Teras'ta sergi
Elgiz Müzesi, sanat tutkunu bir ailenin, Can ve Sevda Elgiz’in koleksiyon müzesi. 2001 yılında Levent’te kuruldu. Uzun bir süredir de Maslak, Giz Plaza’da, yüksek yüksek binaların, gökdelenlerin arasında minik bir bina. 6-7 yıldır, bu sadece birkaç katlı müze binasının terasında Elgiz’ler iyi bir iş yapıyor, genç ve henüz tanınmamış heykeltıraşların eserlerini sergiliyor “Teras Sergileri” adıyla. Hiçbir kamu desteği almadan altı yılda on sergide 140 heykel sanatçısının 225 yapıtını sergilediler. Türkiye gibi kamusal alanda heykel fikriyle bir türlü barışamayan, genç heykeltıraşlara pek de kendilerini gösterme alanı yaratamayan bir ülkede bu destek elbette çok değerli. Bu genç sanatçıların yapıtları özel koleksiyonlara girmenin yolunu ancak bu tür çabalarla bulabiliyor.
Elgiz Müzesi dediğimiz ufacık tefecik ama içi ciddi yerli yabancı sanatçıların eserleriyle dolu binanın terasına dışarıdan bir asansörle ulaşıyorsunuz. 2 bin metrekarelik koca bir teras, kafanızı kaldırıp sağa bakıyorsunuz gökdelen, sola bakıyorsunuz gökdelen. O kadar betonun arasında heykellerle dolu bir bahçe.
Açık alanda sergilemek kolay bir iş değil tabii hem sanatçılar hem de sergiyi düzenleyenler açısından. Heykeltıraşlar açık havanın zorladığı koşullara uygun malzeme ile belirli boyutlarda ve montaj koşullarında üretmek zorundalar. Elgiz Teras Sergileri her yıl genç heykeltıraşların yer alabilmek için heyecanla bekledikleri bir platform da oluşturuyor. Her yıl olduğu gibi, açık çağrı ile sanatçılar eser gönderdi. Bu yılki tema ‘İstanbul’. Her sanatçı kendi İstanbul algısı ve imgesiyle katıldı. Kars, Isparta, Eskişehir, Ankara, İzmir ve tabii İstanbul gibi kentlerden heykeltıraşlar katıldı “Başka bir Tepeden” başlıklı sergiye. Sanatçılar en çok daralan kişisel alanları, yükselen gökdelenleri, göçmenler, kalabalıklığı konu aldı haliyle. Seçici kurulda Seyhun Topuz, Rahmi Aksungur, Nilüfer Ergin, Haşim Nur Gürel ve Can Elgiz yer aldı.
İstanbul temalı Teras Heykel Sergisi’ni Müze koordinatörü Elvan Çevik ile birlikte geziyoruz.
Elvan Çevik: Bizim teras sergilerimiz 2012 yılından beri devam ediyor. Önceleri, hem yaz hem kış, yılda iki kez yapılıyordu. Son dört yıldır sadece yazları yapıyoruz. Çünkü Ayazağa’nın kış koşulları çok sert oluyor. Geçtiğimiz yıllarda bir tema çevresinde heykellerin üretilmesini arzuladık. 2015’te ‘Ufuk Hattı’, sonra ‘Kaçak Gölge’, geçtiğimiz yıl en iyi sanatçılarla ‘Best of’ yaptık. Tabii bu terasın ışık, rüzgar gibi hava koşulları da göz önüne alınıyor. Bu yıl yaptığımız açık çağrıya 100’e yakın başvuru aldık. Yaş sınırımız yoktu ama portfolyosundaki son 5 eseri sunması gerekiyordu sanatçıların. Yani biraz da sanatsal disiplinini belirlemiş sanatçıların eserleri kabul gördü. Bu yıl en güzeli de çok farklı kentlerden katılım oldu. İstanbul’da oturan bir Rus sanatçımız bile var.
