Muharrem İnce taktiği: "İstemem, yan cebime koy!"
Dürüst olayım… Muharrem İnce Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeden önceki son kurultaya kadar pek dikkatimi çeken bir isim değildi.
O gün dikkatimi çekmesinin nedeni ise sergilediği performansla genel merkeze bağlı olan salondaki ve tribündeki partililer dahil herkesi coşturmuş olmasıydı.
O gün İnce’nin CHP’nin geleceğinde mutlaka söz sahibi olacağını bir gazeteci olarak fark etmiş ve bunu da yazılarımda çok net dile getirmiştim.
Nitekim tahminimde yanılmadım.
Partisinin başına genel başkan olamadı İnce ama yeni Başkanlık Sistemi’nin ilk seçiminde CHP’nin gösterdiği Cumhurbaşkanı adayı oldu.
“Yiğidi öldür ama hakkını teslim et!” denilir.
Teslim edelim: Kazanmamış olsa da 24 Haziran seçimi süreci boyunca çok ama çok iyi bir performans gösterdi Muharrem İnce.
Ancak son dönemde, kusura bakmasın, kamuoyuna yansıttığı görüntü, ben ve yakın çevrem dahil, bir hayli kafa karıştırıcı oldu.
Sandıklar açıldıktan sonra kendisine oy veren milyonlarca insanda yaratmış olduğu hayal kırıklığı filan... Onları geçiyorum.
O gün kendisini ekranlarda görmek isteyen insanlara yarattığı hüsranın üzerini örtüyorum.
“Kafa karışıklığı yaratıyor”dan kastım o gece olanlar dolayısıyla değil.
Şu aralar, yani 30 Mart Yerel Seçimlerine dair söyledikleri ve yaptıklarıdır.
Muharrem İnce 24 Haziran sonrası, “Kesinlikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığını düşünmüyorum” demiş olsa da şu anda bu görevi çok ama çok istediğini biliyorum.
Sormayın sakın bana "Nerden biliyorsun bunu" falan diye…
Biliyorum işte.
İstiyor İstanbul’u. Hem de çok istiyor ama önceden ettiği o iddialı sözleri çiğ çiğ yediği düşünülmesin diye, “Önseçim olursa adayım” filan deyip gereksiz bir biçimde ipe un seriyor.
Gerçi dün bu söyleminden de çark eden Muharrem Bey (ne fark var ise); “Önseçim şart değil. Eğilim yoklaması da olabilir!” diyerek manevra yaptı ama şunu söyleyeyim kendisine dostça: “Bu halleri hal değil!”
Ve emin olsun… Karşı tarafa son derece sevimsiz geliyor bu halleri ve 24 Haziran’da ona çok güvenip, oy vermiş seçmenler bile bu durumdan irite oluyor.
Naçizane fikrim, uzatmasın artık bu meseleyi.
Çıkıp er meydanına açık açık, “Tamam kardeşim… 24 Haziran sonrası atmosfer gereği İstanbul’a aday olmam filan dedim ama şartlar değişti. Düşündüm, taşındım ve İstanbul için doğru aday olduğuma kanaat getirdim. Partimin yetkili kurulları da uygun görürse aday olmak istiyorum” desin…
Samimiyetle söylüyorum belki bunu yaparsa o gel-git hareketleri dolayısıyla kendisine mesafe koyan seçmenin bir kısmının belki yeniden gönlünü kazanabilir.
Aksi halde… Yani şu, “İstemem ama yan cebime koy!” şark kurnazlığı hal ve tavırlarına devam etmesi halinde, benden söylemesi geri kalanı da kaybeder!
***
Haber haberdir. Parayla yapan da, göz yuman da kabahatlidir!
Demirören Medya Grup Başkanı Mehmet Soysal’ın birkaç kez üst üste medyayla ilgili yazılar kaleme alması ve özellikle PR ajansları ile reklamverenin gazetecilerle grift ilişkilerine dikkat çekmesi üzerine ben de bir uyarıda bulundum.
Ve temizliğe, yönettiği grubun amiral gemisi Hürriyet’in en popüler isimlerinden olan Ayşe Arman’ın paralı röportajlarına son vererek başlaması gerektiğini hatırlattım.
