Eğitim kaldırım taşı döşemeye benzemez Abbas Bey!
Bir okurum yazmış… “Ne oldu Sevilay… Adını açıkladığın ilk dakikadan itibaren allayıp pulladığın, yere göğe sığdıramadığın Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’la ilgili hala aynı görüşlere sahip misin?” demiş ve sonra da medyada eğitim denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Abbas Güçlü’nün bu konuyla alakalı yazdığı bir yazının linki yollamış.
Esasında gözüme ilişmişti internette dolaşırken Güçlü’nün, “Bakan Selçuk, akıl vermeyi çok sever. Bir akademisyenden de zaten daha fazlası beklenmez. Ama o artık bir Milli Eğitim Bakanı ve ‘Yerim dar oynayamıyorum’ deme lüksü yok. İşte o yüzden, bir an önce Bakan olduğunu hatırlamalı ki, kangrene dönüşen sorunlar bir an çözülsün. Yoksa lafla peynir gemisi yürümüyor!..” ifadeleriyle Ziya Selçuk’u eleştirdiği o yazısı. Ama açıkçası çok önemsememiştim.
Çünkü Abbas Bey kendisini eğitim dünyasının, “Ali kıran baş keseni” gördüğü için bunu hep yapar. Eleştirmek adettendir artık onun açısından.
Ancak şöyle bir şey var… Tamam ben yazdıklarını önemsemiyorum da, onun her söylediğini ‘tartışılması dahi mümkün olmayan bir doğru’ kabul eden bazı veliler ve eğitimciler etkileniyor.
Bunun böyle olduğunu da sosyal medyada, “Ziya Selçuk” adını yazıp da arama yaptığımda, göreve ilk geldiğinde yazılanlarla, 2 ay sonrasında yazılanları kıyaslayınca gördüm.
Bakan Selçuk’a güven sarsılmış, hatta bazıları için sıfırlanmış.
Bunun o da farkında ki geçtiğimiz hafta katıldığı bir TV programında açık açık ifade etmiş şu sözlerle: “İki ay bir haftadır görevdeyim henüz ama birçok kişi icraat bekliyor, 'Bir şey yapması lazım artık Ziya Hoca'nın' diyorlar. Sosyal medyada özellikle bunu fark ediyorum. Ben bir bilim insanıyım ve veriyi görmeden bir planlama yapmam. Yani sahayı görmem lazım ve bütün sistemi kabaca bir analiz etmemiz lazım arkadaşlarla. Bunu yapmadan, akşam düşündüm, sabah şunu yapayım meselesi değil bu. Onun için 15 Ekim'e kadar biraz sabretsin insanlar. Neyi planladığımızı, ne yapmak istediğimizi çok daha net olarak ifade etme fırsatımız olacak. Ben bilerek hemen acil icraatlara geçmemeyi tercih ediyorum!”
Herkesten, hepinizden özellikle de hakkında yazılan olumsuz betimlemeler dolayısıyla Sayın Selçuk’la ilgili şüpheye düşen velilerden rica ediyorum…
Lütfen dikkatle okuyunuz hocanın söylediklerini.
Abbas Güçlü veya alanı eğitim olan diğer gazeteci arkadaşlar ne düşünürse düşünsünler takılmayın. Sonuçta şu gerçeğin farkında olup ona göre yorumlamamız lazım meseleyi; Ziya Selçuk hepi topu 2 ay önce geldi bakanlığa ve biliyor ki darmadağınık bir sistem teslim aldı. Hep dedik, “Eğitim alanımız çok sorunlu” diye. Ve bu alanda yapmayı düşündüğünüz, istediğiniz değişimler belediyede olduğu gibi olmuyor. Kaldırım taşı döşemeye benzemez eğitim. Sabır ve emek ister. Üzerinde kafa yorulup doğru stratejiler belirlenmesi gereken bir alandır. O nedenle fırsat vermek lazım Ziya Hoca’ya. Ona inanarak bekleyip sonucu görmek lazım!”
Son olarak şu önemli anekdotu da ekleyip öyle bitirmek istiyorum yazımı.
