Sanıyorum ki önümüzdeki aylarda ve eğer vaktimiz olacaksa önümüzdeki yıllarda medyamızda üzerinde fazla durulmayan, hatta hepimizin unutmaya çalıştığı ölüm gerçeği üzerine yazılar artmaya başlayacak.
Bunun nedeni bizleri bir felaketin beklemekte olduğu filan değil.
Ölümün gündemimize girmesinin çok daha basit nedenleri var. 68 ruhunu yakalamış ve eğitimlerini 70’li yıllarda tamamlayan, ve kendilerine yaşam tarzı olarak yazı hayatını belirlemiş bazı insanlar bugün gelinen noktada 70'li yaşlar etrafında dolaşmaya başladılar.
Yani bizlerin bugüne kadar romanlarımızda, kısa hikayelerimizde makalelerimizde başkalarının sorunu olarak ele alarak işlediğimiz ölüm, sonunda bizlerin kişisel problemi oluverdi.
Tabii, her büyük konu kapımıza dayandığında daima yaptığımız gibi bu konuyla da yazarak üzerinde düşünerek baş etmeye çalışacağız.
Yazarlar olarak ölüm konusuyla baş edebilecek miyiz bilmiyorum ama bunu deneyeceğimiz kesin.
Bir süre önce ölüm konusunda bu yazının temelini oluşturan bazı notlar almaya çalıştım bir gece yazar Nedim Gürsel ile televizyonda yapılan bir söyleşiyi dinledim. Gördüm ki Nedim Bey de ölüm üzerine bir kitabı yayınlamak üzere, benden o ya üç veya dört yaş büyük yani aynı yaş grubunda sayılırız. Bu da beni bir yaş grubundaki benzer hayat geçmişlerine sahip yazarların bugünlerde ölüm konusunu daha fazla işlemeye başlayacakları sonucumu güçlendirdi.
Aslında içeriği son derce zengin olan ölüm konusuna bu yazı sadece bir girişi oluşturuyor ama umudum ilerde düşüncenin nasıl geliştirileceği konusunda bu girişte bir fikir vermeyi başarabilmek.
Böyle şahsi boyutu yoğun olan bir konuya eğer giriyorsam bir yazar olarak baştan kendi analizimi de açık yürekle yapmam gerekiyor.
İlk başta ölüm konusuna girdiğimden şu anda benim bildiğim ve teşhis edilmiş ölümcül bir hastalığım henüz yok. Bunu okuyucunun bilme hakkı var eğer bu yazıyı okuyorsa. Bu durum yarın değişir mi bilmiyorum ama yazıya başladığım anda durum şimdilik böyle.
Yarın öbür gün yeni bir gelişme olursa bundan da sizi haberdar ederim. Yani özetle bu konuya öleceğim tarihi bildiğim için girmiyorum. Konuya üzerinde mutlaka düşünülmesi ve hakkında diyaloglar açılması gerektiğiiçin girdim.
Yaş belirli noktayı geçince karamsar ruh halimin doğal olduğunu düşünenler olabilir ama bu da tam doğru değil galiba. Benden daha büyük birçok arkadaşım var onların çoğu ölüm konusu sanki hiç yokmuş gibi yaşıyorlar.
Onları eleştirdiğimi sanmayın aksine kıskanıyorum onları. İyimserlikle hayata tutunmalarını ve kalan zamanı en güzel değerlendirme güçlerini bayağı da seviyorum.
Açıkça öyleyim Dorian Gray sendromumdan hiç hoşlanmam. Oscar Wilde’ın 'Dorian Gray’in Portresi' kitabında kendisinin artık yaşlanmaması karşılığında sadece portresinin yaşlanması ve kendi hayattaki günahlarının portrenin suratına yansıtılması anlaşmasını şeytanla yapmış olan kişinin hikayesi anlatılıyor.
Yaşına rağmen genç kalmak iddiasında olan ve kalan zamanında haz peşinde koşan karakterler tabii ki var ama benim arkadaşlarımın çoğu böyle değiller.
Peki o zaman ben neden böyleyim, bunun cevabı belki yazarlık mesleğinde yatıyordur. Bu hayat tarzı devamlı tek başına okuma ve yazmaktan ibaret ve siz devamlı yeni konu düşüyorsunuz ve ölüm de yazı dünyasının favori konularından bir tanesi. Şimdi bunlara da bakmalıyız..
Her yazar için yoğun okumak bir hayat tarzıdır. Madem ölüm hakkında yazacağım o zaman ben de usta yazarların onu nasıl ele aldıklarını incelemeye ve bir program çerçevesinde okumaya başladım. Bunun sonuçlarını ileride kademeli olarak sizinle paylaşacağım ama konuya ilk olarak bir usta ile başladım. Bugün sadece bunu aktaracağım size.
Tolstoy ‘İvan İlych’in Ölümü’ başlıklı kitabında öleceği haberini alan adamın bu haber ile nasıl baş etmeye çalıştığı ve yaşadığı korkuları, karamsarlıkları anlatıyor.
Usta bir romancının eğer size bu korkuyla baş etmek konusunda bir umut kapısı açacağını sanıyorsanız bence yanılırsınız çünkü ben kitabı okuduktan sonra ölüm korkum ve endişelerim azalacağı yerde daha da arttı.
Ama bu konuda deneme veya bir roman yazmak isteyenlerin çıkış noktası mutlaka bu kitap olmalı.
Peki ölüm hakkında romanı olan Tolstoy’un kendisi nasıl öldü? Bu konuda anlatılan iki hikaye var. Aslında öldüğü yer aynı tren istasyonu misafir odası ama oraya varış hikayesi değişiyor.
Bir anlatıda Tolstoy’un nerdeyse serseri gibi tek başına yola çıktığı ve aç susuz bir tren istasyonuna vardığında orada kendisini tanıyan ve seven müdür tarafından eve alınıp yatak verildiği ve o odada tek başına öldüğü söyleniyor. Bu hikayenin bir paçası olarak Tolstoy’un eşinin onun öldüğü odanın penceresine tek başına gelip içeriye bakmaya çalıştığı da söylenir.
Diğer hikayede ise yine aynı tren istasyonunda ölünüyor ama Tolstoy’un oraya özel doktoru eşliğinde rahat bir seyahatten sonra geldiği söyleniyor. Hangisi daha doğru bilemiyorum ama şurası kesin ölüm hakkında romanı bulunan Tolstoy kendi ölüm sürecinde daha rahat olabilmek için dine sığındığı söylenebilir.
New Yorker dergisi yazarlarından doktor Atul Gwande’nin benim çok önem verdiğim ‘Being Mortal’ (Ölümlü Olmak) adlı bir kitabı var. Bu çalışmasında doktor tıp biliminin elindeki tüm imkanları seferber ederek tüm bilgi birikimini insanları daha uzun yaşatmaya konsantre olduğunu söylüyor. Bunun olabileceğini ama tıp aleminin aynı zamanda insanların korkmadan rahat ve acısız ölebilmeleri için sistemleri de düşünmesi gerektiğini yazıyor.
Ben bunun her toplumdaki yaşlılar için hayati önemde olduğunu ve bu şekilde ölebilme şansının bizlere tanınması için gereken düzenlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Hayati önemde olan hiçbir konu tam konuşulmadan bir seçime gitmeye hazırlanılıyor benim oyum bu konuyu gündeme taşıyan partiye olacak bunu açıkça ilan ediyorum.
Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.