Ahlaki üstünlük varsayımı, seküler ahlak ve gençlik
AK Parti iktidara geldiği günden bu yana gündelik yaşama ilişkin söylemleri daima ahlaki üstünlük konumu varsayılarak oluşturuldu.
Kendi dinsel atıflarının kendilerine böylesine ahlaki bir üstünlüğü otomatikman sağlamış olduğunu sanıyor olmalıydılar.
Dindar olma iddiasında olmanın kişiye ahlaki üstünlüğü otomatikman sağlamayacağını bu kişilere anlatmak ve ‘ahlak’ konusunda toplum önünde bir uzlaşıya varabilecek bir tartışma açmak, kendilerini ahlaken üstün konumda zanneden tarafta felsefe okumak, felsefi düşünmek adeti fazla var gibi gözükmediğinden, pek mümkün olamıyordu.
Kendilerini ahlaken üstün görenler bunun sağladığı rahatlık veya tembellik içinde beyinlerini açacak, geliştirecek fikirlere daha da kapandılar yıllar içinde.
Sonunda toplumda gelinen noktaya bakar mısınız, bazı yaşlı başlı insanlar bizlerin, özellikle gençlerin ahlaki bir yaşam sürebilmemiz için bazı kararlar alıyorlar. Ahlaken üstün olduklarını sandıklarından bu kararların tartışması da olamıyor. Bu insanlar yüzünden Melek Mosso ve diğerlerinin konserleri iptal edilebildi. Kendini ahlaken üstün saydıkları dünyalarında ne tür çarpıklıklar var bilemiyorum ama bu kararlarını bile ‘doğru ahlak’ kavramının ardına kamufle edebiliyorlar.
Son gelinen nokta bu da ben yine başlara bu iktidarın ilk yıllarına döneyim.
Başlarda bu kesimdeki ahlaken üstünlük varsayımını gördüğüm günden bu yana iki alternatif arasında gidip geldim bir süre başlarda.
Ya bu yanlış ve korkunç tavırları nedeniyle onlara tamamen karşı çıkacaktım ya da onlardaki ahlaken üstünlük varsayımı veri kabul edip "Acaba haklı yönleri var mı ki" diyerek kendi seküler ahlakımı sorgulama sürecine girecektim.
Bu ikinci alternatif, o yıllarda bile bende olan, ilerde bu iki görüşün toplum önünde açıkça tartışacağı, fikir düzeyinde hesaplaşacağı günlerin de bir gün geleceği inancıma uygundu. O güne kendimi hazırlamalıydım. Gördüğüm kadarıyla o tartışma, hesaplaşma günü bugünlerde yaklaşıyor da.
Bu yüzden ben o gün önümde durmakta olan iki alternatiften ikincisini seçtim ve o seçimimden bu yana da ahlak kavramını daha iyi anlamamı sağlayacağını umduğum felsefi metinleri okumaya, anlamaya çalışıyorum.
İnançları yüzünden kendilerini ahlaken otomatik üstün gören kişilerin pek başvurduğunu sanmadığım bir öğrenme, oluşma süreciydi bu.
Ha, azınlıkta olsalar da inançlı oldukları halde bununla yetinmeyip felsefi metinlerle de boğuşanlar var tabii ki ama onlar işlerin öyle göründüğü kadar basit olmadığını çoktan gördüler bence ve hala daha arayışlarını sürdürüyorlar. Toplumda Deist tavrın yükselişte olmasının bununla da bir ilgisi olmalı.
Benim kendim için varmış olduğum sonuç ise şu: Kendimi ahlaklı kılabilmek için benim inanca ihtiyacım yok. Seküler ahlakım bana yetip artıyor bile. Sadece kendime uygun görmüş olduğum hayat tarzımı özgürce, karışılmadan yaşadığım ve tercihlerimi gerçekleştirebildiğim takdirde kendimi özgür toplumda ahlaki yaşam sürüyor olarak kabul edeceğim.
Tabii burada ben önemli değilim. 67 yaşına gelmiş bir adamın ahlaklı yaşam tanımını iktidar veya güç sahipleri beğense de beğenmese de benim için artık fazla önemi yok bunun. Ama son festival yasaklarında görüldüğü gibi gücü elinde tutanlar gençlere de ahlak öğretmeye çalışıyorlar. Daha doğrusu kendi ahlaklarını gençliğe empoze etmeye uğraşıyorlar.
Biraz felsefe okumuş olsalardı bu çabalarının imkansızı denemek olduğunu görebileceklerdi. Kendilerini ahlaken üstün görenler bu ahlaklarını başkalarına empoze etmeye giriştiklerinde yenilmeye mahkumdurlar. Bunu hem tarih hem de önemi felsefi metinler bize söylüyor.