Pablo Picasso onun için "Dünyanın en güzel kadının bile portresi onu kadar fazla çizilmemiştir" diye konuşmuştu. Böyle konuşmasına rağmen kendisi de onun bir portresini çizdi tabii ki.
Picasso dışında Cezanne, Renoir, Roucault, Bonnard, Forain de onun portresini yapmışlardı. Bütün bu önemli ressamların portre çalışması için kendilerine seçtikleri kişi Ambroise Vollard (1866-1939) yaşadığı dönemde dünyanın sanat merkezi gibi olan Paris’in ve dolayısıyla dünyanın resim sanatının yönünü yönlendirecek kadar güçlü bir galeri sahibiydi.
İlk önce feodal sistemin gerilemesi ve toplunda aristokrasinin gücünün azalmasından sonra kapitalist üretim biçiminin de yerleşmesiyle birlikte sanat ürünlerinin sergilenmesi ve satılması yöntemleri de hızla değişmişti ve değişmeyi sürdürüyordu.
İlk önce sarayın kontrolünde olan ‘salon sistemi’ yavaştan devreden çıkmış ve resmi salon sisteminin yanında resmi kanallar dışında oluşturulan salonlarda resimler de sergilenmeye başlamıştı. Kapitalizm ile daha önce sanatçının koruyucusu olarak işlev gören kilise ve asil sınıflar devreden çıkmış ve yerine zengin insanların satın alma gücü devreye girmeye başlamıştı.
Ambroise Vollard resim başta olmak üzere orijinal sanat eserlerinin satışından büyük paralar kazanılacağını gören ilk iş adamı olarak nitelendirilebilir. O bu nedenle Paris’te belki de dünyanın ilk gelericiliğine girişti ve sanattan da iyi anlaması nedeniyle kısa sürede piyasanın gideceği yönü ve hangi sanatçının öne çıkacağını belirleme gücüne sahip oldu.
Resim sanatından özelikle çok iyi anlıyordu. Adı henüz duyulmamış genç ressamları arayıp o bulurdu. 19 yaşındaki genç Picasso’ya ilk sergisini düzenleme imkanını Vollard verdi.
Vollard öngörüsü nedeniyle galerinin yeni oluşmakta olan sanat dünyasındaki merkezi rolünü kavramıştı. Ama bunun yanında galericinin işinin iyi ressamı ilk önce keşfedip onun eserlerini sergilemekten ibaret olmadığını da anlamıştı. Ona göre iyi galerici aynı zamanda çok iyi sosyal ilişkileri olan bir insan olmalı ve bulunduğu ortamdaki sanatçıların ve paralı insanların birbirleriyle sosyal ilişki kurabileceği ortamla da oluşturmayı bilmeliydi.
Resim sanatının dönemde kalbinin attığı bölgedeki en merkezi cadde olan Rue Lafitte’de 37 numarada bir müstakil ev satın aldı ve galerisinin merkezi olarak burayı kurdu. Merkezin sergi odaları ve rahat dinlenmeye yarayan odaları da vardı tabii ama anı zamanda alt katında yemek partileri düzenleyeceği bir mutfak da bulunuyordu.
Bana Vollard’ı bu düzenlemesi çağımızda önemi anlaşılan ‘şefin mutfağı’ uygulamasını hatırlatıyor. Hani ünlü şef mutfağa yemek pişirmeye girdiğinde davet ettiği önemli misafirlerini ağırladığı mutfaktaki masa uygulamasına benziyordu Vollard’ın o günlerdeki düzenlemesi.
Nitekim Vollard Picasso dışında Rue Lafitte’deki galerisinde Paul Gaugin’in Tahiti resimlerini, Henri Matisse’nin eserlerini de sergiledi ve Emile Bernard ile Aristide Maillol’un da ilk solo sergi düzenlemesini de yaptı. Empresyonizmin önemini ilk anlayan uzmanlardan birisiydi ve bu akımın önemi ressamlarına galerisini daima açardı.
Galerilerde iyi resimlerin sergilenmesi işi çözmüyor tabii ki bunun dışında fiyatları yükselmeye başlayan resimlere para verebilecek insanların da galeriyi ziyarete alışması gerekiyordu.
Bunun çözümünü Vollard o dönemde mutfağına dönemin iyi şeflerini sokup haftalık düzenli yemek davetleri vererek çözmeye girişti. Davetlerde ana yemek olarak genellikle Kreole stili yapılmış körili tavuk ikram edilirdi ve tabii ki en iyi şaraplar da bulunurdu masada.
Birkaç yemek davetinden sonra bunlar Paris’in gece yaşamında dedikodu konusu olmaya başladı. Bu yemeklere davet almak prestij meselesi haine gelivermişti. Alexander Dumas bile Vollard’ın efsanevi mahzeninden bahsettiği bir yazı yazdı. Ünlü ressam Pierre Bonnard ‘A Vollard Dinner Chef veya Vollard’s Cellar' adını verdiği bir resim bile çizdi.
Bu davet gecelerinde dedikodu dışında günün resim piyasasının yönü de çiziliyordu. Çünkü ünlü sanatçılar ve şehrin zenginlerinin buluştuğu bu yemek masasında eserlerin deyim yerindeyse piyasa fiyatları da tayin edilip satışlar da oluyordu. Eaduard Manet, Edgar Degas ve Renoir’in keşfinde önemli rol oynayan Vollard bir tek Van Gogh’un eserlerini tatmin edici bir şekilde sergileme şansını atlamıştı ve bu hatası yüzünden hayatının sonuna kadar kendisini affedemedi. Dönemin bilinen gazetecisi Suzaanne Stamberg o günlerde Provance’da inzivada yaşayan Cezanne’nin eserlerini Voolard’ın sanatçının evine gelip nasıl satın aldığını ve bunları daha sonra galerisinde nasıl sergilediğini anlatan yazılar yazdı.
Daha sonra ‘Recollections of a Picture Dealer’ adını verdiği otobiyografisini de yazıp galeri hayatını anlatan Vollard ayrıca Cezanne, Degas. Renoir’ın da biyografilerini yazarak son derece canlı ve aktif bir yazı hayatı da geçirdi ama bence onun yemek davetlerini verdiği yemek mahzeni onun sanata en büyük katkısı olmuştu.