Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Gayet tabii ki eski ‘Babıali’ geleneğini yaşatmak için eğer bir taksi bulabilirsem (ki artık buna imkan bulunmuyor) bir meyhanede gazeteci arkadaşlarla buluşup Oray aleyhine konuşup onu çekiştirme olasılığını açık tutmakla birlikte, onun ‘Büyük Amerika’ başlıklı yazısında kendi deyimiyle ‘bana attığı lafa’ bugün cevap verirken niyetim polemiğe girmek değil.

        Çünkü ortada bir polemik konusu bulunmuyor. Sadece ortada hepimizin farklı yorumladığı bir ‘Amerika’ bulunuyor.

        Bir tek Amerika yok ortada herkesin farklı yorumlar getirmesine yetecek kadar farklı Amerikalar var.

        Ben 19’uncu yüzyıldan itibaren, Alexis de Tocquiville’den Albert Camus’a kadar, Avrupa’dan Amerika’ya onu anlayıp çözümlemek için giden entelektüellerin tarihini inceledim. Kendilerinden önce kaç kişi gitmiş olursa olsun yine de gidip yeni bir düşünce çıkarmaktan hiç birisi çekinmemişti çünkü hepsi kendilerinden önce ne yapılmış olursa olsun kendilerine yetecek, yeni bir şeyler söylemelerine fırsat verecek, bir Amerika’nın hala daha olduğunu düşünüyorlardı.

        Bu dinamik hala daha sürüyor. Oray ile ben üzerinde ne kadar yazsak da tartışsak da Amerika konusunu tüketecek halimiz yok. Amerika hala daha John Berger’in deyimiyle ‘bakmayı bilenler’ için yeni düşünceler verme potansiyelini sürdürüyor.

        REKLAM

        BÜYÜLEYİCİ OLAN NEYDİ?

        Bakmayı bilen ender yazarlardan olan Oray her zaman olduğu gibi çok güzel olan yazısını "Serdar Turgut ve benim Baudrillard’dan öğrendiğimiz büyüleyici Amerika geri gelecek mi, hiç zannetmiyorum" diye bitirmiş.

        Son derece iddialı bir sonuç ama o iddialı sonuç bize daha önce neyi büyüleyici bulduğumuzu açıklamak ve onların gerçekten kaybolup gittiğini mi sorgulamak sorumluluğunu yüklüyor.

        Oray da benim gibi çok genç yaşlarında Amerika’yı tanıma fırsatını bulmuştu bildiğim kadarıyla.

        Onun o yıllarda Amerika’da neyi büyüleyici bulmuş olduğunu benim söylememin imkanı yok bunu ancak kendisi yapabilir, ben sadece kendi deneyimlerimi aktarabilirim size.

        Oray’ın da öyle olduğunu sanıyorum ama ben Amerika’ya ilk gittiğimde kendisinden siyasi hiçbir beklentim yoktu. Her boyutuyla aşırılığa eğilimli bir Marksist'tim o günlerde ve açıkçası Amerika’nın özellikle dış siyaseti beni tiksindiriyordu. Yani Jean Paul Sartre’nin aksine siyasi açıdan sonradan hayal kırıklığına uğrama ihtimalim yoktu.

        Ama eserlerini devamlı incelediğim fotoğraf sanatçıları gibi ben de dünyada yeni olan bir toplum oluşmakta olduğunu ve içinde birçok çelişkiyi barındıran bu toplumun insana heyecan veren yanları olduğunu düşünüyordum. Ayrıca fotoğraf sanatçıları dışında bu toplumu anlayıp anlatmaya gayret eden belki de sadece toplumun yüzde beşini oluşturan çok çok üretken çok da canlı bir yazar ortamı da vardı ülkenin.

        REKLAM

        FARKLI VE YENİ BİR MEDENİYET

        Amerika’nın kendi popüler kültürü ile terbiye altına almaya çalıştığı gündelik yaşamı ilginç ve farklıydı. O kadar farklıydı ki bu Oray’ın da çok sevdiği Baudrillard’ı ‘hiper gerçeklik’ kavramını oluşturmaya zorlamıştı. Devamlı eserlerini incelediğim sanatçılardan olan fotoğraf sanatçısı Robert Frank, Gugenheim’dan burs istemek için sunduğu projesinde, ‘Amerika’da yeni ve farklı tür bir medeniyet oluşmakta olduğunu ve kendisinin de bunun fotoğrafını çekmek istediğini belirtmişti.

