Bir süredir erotik saplantı konusunda Nobokov'un aslında Lolita romanında gitmek istediği ama sadece kenarından girdiği yollardan neden sonuna kadar yürümediğini, romanın içeriğine yedirilmiş olan 'yaşlı adamın genç kıza cinsel köle olması tema'sını neden tüm boyutuyla işlemediğini bu konuyu neden yarım bıraktığını düşünüyorum. 'Lolita' romanını tekrar okuyorum ve romana başından, ortasından girerek tüyolar kapmaya çalışıyorum. Romanda var olan erotik saplantı konusunu filminde çok değişik boyutlara götüren Stanley Kubrick’in 1963 tarihli Lolita filmini defalarca inceledim. Bu filmin ikinci yapımı olan Adrian Lyne’nın 1997 yapımı Lolita filminde de değişik erotik saplantı boyutları ve yeni fikirler buldum.
Açıkçası fikir çalıntısı (plagiarism) suçlamasından hiç korkmadan Nobokov romanı ve onun üzerine yapılmış iki filmden etkilenerek bir roman yazılması ve konunun gitmesi gereken boyuta kadar götürülmesi gerektiğini düşünüyorum (sanatlarda ve edebiyatta fikir çalınması ve/veya etkilenme boyutu üzerine daha sonra ayrı bölümde birkaç laf edeceğim).
Yazılması gereken yeni romanda ilk romanda içselleştirilmiş olarak var olan erotik bağımlılık ve erotik hakimiyet temasını daha ileri bir boyuta taşınması ve romanın tamamen bağımlılık-tutku konusu üzerine kurulması gerektiğini düşünüyorum.
İlk yazıda bahsettiğim erotik egemenlik, yaşlı adamın genç kız üzerine kurduğu egemenlik değil aksine genç kızın aşama aşama ilerleyerek yaşlı adamı erotik açıdan kendisine bağımlı hale getirmesi ve sonunda adamın tüm varlığının genç kadının arzu ettiği yönde tanımlanmasını anlatacak.
Nobokov’un kitabında bu cinsel açıdan yaşlı adamın genç kadına bağımlı hale gelmesi boyutu var ama kitap daha sonra bambaşka yönlere gidiyor. Yukarıda bahsettiğim filmlerde ise hem Stanley Kubrick hem de Adrian Lyne özellikle üç sahnede bu cinsel hakimiyet ve bağımlılık ilişkisini vurgulamışlar.
Bunlardan Kubrick filminde yer alan sahnede yaşlı adam yatakta uzanmış halde bulunan genç kızın ayak tırnaklarını boyarken görülüyor. Diğer filmdeki sahnede ise odanın bir ucunda oturmakta olan yaşlı adama çoraplı olarak koşarak giden genç kız, adamın yanına varınca ayaklarıyla adamın ayağına basarak adama tepeden bakıp konuşuyor. Aynı filmde diğer sahnede sallanan koltukta oturmakta olan adamın karşısında oturan Lolita çıplak ayağıyla adamın sandalyesini sallamaya başlar, yani sembolik olarak adamın hayat ritminin artık kızın elinde olduğu söyleniyordu. Üç sahnede de kadının erotik hakimiyetini evrensel çağrıştıran sembollerle yaşlı adamın genç kadının kontrolüaltına girmekte olduğu vurgulanmış.
Açıkçası bu üç sahne bana yazılması gerektiğine inandığım roman için yeterince fikir verdi. Romanda cinsel açıdan genç kıza bağımlı hale gelen yaşlı adamın tüm hayatını ve varlığını genç kadına uyarlayarak yaşaması ve tam anlamıyla onun bir kölesi olması işlenmeli. Çünkü hem Nobokov'un romanında hem de iki filmde bu yöne gidilmesi gerektiğinin işaretleri var.
