Zekeriya Öz göz göre göre nasıl firar etti?
Önceki gün İstanbul Başsavcılığı’na yakın bazı haber kaynaklarımla iftar sofrasındaydık. Tabii masada bulunanların çoğu yargıyla alakalı insanlar olunca muhabbetimizin neredeyse tamamı FETÖ üzerine gerçekleşti. FETÖ soruşturmaları ve tartışma yaratan damatlar konusu gündeme gelince epeyce hararetlendi ortam. Çünkü hukukçuluğuna sonsuz güvenimiz olan masadaki bir isim enteresan bir şekilde Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı ile Bülent Arınç’ın damadı Ekrem Yeter’in tahliyelerinin doğruluğunu savundu.
Gerekçesini ise şu şekilde açıkladı: “Kimse farkında değil ama FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanıp adli kontrol şartıyla serbest bırakılanların sayısı 50 bin kişiye yakın. Bu 50 bin kişi içinden sadece Kavurmacı ile Ekrem Yeter’in konuşuluyor olmasının tek nedeni ise bu kişilerin kayınpederlerinin siyasi pozisyonu. Eğer bu iki isim Topbaş’ın ya da Arınç’ın damadı olmasalardı şu anda hiç kimse nerede ve ne yaptıklarından bile haberdar olmayacaktı!”
‘YAKINLARI DA GELİYOR’
Hal böyle olunca meselenin başka bir tarafı, tutuklu olanların tamamının tutukluluğu hak edip etmedikleri tarafı sorgulanmaya başladı. Haksız yere suçlandığını ve iftiraya kurban gittiğini ya da FETÖ denilen örgütle ibadet dışında hiçbir bağı olmadığı halde tutuklandığını iddia edenlerin tarafıma gönderdiği mektuplardan bahsettim.
Yine aynı kişi, “Bize sadece mektupları gelmiyor, yakınları da geliyor. Binlerce, on binlerce insan var FETÖ üyesi olmadığı halde bu nedenle tutuklandığını söyleyen. Tamamının dosyasını inceleme imkânım olmadı, ama birkaçına göz attığımda gerçekten de tutukluluğunun gereksiz olduğuna kanaat getirdim. Mesela birini çok iyi inceledim. Bir öğretim görevlisi. ByLock kullanıcısı değil. 15 Temmuz darbe girişimine dahil olmamış. Ancak ByLock kullanıcıları ve FETÖ mensubu oldukları kesin bilinen birkaç isimle çok sıkı irtibatı olmuş. Ailesinin haberi bile yok bunlarla irtibatından. Eşi, çocukları perişan haldelermiş. İnsan çok üzülüyor bu tür hikâyeler karşısında, ama elimizden bir şey gelmiyor” yorumunu yaptı.
Neyse... Muhabbetin sonunda aklıma geldikçe zaten çok öfkelendiğim ve o anda öğrendiklerim neticesinde daha da delirdiğim Zekeriya Öz’ün firar etmesi meselesi konuşuldu. “FETÖ’nün en mühim ismi olmasına rağmen nasıl kaçtı?” isyanım karşısında dinlediğim hikâyeyi sizlerle de paylaşmak istiyorum değerli okurlarım. Biliyorsunuz bu vatandaş firar etmeden önce Twitter’da bayağı aktif bir kullanıcıydı. Hakkında görevi suiistimalden soruşturma yürütülmesine rağmen attığı tweet’lerle falan devlete adeta kafa tutuyor, ipe sapa gelmez yorumlar yapıyordu.
EVE POLİS GİDİYOR
Bunlardan birinde de PKK’nın Gezi olaylarına katılmamasının nedenini sorguluyor ve katılmış olsaydı hükümetin o darbe girişimiyle asla başa çıkamayacağını savunuyordu. Neyse... İşte o tweet’leri dolayısıyla hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından soruşturma başlatıyor ve gözaltı kararı alınıyor. Tebligat üzerine polisler de Öz’ün evine gidiyor.
O anda evde yok muhterem. Kızı açıyor kapıyı. Ve telefona sarılıp, “Baba kapımıza polis geldi. Seni soruyorlar” diyor. Bunun üzerine, “Ben bir savcıyım. Hukuken benim evime polis gelemez! Hukuk ayaklar altında” mealinde tweet’lerle başlıyor yaygaraya. Ve ne oluyorsa işte ondan sonra oluyor. Soruşturmayı başlatan başsavcılığa, o dönemin HSYK Teftiş Kurulu’ndan bir başmüfettişten telefon geliyor, “Adam hukuken haklı! Hâlâ görevde bir savcı o! Bu suçtan görevdeki bir savcı kanunen gözaltına alınamaz. Zaten hakkında yürütülen soruşturma tamamlanmak üzere. Biz onu o dosyadan alacağız” diyor. Bu konuşmanın sonucunda gözaltı işlemi gerçekleşmiyor.
Peki ne oluyor sonra? Çok değil, o olaydan birkaç gün sonra, başına gelecekleri tahmin eden Zekeriya Öz, siyah gözlükleri ve şapkasıyla elini kolunu sallayarak yurtdışına çıkıyor Artvin üzerinden.
Bitmedi.... Devam edeceğim bu konuya...