Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Sartre ve Amerika’ başlıklı yazımda Jean Paul Sartre’nin New York’taki ilk gününde çok da merak ettiği Amerika’yı tanımaya Beşinci Cadde'den şehrin güneyine doğru yürüyerek başladığını söylemiştim.

        Yazar belki de bu yanlış başlangıç nedeniyle New York’ta bulacağını sandığını, umduğunu hiç bulamadı ve daha sonra ülkesine oldukça kızgın ve buruk olarak döndü.

        O tanıma yürüyüşü yanlış bir başlangıçtı çünkü onun otelinin bulunduğu bölge F. Scott Fitzgerald’ın kitaplarında veya Truman Capote’nin ’Tiffany’de Kahvaltı’ romanında anlattığı New York’tu. Yani azınlığın yaşadığı New York’un dünyasından başlamıştı şehri çözümleme işine Sartre. Bu yüzden kalış süresinin sonuna kadar tam kavrayamadı New York’u. Anladığı kadarıyla da bir türlü sevemedi şehri.

        Oysa Sartre o gün bir yeraltı trenine atlayıp doğruca Soho'nun arka sokaklarına yani şehrin ilk kuruluş yıllarındaki binaların bulunduğu yere gitseydi sonra da Paris’ten alışık olduğu türde kafelerin bulunduğu, Patti Smith’in The M Train kitabında kafe ortamını anladığı Greenwich Village bölgesine doğru bir yürüyüş yapsaydı şehri anlama işine daha doğru bir başlangıç yapmış olacaktı. Belki de bu başlangıç olabilseydi Sartre bize Baudrillard’ın America kitabında yaptığı gibi ona eş değerde bir Amerika değerlendirmesi de yapabilecekti.

        REKLAM

        Turistlerin New York diye bildikleri Manhattan adasında ilk yerleşimler adanın güney ucundaydı. 18’inci yüzyıl sonu 19’uncu yüzyıl başında yerleşimlerin bulunduğu güney ucundan bugün Macy’s dükkanının bulunduğu yere kadar bile gelebilme büyük macera diye görülebiliyordu. Özellikle kış aylarında zor doğa koşulları ve etrafta dolaşabilen kurtlar nedeniyle o nispeten kısa yolda bile tehlike büyüktü. Hele bugün durumları oldukça iyi olan insanların oturduğu adanın ortasının üstündeki bölgeye gitmeye çalışmak ciddi biçimde ölüm riskini göze almak anlamına gelebiliyordu.

        Ama bir şekilde ulaşımı da sağlamak gerekliydi. Beşinci Cadde bu yüzden güneyden kuzeye doğru zaman içinde oluştu. Cadde Henry James’in aynı adlı romanının geçtiği Washington Square Park’ın önünden başlayıp adanın kuzey ucuna kadar gidiyor.

        Nüfus arttıkça şehir kuzeye doğru büyümeye başladı Beşinci Cadde yolunun iki yanına apartmanlar ve sonra şehir planı doğrultusunda müzeler ve dükkanlar oluşturulmaya başlandı.

        Truman Capote’nin ve F. Scott Fitzgerald’ın yukarda bahsetmiş olduğum romanları elbette kıymetlidir ama şehrin eski havasını alabilmek için asıl okunması gereken yazarlar Caleb Carr ve E. L. Doctorow’dur. Onları okuduğunuzda çöpler ve evlerin pencerelerinden dökülen insan ve dolaşan at dışkıları ile dolu olan o sokaklarda nasıl bir hayat yaşandığını biraz hissedebilirsiniz. Kuzeyin vahşi tabiatına doğru büyümekte olan şehirde doğal tehlikeler dışında birbirleriyle savaşan çeteler de büyük tehlike oluşturuyorlardı. Martin Scorsese’nin eski havasını olağanüstü başarılı verdiği New York Çeteleri filminde anlattığı şehir aynen öyleydi. Sartre benim dediğim gibi Soho’dan ve hatta biraz daha güneyinden başlasaydı gezisine çetelerin eski merkezlerinin bulunduğu evleri arka sokaklarda görebilecekti.