Bakan Selçuk’u çok yakından tanıyan, bizzat onunla çalışmış, benim için çok ama çok kıymetli bir başka eğitimciyle dün yazıya başlamadan önce konuştum. Niyetim onun ne düşündüğünü de öğrenmekti. Baktım ki hiç farklı düşünmüyoruz ve bu beni çok mutlu etti.
Bu arada da şöyle bir ayrıntı aldım.
“Öğrenciler öğretmenden öğrendiği kadar öğretmen için öğrenir” sözünü sık sık tekrarlayan Ziya Selçuk’un en büyük zaafı öğretmenler. İlk yapmaya çalıştığı şey öğretmeni yakalamaya çalışmak oldu.
Çok da doğru yaptı çünkü mesleği ile duygu bağı olmayan, ders tahtasını ve öğrencilerini sevmeyen öğretmenlere rağmen eğitimde istenilen değişimi yapmak imkansız.
Bu yüzden de hani eskiden ortaokuldan sonra gidilen öğretmen okulları var ya! Onların geri dönüşünü arzu ediyormuş Ziya Hoca.
Bence şahane fikir! Çünkü gerçekten o okulların tedrisatından geçmiş öğretmenlerin öğrencisiyle, velisiyle kurduğu bağ nedense bambaşka olurdu.
***
Sayın Bakan bir talimat da THY için lütfen!
Bunca yıllık gazeteciyim… Ve herhalde mesleğe başladığımdan bu yana onlarca kez haberini yapmışımdır güzide ve milli gururumuz Türk Hava Yolları’nın… Ve her yazdığımda da mutlaka yazdıklarımla ilgili kurumun yetkililerinden geri dönüş almışımdır.
Ancak son dönemde öyle bir yönetim var ki işin başında… Ne yazarsan yaz dönüş filan yapılmıyor.
Hatta bırakın dönüş yapmalarını filan görüş almak için kendim arıyorum ona bile cevap verilmiyor. Bırakın cevabı geri aranıp da; “Ne vardı?” denilmiyor.
Dün Ulaştırma Bakanlığı’nın Yeni Havalimanı'nda çalışan işçilerin iş bırakma eylemleri ve devamında yaşananlarla ilgili açıklamasını okuyunca aklıma geldi bunu yazmak.
Tebrik ediyorum kendilerini… Ne denilirse denilsin, işçilerin eylem yapmalarıyla ilgili hangi senaryolar çizilirse çizilsin bunlara aldırış etmeyip, havalimanı inşaatını yapan İGA' nın bünyesindeki beş yüze yakın taşeron firmaya, “Varsa işçilerin sorunları, derhal çözün” talimatı vermişler.
Bu harika bir hareket ve naçizane kendilerinden böyle bir hareketi bir de THY için yapmalarını isteyeceğim.
(Mümkünse tabii… İmkanı varsa)
Bilindiği gibi, başta Türkiye tekstil sektörünün öncü kurum ve kuruluşlarının başkanları, üyelerine olmak üzere günledir THY’nin İtalyanlara tasarlattıkları yeni üniforma ile ilgili çok sert eleştiriler yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor.
Aralarında benim de olduğum birçok gazeteci ve Türkiye’nin dünya markası olmuş modacıları dahil buna.
Ancak sanki THY bu ülkede değil, başka ülkenin hava yolu şirketi filan… Hadi biz gazetecileri geçiniz… Dünyaya kafa tutan en iddialı sektörümüzün duayenlerinin yeni üniformaların neden bir İtalyan’a tasarlattıklarını, neden kullanılan mankenlerin tamamının yabancı olduğu, hatta çekilen fotoğraflar için neden bir İngiliz’in tercih edildiğine dair sorularına karşılık açıklama yapma gereği duymadı.
Dedim ya baştan… Ben bunca yıllık gazeteciyim böyle kayıtsızlık THY’de ilk defa görüyorum.
Bu yüzden de kusura bakmasınlar ama; “Siz istediğinizi deyin, biz bildiğimizi okuruz” havasında olan THY'yi kınıyorum.