Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Elimden geldiğince buna muhatap olmamaya çalışsam da, arada bir bu ülkede gücü eline tutanların siyasi konuşmalarını baştan sona dinlediğim de maalesef olabiliyor.

        Her konuşmayı dinlerken acaba distopik bir rüyada mı yaşıyorum düşüncesi hakim oluyor bana kaçınılmaz olarak. Yaşanılan gerçeklikle söyleyen cümleler o kadar birbirine zıt olabiliyor ki, bazen acaba konuşan kişi yeni ve özel bir dil mi yarattı diye de düşünüyorum.

        Bu duygu bende özellikle ekonomi ile ilgili konuşmaları dinlerken oluyor. Konuşanın anlattığı ile yaşadığımız ekonomik gerçeklik öylesine farklı ki konuşanın farklı bir dünyada yaşadığını bile düşünebiliyorum.

        Konuşulanların kendi iç yapı tutarsızlıkları da oluyor daima. Konuşanın başlangıç noktalarını kendimizi zorlayıp kabul etsek bile onlardan vardığı sonuç bilinen tüm mantık kurallarını, rasyonel neden sonuç ilişkisi sistemlerini yıkabiliyor.

        Bu tür konuşmalar beni distopik duygulara itebiliyor da acaba aynı konuşmayı dinleyen diğer vatandaşların beyninde bunlar nasıl algılanıyor, acaba başkaları bunları duyunca ne hissediyor diye de düşünüyor insan.

        Ludwig Wittgenstein’ın düşüncesi gündelik dil felsefesi olarak tanımlanan analitik felsefenin zirvesi kabul edilebilir.

        REKLAM

        Wittgenstein dilin sürekli kandırmaları, yanılgıları, büyüleri olduğunu söylemiş düşüncemizi dilin sürekli bu kandırmalarından yanılgılarından arındırma görevimiz olduğunu ve dil ortamında tutsak olduğumuz ve asla bundan tam olarak dışarıya çıkamayacağımız için, arındırma çabasının sonsuza kadar süren bir görev olduğunu da söylemiştir. (Hans Joachim Störig, ‘Dünya Felsefe Tarihi’ s.618-199)

        Anlayacağınız bizlerin Türkiye’nin bugünkü siyasi koşullarında kullanılan diller nedeniyle birer tutsak olduğumuzu söyleyebiliriz..

        Otoriter sistemlerde bu tutsaklık yoğunluğu artmaktadır. Çünkü bu sistemlerde güç sahipleri '1984' eserinin yazarı George Orwell’in 'çitftdüşün' düşünme ve konuşma stilini de geliştirmişlerdir. Çiftdüşün birbiriyle çelişen iki düşünceyi de zihinde bir arada tutma ve bu düşüncelerin ikisine de aynı anda inanma durumudur.

        Örneğin ekonomimizin iyi durumda olduğunu bize anlatabilen veya Osman Kavala kararından sonra bu ülkede adaletin olduğunu anlatabilen bir konuşma çiftdüşün örneğidirler. AK Parti’ye hala daha oy vereceğini söyleyen insanlar bu çiftdüşün sistemini kendilerine içselleştirmiş görünüyorlar. Çünkü onlar dinlenilen konuşmaları rasyonel anlamlandırma sistemi dışında başka bir sistemle bunları anlayıp içselleştiriyor gibiler.

        Bu ülkede gücü elinde tutanlar bir kısım insana ne kadar tuhaf, irrasyonel gelse de bazı konuşmaları hala daha yapabiliyorlar çünkü bu konuşmanın farklı bazı kesimler tarafından tamamen rasyonel ve mantıki algılanacağını biliyorlar.

        Fakat çiftdüşün düşünce sisteminin ve konuşmaların yaygınlaştığı toplumlarda nedenler ile sonuçlar arasında illiyet bağı (nedensellik bağı) kurulması sistemleri de tamamen çökebiliyor. Buna alışan insanlar bir süre sonra tamamen irrasyonel ve Braudrillard’ın deyimiyle ne dünü ne de yarını olan sadece bugünü, o anlık düşünen biçimde (hiper-gerçeklikte) yaşamaya başlıyorlar.

        Bu geldiğimiz aşama Türkiye açısından tehlikelidir. Çünkü bu ülkenin ekonomisini ve adaletini yeniden kurmak için rasyonel düşünceye ihtiyacı olacak. Ancak bu imkan her gün dinlemek zorunda kaldığımız siyasi konuşmalar ile gün geçtikçe daha imkansız hale geliyor.

        Gündelik konuşma dilinin özgür olması

        Gündelik konuşma dilinin özgür olması
        0:00 / 0:00

        Kullandığımız gündelik dil bizlerin nasıl hayat yaşayacağımızı da belirler.