        Doctorow ile birlikte okunmasını tavsiye ettiğim Caleb Carr ‘The Alienist' romanında şehirde çıkan ilk seri katilin yol açtığı olayları Roosvelt gibi gerçek kişileri de anlatarak yazdı.

        Şehirdeki kötü koşullardan şimdi turistin para harcama yolu haline gelen beşinci cadde de muaf değildi.

        Uzun yıllar sonra devlet gücüyle planlı değişim yapıldı ve bugünün zengin bölgeleri oluşturuldu Beşinci Cadde üzerinde.

        Ben Sartre’nin ilk gün macerasını öğrendiğim günden itibaren Beşinci Cadde'nin çok eski ve yeni fotoğraflarına bakıyorum.

        Hele aynı bölgenin bir 150 yıl önce bir de bugün çekilmiş fotoğrafını bulabilirsem bu hem çok öğretici olabiliyor hem de çok keyif veriyor bana.

        Fotoğraflara John Berger’in yöntemiyle bakma seanslarımdan bir tanesinde sanatçı ve büyük fotoğraf ustası Alfred Stieglitz’in (1864-1946) çekmiş olduğu bu fotoğrafı gördüm. Sanatçının ‘Beşinci Cadde Kış 1893’ adını verdiği bu fotoğrafı gördüğüm an dondum kaldım. Büyüleyici geldi bana. Bir caddenin tarihini tek bir karede bu kadar iyi verebilen başka fotoğraflar var mı bilemiyorum (Bu noktada Ara Güler’in İstiklal Caddesi fotoğraflarını büyük saygı ile anmak gerekiyor).

        Çekildiği tarihi hatırlarsanız bu fotoğraf teknik açıdan da mükemmel bir çalışma. Bakana yolda ilerlemeye çalışan arabacının hava koşullarından dolayı nasıl da zorlanmakta olduğunu bile hissettiriyor. Yerde kar üstündeki izler nedeniyle fotoğraf sanki canlıymış gibi duruyor.

        Stieglitz o günlerde tripod ile çalışmaktan tripod gerektirmeyen fotoğraf makinesiyle çalışmaya yeni geçmiş. Kolay taşınabilir makine ona şehirde dolaşma ve yeni konular bulma şansını vermiş. O da yeni oluşmakta olan şehri devamlı dolaşmaya başlamış. Bir anlamda sokak fotoğrafı ekolüne geçmiş anlayacağınız.

        Sokak fotoğrafçılığı elinde makine ile dolaşmakta olan fotoğrafçının önüne çıkan konuyu anında çekmesi olarak tanımlanabilir.

        Stieglitz’in de sokak fotoğrafı çalışması yaptığını söyledim ama bugün üzerinde durduğumuz fotoğrafı bu tür bir çalışmanın sonucu değil.

        Bu kareyi bulabilmek için Beşinci Cadde ile 35’inci sokak köşesinde ağır bir kar fırtınası altında tam üç saat beklemiş sanatçı.

        Sonuçta hava durumu nedeniyle kendiliğinden oluşan bulanık görüntü fotoğrafa empresyonist resim kalitesi de vermiş (Ara Güler’in karlı günlerde çekmiş olduğu İstiklal Caddesi fotoğraflarında da bu hava vardır).

        Stieglitz’in bir arkadaşı kötü koşullar nedeniyle iyi çıkmayan negatifleri görünce "At bu fotoğrafı bir işe yaramaz" demiş ama Stieglitz yine de laboratuvara girip yıkamış filmleri ve sonunda bu kareyi bulmuş.

        *

        Danışılan kaynaklar:

        Alfred Stieglitz: Master of Photography series.

        Alfred Stieglitz: Photographs and Writings

        Alfred Stieglitz: A Biography.

        Bu kaynaklar bana Stieglitz’in fotoğrafları dışında çok önemli bir boyutunu da öğretti. Bunu bir başka yazımda yazacağım.

        Diğer Yazılar