Yılmaz Özdil ve seçim sonrası medya düzeni
Sözcü Gazetesi'nden Yılmaz Özdil’in ayrılmak zorunda bırakılması medyanın iç yapılanması açısından önemli bir gelişme. Bu gelişmenin hiç olmazsa bizlerin genelde "muhalif" olarak bildiğimiz medya yapılanmalarında kamuoyuna açık biçimde tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
Benim gibi bu medya sisteminin çeşitli birimlerinde hemen her düzeyde çalışmış bir insanın artık olan biteni doğru anlayamadığını mı, acaba artık neyin yazılabilir yazılamaz olduğunu da göremediğimi mi, gösteriyor açıkça söyleyeyim bunu şu anda bilemiyorum.
Baştan söyleyeyim bu gelişmenin muhalif medya olarak bilinen kanallarda ve internet sitelerinde yazarlar tarafından bugüne kadar hiç konu edilmemesi benim gibi gelişmelere dışardan bakmaya çalışan insanlara sanki o çevrelerde bu konuda bir omerta (yani mafya çevrelerindeki buna uymayanlar için sonucu ölümle cezalandırma olabilen sessiz durma ve sessizlik kuralı) varmış gibi hava yaratıyor.
Bu neden böyle olabiliyor ve seçim sonrası medya düzeni açısından bunun anlamı ne olacak bu konuya biraz sonra gireceğim ama önce “yandaş” ve “muhalif” medya kavramları üzerine bir çift laf etmem gerekiyor.
Çoğumuz sanıyoruz ki “yandaş” ve “muhalif” medya kavramları Türkiye’ye özgü bir durum. Ama böyle olmadığını, yine çoğumuzun özgür medya denilince aklımıza hemen gelen ülkelerde bile olabildiğini ben gördüm.
Örneğin Trump başkan olur olmaz ben Habertürk’ün Washington temsilcisi olarak atanmıştım. ABD başkentinde etkili gazete denilince aklımıza Washington Post gelir. “Watergate Skandalı”nı çözen star gazetecileri, hakkında yapılan filmler ve yazılan kitaplar nedeniyle bu algının olması çok normal. Ama Trump döneminde bir başka gazetenin de starı yükselmeye başlamıştı.
Çoğumuzun adını fazla duymaya alışık olmadığına inandığım Moon tarikatının eski gazetesi olan ve muhafazakar elit tarafından satın alındıktan sonra muhafazakar neo-koncu görüşün ateşli taraftarı olan Washington Times idi. Trump döneminde Washington Times bizdeki “yandaş” medya kavramına birebir uyan nitelik göstermekteydi.
Öte yandan Washington Post kendini hızla muhalif medya olarak konumlandırmaktaydı.
Muhalif medya cephesinde o günlerde Washington Post tek başına değildi. Aslında Washington şehrinde yerel bir gazete konumunda olan Post yanında merkezi şehirde olmamakla birlikte başkente çok güçlü bir büro kurarak varlığını sürdüren New York Times da muhalif medya konumundaydı.
Hatta New York Times bu muhalif olma konumunu hayli abartarak nerdeyse kendini savaştaymış gibi konumlandırdı.
Bir gün gazetenin etkili yazarı Thomas Friedman’ı ziyarete gittiğimde gazetenin yazı işleri bölümünün dış dünyadan tamamen tecrit edildiğini ve koruma altında olduğunu görmüştüm. Gazete neredeyse yönetimden fiziksel bir saldırı bekler durumdaydı.
Neyse gazetecilikte "yandaş" ve "muhalif" kavramların global olduğu konusunu aradan çıkardıktan sonra bizde olanlara geri dönebiliriz sanıyorum.
Şimdi elimizde Türkiye’yi önümüzdeki yıllarda yönetmesi ihtimal olan şu anda iki önemli isim bulunuyor. Bir tanesinin yönetim üslubunun ne olacağını ve bunun medya üzerindeki etkisinin nasıl olabileceğini zaten yaşadıklarımızdan biliyoruz. Ama CHP liderinin seçilmesi durumunda onun yönetim tarzının ve medya üzerindeki etkisinin ne olacağını şimdiden bilmemiz mümkün değil. En azından ben bilemiyorum şu anda.
Açıklamalarına bakarsak hepimizde yeni dönemin hem medyada hem de toplumda çok daha demokratik bir düzlem olacağı beklentisi var.
Ancak özellikle muhalif denilen medyadan son zamanlarda gelen işaretler ne yazık ki bu beklentilerimizi şu anda doğrular durumda pek değil.
Bazı muhalif medyanın kanallarında neyin konuşulduğundan ziyade neyin konuşulamadığına bakarak bir analiz yapmaya çalışırsak, bu arkadaşlarda geçmiş yıllarda bizlerin neredeyse mecburen uzmanı haline geldiğimiz otosansür ruh halinin yayılmaya başladığı hissedilebiliyor.
Bu otosansür kuralına pek uymayan veya resmi çizginin dışına bağımsız çıkabilen gazetecilerin, komünizm dönemindeki Rusya’da gözden düşen bürokratlar gibi ya gözümüzün önünden fazla açıklama olmadan çekilebildiğini ya da sonunda resmi çizgiye bir şekilde uymak zorunda kaldıklarını görüyoruz.
Umarım yaşananlar ağır bir dönemden çıkmaya hazırlanan ve çalkantılı geçiş dönemi yaşamakta olan ülkeye özgü normal geçici çocukluk hastalıklarıdır... Ama eğer değilse o zaman seçim sonrası oluşması beklenen yeni medya düzeni hakkında biz izleyicilerin fazla büyük beklentiler içinde olabilmesi şu anda ne yazık ki mümkün gözükmüyor.