Dünyanın en büyük, en güçlü dergi yayıncılarından olan Conde Nast’ın kendisinin artık dergi yayıncısı olmadığını söylemek zorunda kaldığı, kağıt baskı yayınlarda yaratıcı olmanın sonuna gelindiğinin konuşulduğu bir dünyada yaratıcı dergi yayıncılığı konusunda düşünmeye çalışmak bazılarınıza gereksiz bir çaba olarak gelebilir. Ama ben ayakta kalabilen kağıt baskı yayınların sosyal medya dinamiklerine bağlı oluşturulmaya çalışıldığı ve kağıt baskı gazetelerin öneminin olmadığı bir dünyanın medeni yaşamın özüne aykırı olduğunu ve bu korkunç durumun uzun süre götürülemeyeceğini düşündüğümden, önümüzdeki 20 yıl içinde kağıt baskı gazeteler ve dergilerin mecburen yeniden önem kazanacağı fikrindeyim.
O günler mutlaka gelecek ve geldiğinde yayıncı olacak arkadaşlara yardımcı olmak için bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bugün yaratıcı dergicilik nasıl yapılmalı sorusuna bir cevap getirmiş olan Paris Review dergisinden bir örneği ele alıp tartışacağım. Umudum geleceğe hazırlanmak isteyenler bu tür örnekleri şimdiden öğrenmeye başlasınlar da zamanı gelince yine hazırlıksız yakalanılmasın.
Edebi dünyaya dair en derin, en nitelikli yorumların ve yeni çalışmaların bulunabildiği İngilizce Paris Review dergisi dönemde entelektüel dinamizmin zirvesinde olan Paris’te 1953 yılında yayınlamaya başlandı. Kurucu yazarlar George Plimpton, Peter Matthiessen’di. Kurucu Plimpton uzun yıllar derginin fiilen yayın yönetmenliğini sürdürdü.
Dergi Jack Kerouac, Philip Larkin, V. S. Naipul, Philip Roth, Terry Southern, İtalo Calvino, Samuel Beckett, Nadine Gordimer, Jean Genet gibi yazarların eserlerini yayınlayarak yeni ve güzel olana açıklığını daima göstermiştir. Öte yandan edebi yaşam gibi popüler yayıncılığın oldukça zor olabildiği, temelde tutucu bir ortamda çalışmak durumunda olmasına rağmen yeni ve orijinal olan fikirleri devamlı aramış ve bulmuştur bu dergi.
Bir ara ‘Çalışan Yazarlar’ başlığı altında bir dizi yaratmış ve birçok yazarla o anda yapmakta oldukları çalışma üstüne mülakatlar yayınlamıştır. Bu dizide Ezra Pound, Ernest Hemingway , T.S. Eliot, Jorge Luis Borges, William Faulkner, Robert Frost, Vladimir Nabokov gibi büyük yazarlarla mülakatlar yayınlandı.
1973 yılında merkezini New York’a taşıyan Paris Review edebiyat dünyası gibi popüler yayıncılığın zor olabildiği bir alanda yayın yapmasına rağmen çalışan yazarlar dizisinde olduğu gibi yeni olanı bulmak ve denemek için çalışmaktan hiç vazgeçmedi. Bugün biraz sonra anlatmayı düşündüğüm de o tür yeniliklerden bir tanesi.
Dediğim gibi edebi dünya popüler olana pek açık olan magazinsel ve popüler yaklaşımları kolay kabul eden bir dünya değil.
Paris Review baştan beri ciddi içerikli, ciddi yazıların yayınladığı bir yayın oldu ama yayıncılar edebiyatın gerektirdiği ciddiyetten taviz vermeden aynı zamanda popüler olmaları gerektiğinin de farkındaydılar hep.
‘Çalışan Yazarlar’ dizisinde olduğu gibi mülakatları daima çok ilgi çekici ve polemik yaratıcı olmuştur.
Farklı bir şey daha denediler. Bu fikir bana hayli orijinal ve de önemli geldi.
‘Yazarların Buzdolabı’ başlığı altında bir dizi yaptılar.
Yazarlık malum tek başına ve toplumdan oldukça kopuk yaşamlarla yapılan bir iş. Bu yüzden tek başına yaşamlarını sürdüren yazarların buzdolaplarında neler olduğu ilginç olabiliyor. Buzdolaplarımız bizim en özel alanımız olabilir. Onun içiyle bir tek bizim ilişkimiz olacağımızı düşündüğümüzden içini nasıl düzenlediğimize, görene hakkımızda ne tür mesajlar verebileceğinedikkat etmeyebiliriz. Bu yüzden buzdolaplarımızın içi bizim hayat karşısındaki o andaki tavrımızı, ruh halimizi en korumasız yansıtan alanlar olabilir.
Dergi bu dizisinde seçtiği yazarların evlerindeki buzdolaplarının içini analiz ediyor ve fotoğraflı yayın yaparak o içi bize gösteriyor. Bu analizden o anda yazarın ruh haline ve hayat bakışına ilişkin gözlemler çıkarma girişimleri de hayli ilginç sonuçlar doğuruyor.
Açıkçası bu fikir bana popüler olabilecek ve magazinsel değeri hayli yüksek bir fikir olarak geldi
İstanbul’da yazmak ve okumak için kendime oluşturduğum ortamda, oturmakta olduğum noktadan hayli uzakta, Paris Review dergisinin eski bir sayısı duruyor. Onu uzakta tutuyorum çünkü elimin uzanabileceği yerde olursa hiç durmadan dayanamayıp onu ele alıp bakacağımı ve bunun da çalışma ritmimi bozacağını biliyorum. O sayıda Jannet Malcolm ile evinde yapılmış olağanüstü bir mülakat var ve Janet henüz gençken çekilmiş olağanüstü bir fotoğrafı da bulunuyor dergide. Sadece temelde aşık olduğum Janet’in o fotoğrafı için dergiyi saklıyor olabilirdim ama yapılan mülakatın müthişliği de ayrı bir çekicilik getiriyor dergiye. Yayıncılarının yeni ve popüler olanı ararken o derginin bu şekilde nasıl bir çekici ruha sahip olabildiğini de ilerinin kağıt baskı yayıncılarının ders çıkarmak için inceleyip öğrenmeleri gerekiyor bence.
Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.