Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yunanistan’ın uluslararası ilişkilerde özellikle Türkiye ile ilgili konularda sürekli kendinden çok emin ve şımarık davranışlar içinde olabildiği umarım dikkatinizi çekmiştir.

        Önemli konularda takınılabilen bu şımarık tavır sadece Yunan karakterindeki bir deformasyona bağlanıp geçiştirilebilecek bir şey değildir. Bu şımarıklığın önemli tarihi nedenlerini ve ‘Batı’ aleminin Yunanistan ile ideolojik, kültürel bağlarını hatırlamazsak Türkiye diplomasisinde ne kadar güçlü olursa olsun Yunanistan karşısında kendisini dezavantajlı hissedebilecektir.

        Bugün hangi Batı medeniyetine dair kitabı okursanız bu medeniyetin kökeninde antik Yunan felsefesinin, kültürünün olduğu anlatılır. Batı'nın müziğinin, tiyatrosunun insanlara sergilenmesi biçiminin de Antik Yunan’dan alındığı söylenir ve hatta Antik Yunan değerleri olmasaydı Batı medeniyetinin dahi bugün olduğu gibi olmayacağı görüşü de yaygın kabul gören bir fikirdir Batı'da.

        İstanbul'un fethinden sonra Doğu Roma'dan kaçan düşünce ve sanat insanları olmasaydı Rönesans'ın bile olmayabileceği görüşü, Antik Yunan’ın kökeninde olduğu söylenen Batı aleminin Doğu ile karşıtlığını anlatmak için de kullanılır.

        REKLAM

        Bu anlatılan hikaye tamamen yanlış demiyorum ama eksik olduğu muhakkaktır. Her şeyin kökeninde olduğu söylenen Antik Yunan değerlerinin oluşmasında o dönemde özellikle Doğu kültürüyle kurulmuş olan etkileşimin etkisinin de olduğu muhakkaktır.

        Yunan katkısı olmasaydı olamayacağı söylenen Rönesans'ın bile Doğu medeniyetinin yarattığı Endülüs İslam etkisi olmadan var olmayacağını söyleyen değerli çalışmalar da vardır.

        Yani Batı aleminin kültür ve düşüncesinde Antik Yunan felsefesi ve kültürünün etkisinin olduğu doğrudur ama bu kültürün oluşumunda Doğu ile etkileşimin, Doğu'dan da alınan değerlerin ihmal edilmesi yanlışlara yol açacaktır.

        Yunanistan bu konudaki ideolojik önyargı avantajını sürdürmek için kendi kültürünün Doğu ile karşıtlığını sürekli pekiştirmek için tarihi söylemleri kullanarak bilinçli ideolojik ataklar yapmaktadır. Bu ataklara bilinçli, bilgili karşılık verebilecek Doğu'nun tek gücü şu anda Türkiye’dir. Yunanistan da bunu bildiğinden taktik nedenlerle Türkiye ile ilgili söylemleri bazen haddini aşan sertlikte olabilmektedir. Türkiye uzun süredir ihmal etmekte olduğu Endülüs’e de etkisi büyük olan Anadolu kültürünün gücü faktörünü anlatmayı güçlü bir biçimde devreye sokabildiği takdirde, Batı'daki ideolojik engelleri aşıp uluslararası arenada Yunanistan'a karşı daha avantajlı duruma gelebilir.

        İdeolojik savaş

        İdeolojik savaş
        0:00 / 0:00

        Yunanistan Batı'daki bu ideolojik tavrın kendisine uluslararası alanda sağladığı avantajın farkındadır ve bu avantajını sürdürmek için sanatta, kültürde her platformu kendi lehine kullanmak için ideolojik savaş vermektedir.

        Bunun ilginç bir örneğini Homeros’un İlyada destanına dayanarak yapılan Troya filmi oluşturmaktadır. Bu filmi Yunan ideolojik savaşının ilginç bir örneği olarak ele alıp çalışmakta yarar var.

        Film görünürde tabii ki Kaz Dağı'nın eteğinde bulunan Hisarcıklı yöresinde geçmiş olan Truva Savaşı anlatılmaktadır.