        Bursu aldı ve Amerika’yı baştan aşağıya dolaştı ve çektiği fotoğrafları da sonra ‘’The Americans’ başlığıyla 1958 yılında Fransa’da yayınladı. Bir yıl sonra da aynı kitap ABD de basıldı.

        Jean Baudrillard gezip gördükten sonra yayınladığı America kitabında Robert Frank’ın dediği gibi yeni ve farklı türde bir toplum oluşmakta olduğunu görmüş ve bunun üzerine düşünmüştü.

        Baudrillard Amerika çöllerinde ve şehirlerindeki gözlemlerinden sonra gerçek ile kurgu arasındaki ayrım çizgilerinin ortadan kalktığını ve geleceğin herhangi bir kökenden bağının kopmuş olarak modeller aracılığıyla üretildiğini böylece her şeyin hipergerçekleştiğini ve gerçeğin bir daha geriye dönmemecesine yok olup gittiğini söylemiştir. Oray’ın da çok iyi bildiğini bildiğim America kitabı aslında bunu anlatmak için yazılmıştır.

        Bunun abartılı bir düşünce olduğunu düşünebilirsiniz ama unutmayın benim de bayıldığım teori düzlemindeyiz.

        REKLAM

        SEVGİLİ ORAY

        Eğer umduğum gibi teori düzeyinde kalmayı sürdürürsek Amerika yaratmış olduğu yeni ve farklı medeniyetiyle bizlere hala daha heyecanlanacağımız malzemeler sunmaktadır.

        Oray yazısının başında Amerika’nın kültürel ve siyasi egemenliğinden bahsediyor. Bu yazısının başında beni Oray galiba kültürel süreçleri çözümlemeyecek diye umutlandırmıştı ama daha sonra yazısı ilerledikçe yazısının ağırlığının tuhaf biçimde siyasi düzleme kaydığını gördüm. Bunun nedenini açıkçası anlamadım. Çünkü Oray ve benim gibi insanları fazla ilgilendiren bir boyut değil bu. Daha doğrusu olmaması gerekir. Eğer Oray ‘büyüleyici bulmuş olduğumuz ve sonra kaybettiğimiz Amerika’yı siyasi düzeyde düşünüyorduysa bu hem büyük bir yanlış hem de ben yıllar önce umudumu kesmiş olduğum bu alanı düşünmekten muafım.

        KENDİ GÜNDELİK YAŞAMININ GÜCÜNDAN KORKAN ÜLKE

        Amerika’nın egemen güçleri kendi yaratmış oldukları farklı ve yeni medeniyetin gündelik yaşamının gücünden korkarlar ve buna daima müdahale etmeye çalışırlar.

        19 yaşıma yeni girdiğim günlerde siyasetinden tiksinmiş halde gelmiş olduğum New York’ta Manhattan’da, orada yaşamakta olan zenginler tarafından tamamen ırkçı biçimde 'üçüncü dünya ekspresi' diye tanımlanan 7 numaralı metrosundan inip Times Square meydanına çıktığımda görmüş olduğum manzara Baudrillard’ın hiper gerçeklik tanımının gerçek yaşamdaki fotoğrafıydı. Yasa ve düzen tamamen çökmüştü ve yasadışılar kendilerine göre yeni bir düzensizlik kurmuşlardı. Bunun ritmine uyabilenler yaşayabiliyorlardı. Tüm gerçeklikle bağlarını koparmış olan katililer, seks manyakları, fahişeler, çete mensupları, pezevenkler kendilerine tanımlamış oldukları rollerin teoride gereği neyse onu sonuna kadar hiçbir kısıtlama olmaksınız oynuyorlardı. Sonuçta orada yasadışı insan rollerinden ibaret olan bir hayat piyesi sürüp gidiyordu.

