorum.

        Yazıda ayrıca 'Exorcist' filminde ve 'Carrie' filminde adet kanamasına karşı önyargıları nasıl güçlendirildiğini de anlatacağım.

        Ayrıca Dr. Seçkin’in kitabında yer alan Freud’un yapmış olduğu büyük teşhis yanlışının nedeni konusu da yazıda yer alacak.

        Diğer Yazılar