Yoğun ve derin duyguların söz konusu olduğu bu tür hayatların filmde nasıl ele alındığını görmek için ayrıca Josef von Sternberg’in yönettiği 1930 tarihli The Blue Angel filmi üzerinde de çalıştım. Marlene Dietrich’in bir kabare oyuncusunu canlandırdığı filmde. Her gece onu takıntılı bir biçimde seyretmeye gelen profesör, kadının yakın çevresinde olabilmek için hayatındaki her şeyden vazgeçmeye hazır olduğunu belli edince yavaş yavaş kadının bir uşağı haline dönüşür. Adamın tek işi sonunda Dietrich’in naylon çorabını giydirip çıkarmaktan ibaret gibi kalmıştır ama adam kadının bu cinsel üstünlüğündenmemnundur. Sternberg cinsel tutkunun insan beyninde açabildiği karanlık dehlizi de çok güzel anlatmıştır.
Bu bir büyük roman ve üç güzel filmden oluşan analiz bende yeni bir roman duygusunun doğmasına neden oldu. Anlatılması gereken hikayenin ne yöne gideceğini biliyorum ama gereken duygu yoğunluğunu ve ihtiras ateşini yazıya cesur dökmeyi birileri başarabilecek mi işte bunu bilemiyorum.
İlk önce bu bölümde size bir olay anlatacağım daha sonra son bölümde de fikir etkilenmesi / fikir çalmak kavramları ne zaman ayrışır ve bir etkilenmek ne zaman fikir çalmaya dönüşebilir konusunu biraz tartışacağım.
Bahsedeceğim hikayenin yazarının adı Heinz von Lichberg. Adını duymamış olmanız önemli değil çünkü o ünlü bir yazar hiç olamadı ama Berlin'de 1916’da yaşarken yazmış olduğu bir hikaye çok ilginç. Bu hikayede yurt dışına yaptığı bir gezide yerleşmiş olduğu bir evde adamın başına gelenler anlatılıyor. Evde gördüğü genç kızın davranışlarından anında etkilenen adam oldukça hızlı biçimde onun etkisi altına girer ve kendini ona tamamen bağımlıymış gibi hisseder. Adam kendini tutmayıp yaşına rağmen kızla fiziksel yakınlaşır ama daha sonra kız bir hastalıktan dolayı ölür. Hikayenin geri kanan bölümde adam kız ile ilgili hatırladıklarını anlatır.
Şimdi sıkı durun; 1916 tarihli bu hikayede anlatılan kızın ve hikayenin adı Lolita.
Anlayacağınız Nobokov’un romanının basımından 40 yıl önce Berlin’de Lolita adında bir benzer hikaye yazılmıştı.
Nobokov’un 1967 yılına kadar Berlin’de bulunduğunu da biliyoruz. Acaba Nobokov bu okumuş olabileceği hikayeden sadece etkilenmiş midir yoksa burada bilinçli bir fikir çalması olayı mı vardır?
Okumayı yeni bitirdiğim Jonathan Lethem’in ‘The Ecstasy of Influence’ kitabı neredeyse tümüyle yazarların daha önce okudukları kitaplardan ve görmüş oldukları sanat eserlerinden etkilenmelerinin ve bunlardan fikirler üretmelerinin ne anlama geldiğini sorgulamak üzerine yazılan makalelerden ibaret.
Lethem fikir çalmak (plagiarism) konusuna ayırdığı bölüme de bir önceki bölümde anlattığım 1916 Lolita hikayesini anlatarak başlamış.
Nobokov’un başına gelmiş olabilecek türde etkilenmelerin her yazara olabileceğini ve burada önemi olan kriterin yazarın etkilenmiş olduğu fikir ile kendi eserinde neler yapmayı başardığı olduğunu söylüyor. Eğer bir yazar daha önce etkilenmiş olduğu bir kitaptan aldığı fikirle yeni edebi boyutlar açmışsa, yeni deneyler yaratabilmişse bu tür etkilenmenin hem edebiyatın hem de diğer tüm sanatların doğal gelişim sürecinde normal olduğunu görmemiz gerekiyor. Ama bunun yerine "Her etkilenmeyi fikir çalmak olarak damgalamaya çalışırsak bunun sonucu edebi ve sanatsal gelişmeyi de durdurmak riski de olabilir" diyor Lethem çalışmasında. ben de buna katılıyorum.
Kendine güvenen yazarlar nelerden etkilenmiş oldukları eserleri açıkça belirterek bahsetmiş olduğum tutku romanı üzerine düşünmeye başlasalar bence iyi olacak.
Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.