Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mutlaka görmüşsünüzdür. Fatih Altaylı’nın dünkü köşesinde yine bendeniz vardım.

        Canı sağ olsun bu defa da epeyce fırçalamış.

        Ancak manken Didem Soydan’a Malatyalıları aşağılayıp hakaret ettiği için yazdıklarımı cinsiyetlik kabul edip beni son derece nahoş ifadeler kullanarak suçlamasını reddettiğim gibi reddetmiyorum dünkü fırçasını.

        Zira bu kez yerden göğe kadar haklı Fatih Altaylı.

        Hakikaten yaptığım iş değildi, büyük bir ciddiyetsizlikti.

        Diyorsunuz ki; “Ne oldu anlat Sevilay!”

        Tüm içtenliğimle anlatayım meseleyi değerli okurlarım.

        Geçtiğimiz Cumartesi… Off günüm. Yani izin günüm. Bir grup arkadaşımla öğlen buluştuk. Aralarında saygın iş adamlarının da olduğu bu arkadaş grubundan biri, yapımı devam eden 3. Havalimanı ile ilgili isim bombasını patlatıverdi.

        “Kesin bilgidir… 3. Havalimanı’nın yeni adı Abdülhamid Han” dedi ve sonra da bu bilgiyi nasıl ve nereden aldığını aktardı.

        Kaynağının adını ve ne şekil söylendiğini öğrendikten sonra tabii ben oturduğum yerden ayağa kalktım.

        Ortamda bulunan herkes çok şaşırmıştı “Abdülhamit Han” ismi karşısında ama aralarındaki tek gazeteci bendim. Ve dolayısıyla da o an bütün mesleki reflekslerim onlardan farklı bir biçimde uçuşa geçmişti.

        Ve nasıl oldu o an, ne oldu bana bilmiyorum… Bir garip oldum. Sanki ben o an yazmaz isem bir başkası yazacakmış ve bana gelen bu bilgi elimde patlayacakmış gibi bir garip, acemi bir muhabir edasına büründü ruhum ve duyduklarımı o an oracıkta tweet attım!

        Sonra da dönüp muhabbete devam ettim, hiçbir şey olmamış gibi…

        Ama aradan birkaç saat geçtikten sonra, yazdıklarımın dayanak gösterilerek bir Atatürk ve Abdülhamit tartışmasının başladığını öğrenince de tabii eşekler gibi pişman oldum.

        Evet, uzun zamandır konuşuluyor, tartışılıyor 3. Havalimanı’nın isminin ne olacağı.

        Hatta 24 Haziran öncesi ben bile bu konuda bir yazı yazmıştım. İsmin aynı kalması gerektiğini, yani Atatürk Havalimanı olarak devam etmesi gerektiğini yazmıştım.

        Tamam… Çok merak edilen bir konu ve hatta bu konuda yapılan anketler bile oldu. Ve o anketlerde Abdülhamit Han ismi bayağı öndeydi…

        Ama işte bu kadar hassas bir dönemde ben kesin bilgi olarak tweet atınca… Hiç arzu etmediğim, istemediğim bir ortam oluştu ve tam da Fatih Altaylı’nın dediği gibi zaten kavga etmek için bekleyen taraflara benim tweet bahane oldu ve olay çok büyüdü.

        Samimiyetle söylüyorum… Allah şahit… Hâlâ o an ne oldu bana, neden o tweeti attım inanın kendime bile yapacak açıklama bulamıyorum.

        Boşuna dememişler; “İnsan beşer… Kuldur şaşar” diye…

        Ha bu arada, sonradan o tweeti sildim ama sildim de ne oldu?

        Nihayetinde ok yaydan çıkmıştı.

        Yazmam hata, “Millet benim yazdıklarımdan dolayı birbirine girdi” paniğiyle silmem ayrı bir hata…

        Hülasa… Bu olay bana okkalı bir ders oldu ama gerçek şu ki şapşallaşma günümdü o gün… 20’lik dişlerim azdı, onların ağrılarından sızılarından mı yoksa gezegenlerden Satürn’ün düz dönmeye başlamasından mı bilmiyorum ama büyük aptallık ve dikkatsizlikti yaptığım.

        Sorry…

        ***

        Türkiye’de kim ayağa kalk diyecek acep?

        Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sol siyaset can çekişiyor.

        Bu yüzden de solcu siyasilerin bir arayışı var.

        Mesela Almanya solunda bu çok ciddi bir sorun olmaya başladığı için yeni bir hareket başlatıldı.

        Sol hareket içindeki krizlerin ve aşırı sağcı siyasetin yükselişini önlemeye dönük bu hareketin adı; “Ayağa Kalk!”

        Sol Parti'nin meclis grubu başkanı Sahra Wagenknecht, mevcut siyasi partilerde kendini bulamayan sol eğilimli seçmenlere bir platform sunmayı hedefleyen "Aufstehen” (Ayağa Kalk) adlı yeni bir hareket başlattı.

