Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında her şeyi söyleyebilirsiniz ama....

        Herhalde en kararlı karşıtları bile onun iyi oyun kurucu bir siyasetçi olduğunu ve konuşmasıyla, kullandığı dil ile seçmen kitlesini yönlendirme gücü olduğunu inkar edemez.

        Muhalifleri onun Saray’a çıktığından bu yana halktan koptuğunu söylüyorlar ya ben aynı fikirde değilim. Yıllardır her düzeyde halkın içinde siyaset yapmış ve onları iyi tanıdığından halkın kullandığı dili de kullanarak iktidar olmuş bir kişinin Saray’a çıkar çıkmaz halkla ilgili bilgisinin tamamen sıfırlanacağını ve onları artık tanımamaya başladığına inanmak da manasız.

        Anlayacağınız halkın nasıl tepki vereceğini hala bilen ve onları tanıyan bir siyasetçi neden tepki alacağı belli olan manda yoğurdunu yeme formülünü anlattı bunu anlamaya çalışmamız gerekiyor.

        Recep Tayyip Erdoğan gibi zeki, tecrübeli ve halkı tanıyan bir siyasetçi buna tepkinin oluşacağını görmemiş olabilir mi? Hiç sanmıyorum peki o zaman bile bile neden o lafları söyledi .

        Bunu anlamaya çalışmanın bugün Türkiye siyasetindeki en önemli konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu muamma çözülürse Erdoğan’ın hala daha onca yıpranmadan sonra bile sağlam gibi duran karizmasının nedenini muhalefet de sonunda anlayacak ve belki de daha tutarlı bir strateji çizebilecek kendisine.

        REKLAM

        İçgüdüm bana bunun çözümünün dil teorisinde bir yerlerde olduğunu söylemekteydi. Bu yüzden ABD’nin meşhur dil teorisyeni Noam Chomsky’nin kitaplarına başvurdum.

        Tabii Chomsky o kadar derin, yaratıcı ve üretken bir bilim insanı (150 kitabı var) ki onun dil teorisi üzerine katkılarını kısa sürede okuyup tam anlayabilmek ve anlaşılsa dahi bu köşede bunu tüm karmaşıklığı ile anlatabilmek mümkün değil.

        Ama yine de bence Chomsky, Erdoğan’ın manda yoğurdu söyleminin anlamını daha iyi anlayabilmemiz için bize bazı ipuçları veriyor.

        Chomsky’nin birçok teorik katkısı arasında 'Kartezyenci dilbilimi' dediği dal ile insanın kullandığı dil ile onun psikolojisi arasındaki bağlantılar konusunda da yaklaşımları var.

        Vardığım sonuç şu; Erdoğan hangi konuda konuşursa konuşsun, konu ne kadar basit ve net olsa da bunun farklı hatta birbirine karşıt gruplar tarafından anlaşılma ve anlamlandırılma biçimi değişiyor.

        Belli gruba dahil olmuş bir insan eğer o grubun kolektif bilinçaltındaki varsayımları paylaşıyorsa gruptaki diğerleri gibi düşünmeye ve konuşmaya başlıyor.

        Chomsky’de bir de 'içselleştirilmiş varsayımlar' kavramı da var.

        Bu da şöyle bir şey: örneğin siz eğer bugün Türkiye’deki tüm sorunların dış güçler tarafından yaratıldığı söylemine inanırsanız bu varsayımı içselleştirdiğinizde, konuştuğunuzda veya oy verme gittiğinizde bu varsayım doğrultusunda davranıyorsunuz.

        Eğer aynı kişi 'benim gibi dindar olan Erdoğan’ın benim kötülüğüme neden olacak bir şey yapması imkansız' düşüncesini de içselleştirirse, Erdoğan manda yoğurdunu nasıl yediği konusunda konuştuğunda o kişi o an aç bile olsa 'Erdoğan yine benim için iyi olacak bir şeyin tarifini veriyor' diye düşünebiliyor ve konuştuğunda bunu savunabiliyor da.

        Muhalefet bugün bazı konuların otomatik tepkiye yol açacağını bekliyor ya. Mantıken haklı olabilirler ama burada düz mantık değil, Erdoğan’ın daha önce yıllar içinde kendi hakkında bilinçli oluşturmuş olduğu varsayımları içselleştirmiş olan halkın mantığı söz konusu.