TEMA İSTANBUL
EÇ: Bir kısıtlamamız yoktu. Sanatçılar dilerse gündelik yaşamdan dilerse mitolojisinden, tarihinden ya da izlenimlerinden bahsetsin ama kendi İstanbul’unu kendi tepesinden anlatsın istedik. Serginin başlığını da “Başka Bir Tepeden” koyduk. Çünkü bütün sanatçılar apayrı perspektiften, apayrı bir tepeden düşüncelerini bize sanatlarıyla aktarmış oldular.
Serfiraz Ergun: Yeni işler mi bunlar yoksa portfolyolarında olanları mı aldınız?
EÇ: Birçoğu yeni iş. Bu temaya çok uyacağını düşünüp başvurmuş sanatçılar da var.
Elvan Çelik’le birlikte birkaç işin önünde durup sohbet ediyoruz.
EÇ: Mesela Caner Şengünalp’in işinde bir mermer obelisk ve onun tepesinde bir insan figürü var. İnsan figürünün altında da bir ev var. Eserin adı ‘ Nerede yitirdim seni önemsemediğim imge hazinem benim’. Aslında yastığını koltuğunun altına almış bir insan figürü. Yuvasını ve evini kaybetmiş. Aslı Sultanahmet’te olan Dikilitaş'ta delik deşik olmuş.
EÇ: Burada gördüğünüz Aslı İrhan’ın işinde demiryolu rayları görüyorsunuz. İstanbul birçok yolun gelip geçtiği ya da kesiştiği bir kent. Demiryolunun nerede bittiği de belli değil. Sanatçı burada İstanbul’u yol fikriyle irdeliyor. İşlerin birçoğunda ait olamama, akışkanlık, şehrin kaotik yapısı var.
EÇ: Bülent Çınar’ın işi, şuradaki paslı demir çark. İçeri dönük dişlilerde aslında kent silüetinin kısır döngüsü var. Dini yapılar, alışveriş merkezleri, gökdelenler, fabrika bacaları büyükşehirlerde yaşayan insanın güvensiz ortamını belirtiyor.
EÇ: Şurada Pınar Yılmaz’ın ‘Hane’ serisinden sarı metal profilden işe bakalım. Hane halkı hanelerine çekildikten sonra hanenin kendine ait parçalarıyla kurduğu bağ anlatılıyor. Duvar örgüsü, hava almak için açtığımız pencere, üzerinde yürüdüğümüz zemin…
Apayrı kentlerden sanatçılar katıldı ve Eskişehir’den bakan göz, Kars’tan bakan göz hepsi bambaşka gördü. Muhammet Hanifi Zengin Ardahan’dan katılan sanatçımız. Göç konusunu işledi. İnsanlar çeşitli nedenlerden dolayı yer değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bu sanatçımız atık metallerle bavullar üretti. Anadolu insanı sevdaların, hayallerin şehri İstanbul’a umutlarını, hayallerini gerçekleştirmek için göç ediyor.
SE: Arkada bisikletler görüyorum.
EÇ: Bisikletler de Abdülkadir Hocaoğlu’nun işi. Sanatçı aktif bir bisiklet sürücüsü. Onu özgür kılan bu aracı kişisel özgürlük alanıyla birleştirmiş. Bir köprüde iki keçi örneğinde olduğu gibi aynı ön tekere bağlı iki bisiklet var, ikisi de hiçbir yere gidemiyor. Aynı yerde sabit kalıyor. İşin adı da ‘kişisel alan’. İkisi de birbirini engelliyor.
EÇ: Bazı heykeller bu şehrin nostaljisine tutulmuş. Bunlara bir örnek de Çağdaş Erçelik’in işi. Heykelin ismi ‘Ah Güzel İstanbul’. Sadri Alışık ve Ayla Algan’ın başrollerini oynadığı böyle bir filmi vardır. Sanatçı bu filmin bir sahnesinden yola çıkarak bu heykeli yapmış.
SE: Peki bu heykeller satılık mı?
EÇ: Bizim müze olarak böyle bir misyonumuz yok. Ama ilgilenenleri sanatçılarımızla buluşturuyoruz.
Elgiz Müzesi Teras Sergisi Ekim sonuna kadar açık.