Aslında bu yazı bir takıntının deliliğe dönüşme sürecini anlatan bir yazı olarak planlanmıştı. Kendi sanatını, bu bize ne kadar tuhaf gelirse gelsin, takıntıya dönüştüren sanatçıya ben delirdi demeyi reddettiğimden başlığa bunu çıkarmadım. Ama yazacaklarımı okuyunca fotoğraf sanatçısı Eugene Smith’in yaptığı işin de normalin sınırlarını bayağı zorladığını göreceksiniz.
Eugene Smith (1918-1978) aslında 1955'de Pittsburg şehri hakkında bir fotoğraf çalışması yapması işini aldığında Life dergisi için daha önce yapmış olduğu Country Doctor (Kırsal Alan Doktoru) adlı fotoğraf makalesi türündeki çalışmayla büyük beğeni kazanmış bir sanatçıydı.
Pittsburg belediyesinden şehir için bir çalışma yapması işini aldığı zaman başarılarına rağmen Life dergisinden kovulmuş durumdaydı.
Kovulma nedeni ise çok takıntılı olması ve yapmaya giriştiği işi bir türlü tatmin olup kısa sürede bitirememesiydi.
Pittsburg şehrinin fotoğraflarını çekme işinin 3 hafta sürmesi gerekiyordu. Ancak bunun olamayacağı olacağı otele geldiği ilk gün çoktan belli olmuştu bile. Çünkü Smith üç hafta süreceği düşünülen iş için şehre 20 parça bavulla gelmişti.
Ona işi veren belediye yetkilileri usta bir sanatçının işi kısa sürede bitireceğini düşünmüş olabilirlerdi ama Smith’in işi için düşünceleri farklıydı. O çekeceği fotoğraflarla Pittsburg için James Joyce 'Ulysses' romanıyla Dublin için ne yaptıysa onu yapmaya karar vermişti.
Joyce nasıl ki 24 saatini anlattığı Dublin için kendine özgü mantığı olan özel bir dil geliştirmişse, iç monoloğun dili olan bu özel dil ile romanını yazmışsa Smith de fotoğraf sanatı için kendisine özgü bir mantığı olan yeni bir dil oluşturmaya girişmeye kararlıydı.
Bu kendisine özgü mantığı olan özel dil arayışı Smith’in tüm hayatını teslim aldı. Şehrin her noktasını takıntılı çekmekle kalmadı odasının penceresinden de sürekli hiç ara ermeden bakmaya başladığı sokaklardan da yüzlerce kare çekti.
Yoldan geçen her arabayı her insanı, yağan karı hatta boş sokağı bile takıntılı fotoğraflamaya başladı. Kafasındaki Ulysses benzeri fotoğraf çalışması için bir açılım arıyordu ama bunu bir türlü bulamadığı için bir türlü tatmin de olamıyordu. Sonunda üç haftada en fazla 100 karede bitmesi gereken işi için orada 2 yıl kaldı ve 13 bin adet fotoğraf çektikten sonra işe daha yeni başladığını söyleyebiliyordu. Sonra bütün bu fotoğrafların bir söylem çerçevesinde seçilip katalog haline getirilmesi gibi imkansız bir işe de girişti. Sonunda vizyonuna uygun bir şekilde tatmin olamadığı için işi bıraktı.
CAZ’IN FOTOĞRAFI
Pİttsburg’da tetiklenen takıntıları daha sonra çok daha ilginç gelişmelere yol açtı.
1957 yılında Smith eşi ve çocukları yanında olmadan New York’ta, Altıncı Cadde'de 821 numarada bir Loft kiralayıp oraya yerleşti. Loft’a hemen karanlık odasını kurdu ve odanın penceresinden tam altı kamerayla şehir sokağının fotoğraflarını çekmeye başladı. Fotoğraflarının ve kameralarını sayısı bir ara öyle arttı ki odası ona yetmemeye başladı bir alt kattaki odayı da kiralamak zorunda kaldı.
Bir üst katı bir grup caz sanatçısı kiralayıp orada doğaçlama çalmaya başladıklarında (anlayacağınız jam session yapıyorlardı) Eugene Smith tabii ki onların da fotoğrafını çekmeye karar verdi.
Bu arada o zenci sanatçılar arasında Thelonius Monk gibi bir devin bulunduğunu da söylemeliyim.
Smith bir caz parçası oluşurken etrafta olan hayatın sesleri de bu oluşuma etki yapabilir diye düşünüyordu, bu yüzden onlar yukarda çalarken odada, binada ve sokakta olan tüm sesleri de kayda alması gerektiğine karar verdi. Tüm apartmana, odaya, ve sokağa kayıt cihazları koyarak sanatçılar çalmaya başladığında hayatın tüm seslerini de kayıt etmeye başladı. Sonunda inanılmaz derecede karışık ses kayıtları (1700 adet ses kayıt bandı ve 4 bin saatlik ses kaydı vardı) ve binlerce fotoğraf karesi çıktı ortaya. Ama tabii ki Eugene Smith bunları da bir mantık çerçevesinde düzene koymaya girişti ve sonunda Caz-Loft Projesi adını verdiği çalışma oluşabildi.
Başta dediğim gibi ben bir sanatçının takıntısına delirmek diyemem ama siz onun deli olduğunu düşünürseniz bunun için sizinle münakaşa edecek de değilim ama her şeye rağmen büyük saygıyı hak eden bir sanatçı da olduğu kesin. En azından benim için bu böyle.