20 yıllık yönetimin memleketimizde yarattığı tahribatın özellikle sadece ekonomide olduğunu sananlar fevkalade yanılıyorlar. Durum böyle olsaydı yeni yöntemin işi kolaydı. Cumhuriyetimizin ekonomisinin düzenlenmesi için Birinci Milli İktisat Kongresi'ni düzenleyen İzmir'de halen sürdürülmekte olan cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına ışık tutacak İkinci Milli İktisat Kongresi'nden çıkacak sonuçlara göre uzun aradan sonra liyakatli kadrolara işi teslim edersin ekonomi sorunu çözülür. Bu nispeten kolay olandır.
Ama tahribat ne yazık ki ekonomi ile sınırlı değil.
Hayatın hangi alanına baksam yapı-bozucu gücün eski Türkiye diye adlandırdığı günlerde aklınıza gelebilecek her alanda var olabilen potansiyel kalite ve modern gelişme nüvesi nerdeyse bilinçli bir program çerçevesinde ortadan kaldırılmış ve hayatın tümü sadece lümpen kalabalığın zevk alabileceği bir düzeysizliğe bir tür 'başarıyla' ulaştırılmış.
Tahribat sadece eğitim, sağlık, üniversiteler gibi kurumsal düzeyde değil, aynı zamanda ahlak, rasyonel düşünce, kaliteli hayat anlayışı, yani insanı modern ve düzgün yapan hemen her şey bir şekilde yeniden tanımlanmış ve kavramların içi boşaltılmış.
Bunlar soyut kavramlar değil, eğer bu ülkede kaliteli, modern düşünceli gençlerimiz olmasını istiyorsak bütün bu tahrip edilmiş kavramlar yeniden ele alıp üzerinde toplumsal anlaşma sağlanacak biçimde yeniden tanımlanmak ve hayata geçirilmek zorunda. Eğer bu yapılmazsa görev tanımı gereği benim asıl önem verdiklerimle değil hemen 'büyük' işlerle uğraşmaya zorunlu olarak girişecek yeni yöntemin demokrasiyi kurabilmesi ve özlediğimiz kaliteli ülkeyi yeniden kurabilmesi mümkün olamayacak maalesef. Evet bu kadar kötümserim çünkü hangi alana bakarsam bakayım bilinçli ve planlı yapılmış olması gereken tahribatın o kadar büyük olduğunu görüyorum ki, seçimden sonra gelebilecek yeni yönetimin bu ülkeyi yeniden düzenlemesinde işinin çok zor olduğunu görüyor ve korkuyorum.
Bugün size baktığım o alanlardan sadece bir tanesi hakkında yazacağım ama bana inanın konu ne olursa olsun yaratılan enkazı aynen görebiliyorsunuz.
Bugün benim vereceğim sadece bir örnekten ibaret ama buna benzer binlercesi olduğunu bilin ve eğer yeni bir yöntem gelirse ona sabır ve güç dileyin.
Bağbozumu sadece zamanı gelmiş üzüm hasadının ağaçlardan toplanılmasını anlatan bir kavram değildir. Bağbozumu aynı zamanda toplumun geleneklerini, tarihini, kültürünü, hayat mutluluğunu anlatan bir kavramdır da.
Bizim geleneğimizde birçok yörede bağbozumu zamanı geldiğinde şarkılar söyleyerek bir araya gelen halkın hep birlikte emeklerinin sonucunu neşeyle toplamaları vardı. O bir kültürel neşe ortamıydı.
Topluma yeni bir ahlak tanımlamaya girişenler, şarkılara, hayat keyfine ve neşeye de ilke olarak karşı olduklarından bağbozumuna ve üzüme pek iyi bakmıyorlardı. Üzüm aynı zamanda adının söylenmesi bile yasaklanmaya çalışılan şarabın üretiminde kullanıldığından yılların Anadolu kültürünün üzümü nerdeyse yasaklı meyveye dönüştü bu berbat ortamda.
Tamam ne içtiğimizi söylemeyiz, yazmayız bunlar önemli değil, nasıl olsa bunu yapacağımız günler de yine gelecek… Ama yaratılan ortamda aslında ne oldu biliyor musunuz…
Tarım uzmanlarından öğrendiğime göre daha önce dünyanın en kaliteli şaraplarının üretildiği kalitede olduğu bilinen bağlar yaratılan bu ortam nedeniyle tahrip olmuş ve bunların bazılarının geri dönüşü olmasın diye kaliteli üzüm bağları sökülüyormuş.
Bunu duyunca içim bayağı acıdı. Nedenini de bir sonraki yazıda anlatacağım...
Bir önceki 'Bağbozumu' başlıklı yazımda dediğim gibi içim neden acıdı biliyor musunuz?
Şimdiki yönetim öncesinde, yani onların deyimiyle eski Türkiye'de yemek yazıları da yazdığımdan yiyecek-içecek sektörünü yakından takip ederdim. Hatta bu sektörün New York ile kurmaya çalıştığı bağlantıları da birinci elden biliyorum.
O günlerde şarap üreticilerimiz dünya piyasasına çıkarılabilecek düzeyde kaliteli şaraplar üretme yolunda büyük adımlar atıyor ve yatırımlar da yapıyorlardı.
Hatta bazı üreticiler New York'taki restoranlar ile örneğin 'Per Se' gibi kaliteli restoranlar ile bağlantı yapma aşamasına gelmişlerdi. Bazı restoranlar Türk şaraplarını mönülerine koymak için zihinsel açıdan hazır durumdaydılar.
Sonra bugünkü ortam oluşturuldu kaliteli üzüm üreten bağlar tarımın genelde tahrip edilmesi sürecinde ya üretimden vazgeçti ya da şantiye haline dönüştürüldü.
Büyük fırsat kaçırıldı ve yazık oldu bu ülkeye gerçekten üzücü.
Bu neden önemliydi biliyor musunuz. Şu andaki şarap mönüsünde 2 bin adet şarap bulunmasına rağmen eğer Per Se Türk üreticilerden de ürün alıp restoranda müşterilerine sunsaydı neler olabileceğini bi düşünebilmeniz için size iki defa sevdiğim arkadaşlarımla yediğim Per Se restoranını biraz tanıtmalıyım.
İlk önce bu restoranın sahibi Amerika’da Fransız stili ‘fine dining’ ekolünü tanıtıp yerleştiren Thomas Keller’dir.
Keller’in Per Se dışında belki ondan daha meşhur olan Napa Valley’de The French Laundry, Bouchon ve Bouchon Bakery adlı işletmeleri de vardır.
Keller bir ürünün arkasında durup onu restoranında sunmaya başladığı anda o ürün trend olur ve Amerika genelinde merak uyandırmaya başlar. Eğer geçmişte başlatılan çalışmalar bitirilebilseydi, eğer Türk şarapları o mönüye girebilselerdi neler olabileceğini bir de siz düşünün lütfen, eğer hayal kurma gücünü bile öldüren bu ortamdan sonra hala daha güzel hayal kurabilme gücünüz kaldıysa bunu yapmaya çalışın.
Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.