        Gündelik dilimiz yaşadığımız hayatı yansıttığı kadar, beynimizin düşünme kapasitesini de belirlemeye başlar.

        Örneğin sosyal medya dilini kullanmaya, kısa cümleler kurmaya, bilinen kelimeleri de kısa halde yazmaya, okumaya alışan beyinlerin zaman içinde kullandığı kısa cümleler gibi düşünme kapasitelerinin de azaldığı (kısaldığı) söyleniyor. Felsefenin ülkesi Almanya'da zor, uzun cümle ve kelimeler bulunması nedeni de bu olabilir.

        Sosyal medyayı yoğun kullanan ülkede, üstelik düşünceye otosansür uygulanması zorunluluğu da yaygınsa, bazı fikirler otorite tarafından suç diye tanımlanıyorsa, insanların hem düşünme kapasiteleri hem de konuşma yetenekleri zaman içinde zayıflar.

        Bizler George Orwell’i (1905-1950) 'Hayvan Çiftliği' ve '1984' kitaplarıyla tanıyoruz. Oysa o dil bilimi üzerine de çalışmaları olan bir düşünürdü.

        George Edward Moore ve Ludwig Wittgenstein gibi gündelik dil felsefecilerini de iyi çalıştığına emin olduğum Orwell otoriter sistemlere özgü düşünce ve konuşma sistemlerini iyi analiz etmiş ve bu sistemlere özgü olan çiftdüşün, düşünce polisi, hafıza deliği ve haberkonuşması gibi kavramları üretmiştir.

        Üzülerek söylemeliyim ki Orwell’in bu kavramlarla anlattığı distopik 1984 koşulları bizim ülkede rutin hale de gelmeye başladı.

        Yaşadıklarımızı anlamlandırabilmeniz için 1984 romanı ve Orwell’in dil üzerine düşüncelerini yazdığı ‘Politics and the English Language’ çalışmasını da okumanızı tavsiye ediyorum.

        '1984' koşulları gibi

        '1984' koşulları gibi
        0:00 / 0:00

        Eğer tavsiyeme uyar ve bugünleri daha iyi anlayabilmek için 1984 romanını okursanız orada kullanılan birçok kavramın bugünün ülke şartlarına uyumlu olduğunu göreceksiniz.

        Çiftdüşün sisteminin nasıl işlediğini ilk yazıda anlattım. Düşünce polisi henüz oluşturulmadı ama varmış gibi davranmamız da bekleniliyor bizden,

        Güç sahiplerinin geçmişte hata yaptıklarının, aldatıldıklarının sıkça söylenildiği bir ülkede yaşadığımızdan Orwell’in hafıza deliği kavramı da bize çok uygun olabilir. Hafıza deliği geçmişte bazı istenilmeyen konuşmalar veya davranışların zihinden ve belgelerden silinmesi sistemini anlatıyor. 1984 romanında hafıza deliği bir küçük odada bulunan bir delikten sansürcünün imha makinesine giden kanal olarak anlatılıyor. Dediğim gibi bizde henüz bu kurum resmen oluşturulmuş durumda değil ancak düşüncelerimiz ve konuşmalarımız adeta bu sistem varmış gibi yapılıyor mecburen.

        Bir tane de güzel konu

        Bir tane de güzel konu
        0:00 / 0:00

        Bazı haber kanalları üst üste verdikleri kötü haberler nedeniyle izleyiciyi bunaltmış olabileceklerini düşündüklerinden haberlerin sonuna iyi haber de koymaya çalışıyorlar. Bunu bulabildikleri pek söylenemez ama en azından gayret ediyorlar.

        Ben de Orwell in anlattığı otoriter sistem söylemiyle zaten bunalmış ruhlarınızı daha da bunaltmış olabileceğimden bari güzel bir konuyla bitireyim yazıları dedim.

        Orwell otoriter düşünce ve konuşma sistemlerini anlatmanın yanı sıra aynı zamanda bir yemek yazarıydı da.

        İngiliz yemek kültürünü barbarik bulan Orwell bunun iyileştirilmesinin İngiltere’nin daha etkili, daha iyi dış ilişkiler kurabilmesi için gerekli olduğunu söylüyordu. Bu iyileştirmenin nasıl olabileceği üzerine de kafa yormuştur Orwell. İngilizlerin kahvaltıyı diğer kültürlerden farklı algıladıklarını ve bunu kendi başına ciddi bir akşam yemeği gibi algıladıklarını anlatan yazılar yazmış ve İngiliz kahvaltısında çok kullanılan marmelat için yeni kullanım tarifleri bile vermiştir.

        Diğer Yazılar