        İşte bu yüzden bazen çarşıda pahalılıktan boş filesiyle eve dönmekte olan bir vatandaş bile Erdoğan’a yönelik eleştiri getirmek istemeyebiliyor, bir süredir açlık çekmekte olan vatandaş bile manda yoğurdu söylemine kızamıyor, onlara göre ekonomik sorunlar da dış güçlerin yarattığı bir durum olduğundan onlar oylarını yine de Erdoğan’a verecekler.

        Peki muhalefet bu güce karşı ne yapmalı? Eğer bu kurduğum teorik çerçeve kabul edilirse o zaman yapmaları gereken şey Erdoğan’ın halkta kendisine dair oluşturduğu varsayımların yerine muhalefetin halkın kendi haklarında yeni varsayımlar oluşturmasını ve bunu içselleştirilmesini sağlamak gibi görünüyor.

        ABD derin aklı ve Rusya

        ABD derin aklı ve Rusya
        0:00 / 0:00

        Geçmişte uzun yıllar Washington’da görev yaptığımdan Amerikan devletinin örgütlenişini ve iç güç dağılımını iyi öğrenmek zorunda kalmıştım.

        Bazı güncel sıcak gelişmelere ne kadar yetersiz tepki verirlerse versinler Amerika’da her zaman fikrine başvurulmasa da, uzun vadeli plan çerçevesinde düşünen derin bir akıl ve bunun devlet içinde yaygın örgütlenmesi olduğunu yıllar içinde hep gördüm.

        Bütün iç dengelerin paramparça edildiği Trump döneminden sonra başlayan dönemde büyük devlet tecrübesi olan Biden’ın başkanlık döneminde devlet geleneklerinde zaten olan bu devletin derin aklını devreye sokması bekleniyordu.

        Nitekim Ukrayna savaşı patlayınca Amerika’nın uzun vadeli derin politikasını üretenlerin Biden koordinasyonunda devreye girmiş olduklarını gördük.

        Aslında ben Moskova’nın da KGB geleneğinden gelen uzun vadeli derin plan yapmak ve ABD'nin oyun planlarını görme yeteneği olduğunu düşünürdüm.

        Ukrayna’dan sonra bu stratejik plan yarışında Amerika’nın Rusya’ya karşı bir zafer kazanmış olduğu şimdilik görülüyor gibi.

        Biden daha Beyaz Saray’a yerleşmeden önce ona sunulan belgelerde ABD’nin global düzeydeki esas rakibinin Çin olduğu ve ABD'nin mücadele gücünü Rusya ile Çin arasında bölmeden ağırlıkla Çin’e konsantre olması vurgulanıyordu.

        ABD, Rusya’yı Ukrayna’yı işgal etmesi için sürekli ve Batılı müttefikleriyle koordineli biçimde tahrik ederek ve işgalin önünü açarak uzun vadeli planını devreye soktu.

        Şimdi gelinen noktada Rusya dünyada tecrit edilmiş halde ve ekonomik altyapısı büyük darbeler alıyor. Gücü zayıflama sürecine girmiş durumda.

        ABD’nin stratejik plancılarının hedefi oluyor, ABD devleti bundan sonra kendisine asıl tehlikenin gelmekte olduğunu düşündüğü Çin ile mücadele için kaynaklarını daha rahat ona yönlendirecek.

        Savaşın Rus balesine darbesi

        Savaşın Rus balesine darbesi
        0:00 / 0:00

        Rusya’nın Ukrayna istilası başladıktan sonra Bolşoy Balesi'nin dünyaca tanınan yükselen yıldızı Olga Smirnova, Hollanda’ya iltica etti ve Hollanda Ulusal Bale’sine katıldı.

        Dansın uzmanları Smirnova’nın bir Isadora Duncan, bir Martha Graham gibi kırk yılda bir ortaya çıkabilen düzeyde bir yıldız olduğunu söylediklerinden bu terk edilmenin Bolşoy ve Rus balesinin geleceği açısından hiç de güzel bir gelişme olmadığı konuşuluyor.

        Bale, Rusya’nın elindeki ender soft power unsurundan bir tanesidir ve bunu da kaybetmek Rusya'nın dünyadaki etkin güç olarak hakkında hiç de iyi şeylere işaret etmiyor.

        Antik Yunan döneminde var olan dans sanatının 16’ncı yüzyılda bale sanatı olarak yeniden tanımını 1581’de başlayarak Fransızlar yapmış ve yeni sanatın kurallarını koymuşlardır.

        Hiçbir sanat dalında kadının kendi benliğini ifade etmesinin fazla istenmediği o yıllarda balede kadının önemli yeri olacağı belli olunca Fransızlar dans edecek kadına fazla özgürlük ve kendini istediği gibi ifade edebilmesine imkanı vermemek için balerinin hangi kıyafeti nasıl giyeceğinden tutun sahnede nasıl hareket edeceğine dair birçok katı kuralı koymuşlardı.