        Yeşiller partisinin eski liderlerinden Ludger Volmer de, "Ayağa Kalk” hareketi ile sağ partilere karşı sol bir denge oluşturma beklentisi içinde olduklarını söyleyerek, halkın gerçekten ne istediğinin ortaya çıkartılmasını hedeflediklerini ifade ediyor.

        Sol Parti, Yeşiller ve SPD’den siyasetçilerin yanı sıra yazarlar, sanatçılar ve akademisyenlerden oluşan 80 kişinin desteği ile başlatılan, “Ayağa Kalk” hareketinin internet sayfasının açılmasından hemen sonra 100 binden fazla kişinin girişimi desteklemek üzere kayıt yaptırdığı görüldü.

        Düşündüm de…

        Bence böyle bir hareket acilen Türkiye’de de başlatılmalı.

        Kim başlatır, bu hareketin öncüsü kim ya da kimler olur bilmiyorum ama özellikle 24 Haziran seçiminden sonra sol partilerin basiretsiz, kısır politikalarından dolayı sıtkı sıyrılmış, soğumuş ve başka bir arayış içerisinde olan sol seçmen için benzer bir hareket çok güzel olur.

        Hem heyecan getirir siyasete, hem de babasından miras kaldı sanıp da başarısızlıklarına rağmen oturdukları koltuklardan bir türlü kalkmayan siyasilere de acayip bir tokat olur!

        Haksız mıyım?

        ***

        O inşaatın gürültüsü hiç yakışıyor mu İstanbul Boğazı’na?

        Cuma akşamı çok sevdiğim bir dostumla Kuruçeşme’de ünlü bir balık restoranında buluştuk.

        Boğazdaki iki köprüyü görebilen manzaraya sahip ender restoranlardan biri olan mekanda yemekler, atmosfer, manzara filan her şey dört dörtlüktü ama yan tarafta yapılan devasa otel inşaatındaki gürültü nedeniyle yediğimizden de, karşımızdaki manzaradan da hiçbir şey anlayamadık.

        Neredeyse gece yarısına kadar devam eden o matkap sesleri, çalışanların birbiri ile sesli iletişimleri cidden sinir bozucuydu.

        O güzelim boğazın kenarında o devasa otel inşaatına nasıl izin verildi ayrı konu. O zaten bir rezalet ama gecenin o saatine kadar inşaatta çalışılmasına nasıl izin veriliyor ona hayret ettim.

        Etrafımıza baktık… Türkler de vardı mekanda ama müşterilerin çoğunluğu batılı olan yabancılardı.

        Bizim gibi onlar da çok rahatsız oldular otel inşaatındaki çalışmalardan. Hatta bir ara yan masadaki bir hanımefendi kalktı korkuluklara kadar gidip inşaatı tepeden süzdü ve masaya dönünce de otel inşaatının bittikten sonra “ah vah” ederek boğazın siluetini bozacağını söyledi arkadaşlarına…

        Hadi imar izni falanı filanı geçtim. Olmuş bitmiş iş ben ne yazsam da geri dönüşü olmayacak nasılsa.

        Ama İstanbul’un değil, Türkiye’nin değil, bence dünyanın en şık restoranlarından birinin tam bitişiğinde, yanı başında gece boyu süren o gürültü neden?

        İstanbul Büyükşehir Belediyesi buna niçin göz yumuyor?

        ***

        İyi ki bağımsız bilim insanlarımız var!

        Hemen her gün Türkiye’nin değişik illerinden gelen “şarbon karantinaları” haberleri üzerine hala yetkililerin tatmin edici bir açıklama yapmaması endişeyi daha da artırıyor.

        Allah’tan bağımsız bilim insanlarımız var. Onlar da olmasa şarbon meselesini nasıl çözeceğiz, bu işi nasıl aşacağız bilmiyorum.

        Dün bu konuda en güzel yazıyı kaleme alanlardan biri Habertürk Yazarı Profesör Doktor Temel Yılmaz oldu.

        Hocam sağ olsun… Benim gibi “Dondurmada bile şarbon riski olabilirmiş” diyerek sağdan soldan duydukları nedeniyle paniğe kapılan vatandaşları rahatlatacak harika bir yazı kaleme almış.

        Çok sade bir dille en ince ayrıntısı ile şarbonu anlatmış ve korunmanın altın kurallarını da sıralamış.

        O yazının linkini paylaşıyorum. Ve hepinizden rica ediyorum; Okuyun, okutun Temel Hoca’mın makalesini ve mümkün olduğu kadar yayılmasını sağlayın…

        Bu arada Sayın Temel Yılmaz’dan da rica ediyorum… Hiç değilse bugünlerde, şu şarbonla ilgili kriz tamamen atlatılana kadar sürekli bu konuda yazsın ve vatandaşı bu konuda bilgilendirecek her bilgiyi analiz etsin…

        Diğer Yazılar