        İlyada destanının anlatımlarında Troya, efsanevi canavarları ile birlikte destansı biçimde Antik Yunan’ın doğusunun yıkılması zor gücü ve hatta Anadolu kültürünün bir yıkılmaz sembolü olarak bilinçlerde konumlandırılmıştır. Brad Pitt’in Aşil’i canlandırdığı filmde Yunan güçleri Truva Atı'nı da kullanarak karşılarındaki büyük gücü yenmeyi başarırlar. Buradaki savaşta zafer aynı zamanda Antik Yunan’ın kendi 'Doğu’sunun (Anadolu’nun) kültürüne karşı zaferinin de metaforik bir anlatımıdır. Anlayacağınız bu film Batı'nın kültürel üstünlüğü ideolojisini kuvvetlendiren bilinçaltlarına seslenen bir alt metne de sahiptir.

        Batı'yı tam anlayabilmek için

        Batı'yı tam anlayabilmek için
        0:00 / 0:00

        Batı’yı tam anlamaya çalışmak onun sadece Antik Yunan etkisi altında kalan yönünü bilmekle olamaz tabi ki. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi Batı kültüründe Antik Yunan hayranlığı yoğun olsa da o kültürde Doğu'yu ve İslam dünyasını anlamak yönünde son derece saygın çalışmalar da vardır. Bunun en çarpıcı örneği Batı felsefesinin ve düşünce tarihinin dev ismi Goethe’dir.

        1770’lere yani Goethe’nin zamanına gelinceye kadar nerdeyse 7‘nci yüzyıldan itibaren Batı aleminde İslam hep yanlış ve önyargılı yorumlanıyordu. Yapılmış Kur’an tercümeleri bile bu önyargılı kötüleme çabalarının damgalarını taşıyabiliyordu.

        Bir gün hocası, usta felsefeci Herder ile sohbet ederken Goethe hocasına "Öyle güzel ve hikmetli konuşuyorsunuz ki bunun kaynağını merak ediyorum" dedi. Herder bunun nedeninin kendisinin Kur’an’ı okumuş olmasından kaynaklandığını söyledi ve Goethe’ye de onu okumasını tavsiye etti. Herder, Goethe’nin özelikle George Sale’nin 1734’te neşredilen tercümesini okumasını istemişti. Herder'in de bunu Kant ile sohbetlerinde öğrendiği söyleniyor. Batı'nın önemli bir düşünürünün İslam merkezinde şekillenen Doğu kültürüyle ve İslami değerlerle kurmuş olduğu bu sıcak ilişki o güne kadar Batı aleminde fazla görülmüş bir şey değildi. Goethe’nin İslamiyet’e, Kur’an’a ve Hz. Peygamber'e duyduğu sıcak duygularını yazdığı satırları da bulunuyor.

        Peygamber hakkında bulabildiği bütün çalışmaları da okuduğu bilinen Goethe, ‘Mahomet’ adını verdiği bir tiyatro eseri hazırlığını da yaptı. Bir taslak halinde kalan çalışmanın bölümleri içinde bulunan Hz. Muhammed ile Hz. Fatma arasında gelişen bir parçayı da oradan ayırıp bağımsız bir şiir olarak ‘Mohamet’s Gesang’ adıyla Gottinger Musealmanac dergisinde yayınladı.

        Washington'da bozulan sinirler

        Washington'da bozulan sinirler
        0:00 / 0:00

        Bugünlerde olduğu gibi Türkiye ile Yunanistan arasında tırmanma ihtimali bulunan gerginlikler yaşandığında bunun Washington’da soğukkanlı veya onların dediği gibi ‘cool’ izlendiğini sanıyorsanız yanılırsınız.

        Ben Kardak krizi (1995) patladığında Hürriyet gazetesinin Washington temsilcisiydim. Bodrum’a altı kilometre uzakta bulunan kayalara Yunanistan'ın bayrak çekmesiyle başlayıp hızla tırmanan bu kriz Washington’da devletin tüm kademelerinde tam anlamıyla panik içinde izlenmişti. NATO üyesi iki ülke arasında ya savaş patlarsa korkusu gerçekten büyüktü Washington’da. Hatta o günlerde yönetimin Türkiye ile ilgili birimlerinin başındaki iki isim ile Georgetown’da bir restoranda buluştuğumda yetkililerden bir tanesinin bölgemizdeki gerginlik nedeniyle bozulmuş ruh halini sakinleştirebilmek için öğle yemeğinde dört martiniyi içtiğini görmüştüm. Bugünlerde ise Washington’da bölgemiz ile ilgili yetkililerin sakinleşmek için ne yaptıklarını bilemiyorum ama ABD’nin başkentinde yine bir büyük endişenin var olduğuna eminim.

        Diğer Yazılar