        İşte bu yüzden balenin yaratıcısı olarak Fransa’yı söylemek mümkün olsa da Rusya’nın da balenin yeniden yaratılmasını gerçekleştirdiği bilinir. 19’uncu yüzyılın ilk yarısında Rusya’ya gelen Didelot gibi Fransız bale uzmanlarının da katkısıyla Rusya yeni klasik bale formatını geliştirmeye başladı. Fransız dansçı Marius Patipa 1847 yılında St.Petersburg’a geldi ve 60 yıl boyunca Rusya ortamında balenin geliştirilmesi için çalıştı. Dönemde Çaykovski, Fındıkkıran, Uyuyan Güzel, Kuğu Gölü’nü de bestelediğinden bale Rusya’da tam anlamıyla bir patlama yaşadı.

        Her sanat dalına ilgisi olan ancak hiç birisinde sanat ürünü vermeyen gösteri örgütleyicisi Rus Sergei Diaghilev (1872-1929) ortaya çıkınca balenin tarihi de yeniden yazılmaya başladı diyebiliriz.

        Diaghilev, Bayreuth’da Wagner’in operasını seyredince onun ‘Gesamkutstwerks’ adını verdiği kavram ile, yani birçok sanat dalının bir araya getirilmesi yani bir sentez olan sanatı ile tanışınca, bale ile klasik müziğin ve Picasso gibi sanatçılar ile tasarımlanmış sahne dekorasyonunu bir arada sunan gösterileri dönemde sanatta modernin tanımını yapmakta olan Paris’te Ballets Russess'de 1908 ile 1909 da sahnelemeye başlayınca balede Rusya’nın önemi global düzeyde de artmaya başladı. Diaghilev müzik olarak yurttaşı Stravinsky’nin parçalarını kullanıyordu ve koreografı da bir başka Rus Vaslav Nijinsky’di.

        Balede normları Rus koreograflar ve balerinler koymaya başlamıştı. İşte bu yüzden daha sonra Isadora Duncan gibi büyük balerinler de Moskova’da bir ara bulunmak zorunda kalmışlardı.

        Daha sonra Diaghilev ile çalışmış olan Georg Balanchine New York’a gidince ve Duncan'dan sonra onun yokluğunu aratmayan Martha Grahamm da New York’da sanatıını yapmaya başlayınca 20’nci yüzyılda bale sanatında New York ön plana geçmeye başlasa da Rusya’nın ağırlığı da hiçbir zaman azalmamıştı.

        Ama Rusya’nın Ukrayna istilası sonucunda Rusya elindeki bale gücünü de kaybetme yoluna girecek gibi gözüküyor.

        Şu anda Rusya’da balede hakim iki bale ortamı bulunuyor, bir tanesi dünyaca meşhur Bolşoy diğeri de Mariinsky balesi.

        Marrinsky’ninn başında Putin’e yakınlığı ile tanınan bir isim bulunuyor.

        Bolşoy Balesi ise uzun süredir bağımsız tavırlar alabiliyor. Nitekim Rusya’nın da Ukrayna’yı istilasına ilk günden itibaren karşı çıktılar.

        Olga Smirnova da ondan sonra Hollanda'ya gitti.

        Dünyadaki birçok bale ortamı Rusya’yı cezalandırma kapsamında Rus balesi ile bağlantılarını keserken Putin’in de Bolşoy’u kendisine daha yakın olan Mariinsky’yee bağlamaya hazırlandığı söyleniyor.

        Bu da olursa temelde insanın dans yoluyla kendisini özgürce ifadesi olan bale sanatının Rusya’da geleceğinin daha da kararacağı söyleniyor.

        Aylaklığa övgü

        Aylaklığa övgü
        0:00 / 0:00

        Bertrand Russell (1872-1970) benim düşünce tarihi sistemleri tarihinde gördüğüm en çalışkan en üretken düşünce insanlarından bir tanesiydi.

        Cambridge Üniversitesi'ndeki kürsüsünde insan davranışlarının matematiğini çıkarmak, bunun felsefesini oluşturmak gibi zorlu bir işe girişmişti. 1910-13 yılları arasında çıkan kitabı Principia Mathamatica o kadar kapsamlı ve büyüktü ki kitabın müsveddesi Cambridge Üniversitesi yayınevine ancak bir yük arabası içinde taşınabilmişti. (Nigel Rodgers, Mel THompson, ’Sıradışı Filozoflar’ s.122).

