Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Aslında ben köprüler üzerine düşünmeye ‘Sanat Neye Denir’ başlıklı 6 Ağustos’ta yayınlanan yazıma hazırlık yaparken başlamıştım.

        O yazımda sanat ürünlerini mal olmaktan çıkarmak için sanatlarını özellikle tabiatın ücra köşelerde sergilemeye girişen sanatçıların en iyi bilinenlerini incelemiştim.

        Büyük boyutlu olan bu eserler temelde tabii ki birer 'yerleştirme sanatı' biçimiydiler.

        Sanatçılara bu yerleştirme sanatları için Amerika’nın batısı ve özelikle çölleri büyük sergileme imkanları vermişti.

        Yazı bu boyutuyla tabii ki çöl kavramının da ayrıca incelenmesini gerektiriyordu.

        'Çöle estetik sevgi duymak' başlıklı 20 Ağustos'ta yayınlana yazımda sanırım bunu tatmin edici biçimde yaptığımı düşünüyorum.

        Yazıya hazırlık çalışmalarımda çölü estetik bir şekilde konumlayan birçok fotoğrafı da inceledim.

        O sayede yeni tanıdığım fotoğraf sanatçısı Richard Misrach’ın ‘Çöl Kantoları’ (Desert Cantos) adını verdiği çöl fotoğrafları serisini görünce büyülendim.

        Ama onun çalışmalarına bakarken aynı zamanda San Fransisco’daki ‘Golden Gate Köprüsü' üzerine fotoğraf çalışmasını da gördüm.

        REKLAM

        ’Sanat neye denir’ başlıklı çalışmamda tabiatın ortasına yerleştirilen dev boyutlu eserlerin çölün verdiği sonsuzluk duygusuyla da muhteşemlik, yücelik anlamında sanatta 'sublime’ kavramını oluşturduklarını da görmüştüm.

        Misrach’ın köprü fotoğraflarını görünce bunun ötesinde ne Amerika’nın sanatta daha da batısına gidilebilmesinin ne de sanatta yücelik, muhteşemlik (sublime) kavramının daha ilerisinin yaratabilmesinin artık mümkün olmadığını düşündüm.

        Köprüler üzerine yazı denemeliyim fikri o anda oluştu ve şimdi sonucuyla karşınızdayım.

        Köprülerin iki kıyıyı birleştirme fonksiyonu dışında anlamları da vardır bana göre. Heidegger bu konuda yazı yazmıştır.

        Bir defa köprünün ayağı bulunan her alan o köprü açıldıktan sonra yeni sembolik içerikler, anlamlar edinmeye başlarlar. Köprüler deyim yerindeyse bağladıkları iki kara paçasına da yeni tanımları da getirirler.

        Bizden bir kaç örnek vermek gerekirse birinci Boğaz Köprüsü açıldığında köprüden önce farklı düşündüğümüz Anadolu ve Avrupa yakaları hakkında bunlar birbirine bağlanınca daha farklı içerikte düşünmeye başladık..

        Bence İstanbul'un Avrupa ve Anadolu kıyıları köprüye birlikte yeniden tanımlandılar.

        Çanakkale Köprüsü de açılınca bu köprülerin kıyıları yeniden tanımlama fonksiyonlarını daha güçlü hissedeceğiz bence.

        Bu yeniden tanımlama fonksiyonları dışında köprüler tabiatın ortasına yerleştirilen sanat ürünlerine de benzerlik gösteriyorlar.

        Daha önce anlatmış olduğum o sanat ürünleri hem yerleştirildikleri tabiatı yeniden tanımlarken o tabiat da onlara yeni anlamlar katıyordu.

        Köprüleri de birer yerleştirme sanatı biçimi olarak ele almak mümkündü.

        REKLAM

        Yukarda verdiğim örneklerden devam edersem Boğaziçi Köprüsü'nün bir yerleştirme sanatı olarak anlamı, açılınca Çanakkale Köprüsü'nün yerleştirme sanat ürünü olarak anlamından farklı olacak.

        Ben Richard Misrach’ın köprü fotoğraflarına baktığımda yukarda edindiğim gibi bir sanat çalışması olarak Amerika’nın daha batısına gidilebilmesinin bundan öteye mümkün olmadığını hissettim. Ayrıca tabiata yerleştirilmiş bir sanat eserinin (bu defa Golden Gate Köprüsü) tabiata nasıl yeni anlamlar verebildiğini ve tabiatın da ona nasıl yeni anlamlar yükleyebildiğini görebildim. Bu yüzden Misrach’ın köprü fotoğrafları bence birer şaheser.

        Özelikle Çanakkale Köprüsü'nden sonra inşallah bizim köprülerimiz de birer sanat ürünleri olarak algılanıp benzer fotoğraf çalışmaları onlar üzerinde de yapılır.

        Diğer Yazılar