        REKLAM

        Evet daha önce yaratılmış olan farklı ve yeni medeniyet gündelik yaşamdaki sıradan insanlar tartından bu boyuta çekilebiliyordu. Düzen bir şekilde çöküyordu zaten daha sonra hem Washington'da hem de Los Angeles’ta da gündelik yaşam düzenleri çöktü. Kendi popüler kültüründen bu yüzden korkan egemen güçler bu anarşiye düzen getirmeye çalıştıklarında bulabildikleri tek çözüm bölgeyi Disneyland’e çevirmek oldu. Düşünebiliyor musunuz anarşi döneminde bölgenin en namlı genelevi olan bina daha sonra Disney ürünlerinin yani Miki Fare’nin satıldığı hediye dükkanı alanına dönüştü. Yani egemen güçler gündelik yaşam kültür çözümlerinde anarşi ve Disney kültür çölü arasında gidip geliyorlardı. Ortalama, makul bir çözümleri yoktu.

        SİYASETTE DURUM

        Daha sonra maalesef görev gereği yakından izlemek zorunda kaldığım Amerikan siyasetinde de aynı çözümsüzlüğün olduğunu gördüm.

        Washington’da başkanların talimatlarını hayata geçirmekle görevli insanları tanıdıkça onları anlayabilmenin ancak kötülüğün filozofu diyebileceğimiz Bataille’yi anlayarak mümkün olabileceğini gördüm

        Kötülük hayatın en temel gerçeklerinden biri diyen Bataille’ye göre kötülük bir ahlaktan yoksunluk durumu ya da ahlak yetersizliği değil, tam tersine verili ahlakı yadsıyan başka tür bir ahlakın koşuludur. Böyle alındığında kötülük, yasakları aşmanın ve kuralları ihlal etmenin bir yoludur ve "yüksek ahlak" bunu gerektirir. Nietzsche’nin çalışmalarına getirdiği özgün yorumlar bulunan Bataille’ye göre yaratıcılığın kaynağı günahkarlık ve kötülüktür.

        Washington’daki kötülük ve günahkarlık için yaşayan yaratıcı görevlileri tanıdıkça zaten tiksinmekte olduğum Amerikan siyasetinden daha da koptum.

        MALZEME BAŞKA YERDE

        Toplumun siyasetinden değil ama gündelik yaşamının kendi dinamiğiyle yaratacağı orijinal çözümlerden umudum hala daha var.

        Egemen güçler New York örneğinde olduğu gibi kontrolden çıkan toplumu temizlemeye ne kadar çalışsalar da, Disney kültürel çölünü ne kadar topluma empoze etmeye uğraşsalar da, daha önce başka bir yazıda anlatmaya çalıştığım gibi başka bir yerde bir Burning Man Festivali ortaya çıkar diğer bir yerde de anarşistlerin ‘Geçici otonom bölgeleri' teorisi doğrultusunda yapılan eylemler görülür ve Oray gibi bakmayı bilenlere yeni teoriler yapmak imkanı daima çıkar. Üstelik düşünüp yazan yüzde 5'lik bölüm hala daha olağanüstü üretkenler. Yani bizi büyülemiş olan Amerika hala daha burada bir yere gittiği yok. Ha gitmiş olan bazı şeyler yok mu tabii ki var, ama gidenler zaten aslında bizim başından itibaren ilgilenmememiz gereken yanlardı.

        REKLAM

        Yani aslında kaybolan bir şey Yok. Aslında Oray ile benim düşündüğümüz Amerikamız aynı Amerika, yaratmış olduğu farklı ve yeni medeniyetinin verdiği imkanlarla yaratıcı yenilikler getiren gündelik yaşamın Amerika'sı hala o.

        Bitirirken Oray’ın yazısında değindiği iki olay hakkında da birkaç laf etmek istiyorum.

        Oray’ın üzerinde uzun durduğu Meksika sınırında Haitili göçmenleri at üstünde kırbaçlayan muhafız görüntüsü bence hiper gerçekliğin bir fotoğrafıydı. Ayrıca yine yazısında yer alan Trump’ın sadece başkanlığı değil tüm yaşamı bir hiper gerçeklikti bana göre.

        Diğer Yazılar