        Çalışkanlığını, üretkenliğini bildiğimden olsa gerek onun bir de 1935 yılında yayınlanan ‘Aylaklığa Övgü ve Diğer Makaleler’ başlıklı kitabı da olması beni başlarda şaşırtmıştı. Aylaklıktan bu kadar uzak bir insanın neden buna övgü kitabı yazmış olduğunu ilk önce anlayamamıştım.

        Ama ilk tepkimin üzerinden yıllar geçtikten sonra aylaklığa övgüsünü yeniden okuyunca ve onun bu konudaki yazılarını da inceleyince dediğini anladım ve onun bahsetmekte olduğu aylaklığın bizin anladığımız tembel, işe yaramayan, sadece boş gezmekten ibaret hayat olmadığını da anladım.

        İyi bir sosyalist olan ve uzun yaşamının son günlerine kadar eylemci olmaktan vazgeçmeyen Russell (hatta 90’lı yaşlarında nükleer silahlara karşı sokak eyleminde tutuklanmıştı bile) kapitalist sistemde hiç durmadan çalışmak ve üretici olmak zorunda olan insanların yaratıcı düşünebilmeleri ve hayatta değer verdiklerini konular üzerine konsantre olabilmeleri için çalışma hayatı dışında bir süre mutlaka aylak kalmaları gerektiğini de düşünüyordu. Onun için aylaklık dönemi bir insanın yaratıcı düşüncelere dalması ve yaratıcı olabilmek için hayal kuması dönemleriydi. Gerçek insani yaşam aylaklığa imkan tanıyan bir yaşam biçimiydi.

        Eğer çalışmaya alışmış bir insanın aylak kaldığı günlerde boş gezmekten sıkılacağını da düşünüyorsanız, Russell asıl aylaklık döneminde insanın yaratıcı beyninin çalışacağını düşündüğünden sizin bu endişenize katılmayacağını bilmeniz gerekiyor.

        Russell’in aylaklığa övgüsü böyle de ama aylaklık ve can sıkıntısı bağlamında birkaç laf daha edebilmek için bu aşamada Soren Kieergerard’ın düşüncelerini de devreye sokmalıyız.

        Danimarkalı filozof Soren Kieergerard (1813-1855) can sıkıntısının insanın anlamlı bir hayat sürdürmesinin önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyordu.

        Kieergerard 1843'te yayınladığı 'Either/Or: A Fragment of Life’ adlı eserinde can sıkıntısının insan yaşamında var olan bir boşluktan ve anlam eksikliğinden kaynaklanacağını anlatıyor ve bunu aşmak için neler yapılması gerektiğini tanımlıyordu.

        Şunu görmeliyiz ki aylaklık dönemleri Bertrand Russell’in tanımladığı biçimde yani insanın anlamlı konularda hayal kurması ve hayatını zenginleştirecek düşüncelere girmesi dönemi olabilirse Kieergerard’ın korktuğu boşluk ve anlam eksikliğinin bu aylaklık dönemlerinde doğabilmesi de mümkün olmaz.

        Meseleye böyle baktığımızda her an haberdar ve bağlantılı olmanın ve çok çalışma etiğinin bize empoze edildiği bu dünya sisteminde özellikle 21’inci yüzyılın bu döneminde Russel’in tanımladığı biçimde ve Kieergerard’ın ortaya koymuş olduğu çekinceleri de göz önüne alarak aylaklığı savunmamız gerektiğini düşünüyorum. Kieergerard’ın da dediği gibi arada bir çekileceğimiz yalnızlığımızdaki aylaklığımız bizim beynimizi yaratıcı ve üretken fikirlerle doldurma potansiyeline sahiptir.

        Bu yazıya çalışırken danıştığım çalışmalar şunlardı:

        -James, Williams. (1890). The Perception of Time,” Principles of Psychology içinde

        -Keirkegaard, Soren (1992). Either/Or A Fragment of Life. UK: Penguin Random House. [3].

        Russell, Bertrand (1930). The Conquest of Happiness. London: George Allen & Unwin Ltd.

        Svendsen, Lars & Irons, John. (2005). A Philosophy of Boredom. Bibliovault OAI Repository, the University of Chicago Press.

        -The Concept of Boredom: Russell and Kierkegaard Palak Mittal Phd Scholar, Department of Philosophy Assistant Professor

        (Guest), Kamla Nehru College University of Delhi, New Delhi 110007, India

        Diğer Yazılar