Soysal’dan ya da Ayşe Arman’dan herhangi bir yanıt gelmedi ama konuya Fatih Altaylı dahil oldu ve dün yazdığı yazıyla Ayşe Arman’ın bu işte hiçbir kabahati olmadığını savundu.
Altaylı’ya göre tek kabahatli para karşılığı yapılan röportajların paralı olduğunu belirtmeyen gazete yönetimi imiş.
Hiç kusura bakmasın Fatih Ağabey, kesinlikle katılmıyorum bu görüşüne.
Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun gazetecilik ilkeleri aynıdır ve ülkeye, kişiye, duruma göre de değişmez!
Zaten ben yazımda belirtmiştim Hürriyet’in yarı parasını aldığı röportajların bir yerlerine "Reklam içeriklidir" ibaresi yazmamasının büyük bir rezalet olduğunu.
Ancak yazılsa bile, yazılmış olsa bile bu Arman’ın ya da o statüde başka bir ismin para karşılığı röportaj yapmasını doğru kılmaz.
Röportaj dediğimiz şeyin özü reklam değil, haberdir.
Haber değeri taşıyan biri ya da birileri ile yapılan işe röportaj denilir.
Ayşe Arman veya ben veya Fatih Altaylı…
Hiç fark etmezeğer haberci kimliği adı altında gazetesine röportaj yapıyor ise bunun karşılığında herhangi bir menfaat elde edemez.
Ha… Ekonomi olsaydı Ayşe Arman’ın bölümü… Bir nebze anlayış gösterilebilirdi.
Nihayetinde bazı arkadaşlarımız otomobil, inşaat gibi sektörlerden yapılan söyleşilerin karşılığında gazete yönetimi bilgisinde ücretlerini alıyorlar ama bunların da zaten reklam içerikli olduğu o röportajlarda belirtiliyor.
Ayşe Arman’ın alanı o alan değil.
Arman nihayetinde özellikle kadınların dikkatle takip ettiği bir isim ve siyaset dahil hemen her alandan birileri ile röportaj yapıyor.
Her hafta hem de.
Bu bazen bir sanatçı, siyasetçi ya da eşcinsel lobisi LGBT’den bir temsilci veya çocuk yaşta babası tarafından tacize uğramış bir adam ya da plastik cerrah veya kardiyolog olabiliyor.
Soruyorum: Bunlardan hangisinin reklama ihtiyacı yok?
Sanatçısı da siyasetçisi de spor adamı da eşcinsel lobisinin temsilcisi de veya plastik cerrahı da söyledikleri ile tanınsın, konuşulsun, ün yapsın ister.
Ve bunların bu istediklerine kavuşabilecekleri en güzel yöntem de gazeteci unvanına sahip meşhur bir kalemin haklarında yazılmış bir yazı ya da kendileriyle yapılmış söyleşidir.
Bir plastik cerrahın Ayşe Arman gibi kadın dünyasında fenomen olmuş birinin kalemi tarafından tam sayfa, Hürriyet gibi bir gazetede övülmesi, poz poz resimlerle pohpohlanarak millete anlatılması doğru bir gazetecilik midir, etik midir?
Söyleyeyim bu gazetecilik açısından büyük bir rezalet ve skandaldır!
Çünkü okur o röportajın karşılığında dünya kadar paralar alındığını bilerek okumuyor.
O röportajı gazeteci saydığı, gördüğü bir şahıs yaptığı için haber değeri taşıdığına inandığı için okuyor.
Ayrıca son bir şey söyleyeceğim ve bu konuyu kapatacağım…
Hatırlatırım… Ayşe Arman aynı zamanda o gazetede köşe yazan ve dedim ya yukarıda özellikle kadınlar ve gençler üzerinde etkili olan bir isim.
Şimdi biz bugün parayla röportaj yaptığı işlere; “Ne var canım bunda?” deyip müsamaha gösterip, yarın da köşesinde de aynı şeyi yaptığı öğrenilirse veya ortaya çıkarsa da alkışlayalım mı?