Binali Yıldırım Kızılcahamam'da neden yoktu?
Bildiğiniz gibi, bir süredir sessiz olan Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım, dün katıldığı bir organizasyonda bu sessizliğini bozdu.
Ve mezun olduğu Kasımpaşa Lisesi’nin geleneksel Pilav Günü’nde yaptığı açıklamalar nedeniyle de dün başta sosyal medya olmak üzere bütün Türkiye’nin gündemine oturdu.
Esasında Yıldırım’ın yaptığı açıklama bir hayli uzun bir açıklamaydı ama kamuoyunun dikkatini nedense en fazla çeken; “Seçimler geride kaldı. Bundan sonra şehrin güzelliği için İstanbul'un marka değerinin yükselmesi için daha yaşanılır bir şehir haline getirilmesi için yapılacak çalışmaları izleyeceğiz, takip edeceğiz. Konumumuz ne olursa olsun elimizden gelen katkıyı sağlayacağız!” ifadeleri oldu.
Ve bu ifadeler üzerinden de; “Binali Bey, YSK’ya itiraz yapılmış dahi olsa İstanbul’da seçim sonucunu kabul ettiğini söylüyor ve bu konunun uzatılmasında da rahatsız olduğunu alenen belli ediyor” yorumları yapıldı.
Açıkçası ben de sadece o ifadeler üzerinden bir yorum yapmaya kalksam kamuoyunda yapılan yorumun benzerini yapardım ama dün kendisi ile yaptığım konuşmada anladığım kadarıyla Binali Yıldırım’ın yapılan yorumdaki gibi bir düşüncesi yok.
Bir kere şunu söyleyeyim… Dün yapmış olduğu ya da daha önceki zamanlarda yapmış olduğu konuşmalarının bir bütün olarak değerlendirilmiş olmamasından dolayı çok şikayetçi Binali Bey.
DEFTER HENÜZ KAPANMADI!
Diyor ki: “İstanbul ile ilgili sonucu kabullendiğim ve o defteri kapattığım yönündeki yargılar kesinlikle doğru değil. Yapmış olduğum açıklamada da gayet net bir biçimde belirttim bunu ama demek ki kendimi tam ifade edememişim.
Bir de senin aracılığınla tekrar edeyim ne düşündüğümü…
Şu anda devam eden bir hukuki süreç var. YSK’nın ne karar vereceğini ne ben biliyorum ne de siz! Bir de benim bir fıtratım var biliyorsunuz. Ben bu sürecin bir öznesi olarak; ‘Binali Yıldırım yargıyı etkilemeye çalışıyor’ gibi bir algının oluşmasını istemediğimden kenarda sakin bir biçimde Yüksek Seçim Kurulu’nun kararını bekliyorum.
Bugün katıldığım organizasyonda da yaptığım konuşma tamamen spontane idi. Önceden belirlenmiş bir konuşma filan değildi.
Konuşmam istendiğinde aralarında beni çok yakından tanıyan sınıf arkadaşlarımın da olduğu insanların meraklarını gidermek adına şunu söyledim.
Beni bilirsiniz… Kaybettiği seçimin sonucunu değiştirmeye çalışacak bir adam değilimdir. Kaybetmiş olsaydım partimin vermiş olduğu hukuki mücadeleye karşı çıkardım hatta ama bu seçim yıllar geçse de soru işaretlerini üzerinden atamayacak bir seçim oldu.
Benim dediğim şuydu orada; ‘Birbirine eşit oy almış iki aday var. Ve bu oyların sadece ve sadece % 10’u sayılıyor ve 850 bin oya tekabül eden bu oylarda 15 bin oy ne hikmetse kaybeden tarafa yani bizim lehimize yeniden kazanılmış oluyor.
Normalde mantık ve matematiksel olarak iptal olan oyların sayımında da kaybedenin de, kazananın da aynı olması gerekirken neden bu farkın oluştuğunun sorgulanması lazım.
Madem iki aday başa baş, neden iptal edilen oyların yeniden sayımında da böyle bir manzara çıkmıyor?
Çok basit bir şey söylüyorum.
Bakın… 8.5 milyon oy içerisinde sadece yüzde 10’u sayıldığında aradaki fark 29 bin 500'den 13 bine iniyor ise, 8.5 milyon oyun sayılması halinde sonuç ne olurdu?
Sonucun değişmemesi mümkün müydü?’
Bir aday olarak bulunduğum ortamda merakları gidermek adına iptal oyların tekrar sayımı ile karşımıza çıkan sayısal tablo nedeniyle bu paradoksa dikkat çektiğim halde kamuoyunda ‘Binali Yıldırım seçimin sonucunu kabullenmiş ve İstanbul'la ilgili defteri kapatmış’ yorumları doğru değil!”
İTTİFAKLAR ETKİLİ OLDU!
Yıldırım’a dünkü açıklamasında dikkat çeken; “Bu seçimin kendi sosyolojisi vardı, kendi şartları vardı. Onun içinde değerlendirilmesi lazım. Seçimde adaylar yarışmadı bunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla adaylardan biri kaybetti, biri kazandı diye değerlendirmek de çok sağlıklı olmaz!" ifadeleriyle de ne demek istediğini sordum.
Çünkü bu ifadeleri nedeniyle de kamuoyunda; “Binali Yıldırım seçimin kaybedeninin aslında kendisi, şahsı olmadığını, kaybedenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikaları olduğunu söylüyor” yorumları yapıldı.
Buna da şu yanıtı verdi Yıldırım: “Yanlış bir bakış açısı. Demek istediğim şu: Biz 31 Mart’ı yerelde tutamadık! Bu seçimde yerel siyasetteki etmenler değil, genel siyasetteki etmenler etkili oldu. Seçmen yerel değerlendirmelerden yola çıkıp oy kullanmadı 31 Mart’ta… Genel politikalara bakarak, ittifaklar etrafında toplanarak oy kullandı ve bu da tabii sonuçları çok etkiledi!”
KIZILCAHAMAM’A NEDEN GİTMEDİ?
Dün en çok merak edilen bir diğer konu da Kızılcahamam Kampı idi.
31 Mart seçiminin değerlendirmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan önderliğinde Kızılcahamam'da kampa giren AK Partililer arasında neden Binali Yıldırım’ın olmadığı çok sorgulandı.
Ve bunun üzerine de mesela 31 Mart seçimleri tartışmaları dolayısıyla partisiyle arasında bir soğukluk olduğundan Yıldırım’ın kendisinin kampa gitmediği filan yazılıp çizildi.
O yorum da kesinlikle doğru değil.
Çünkü Binali Yıldırım Kızılcahamam Kampı’na davet bile edilmemiş.
Sanıyorum kampa davet edilenler arasında sadece belediye başkanları, il başkanları ve MKYK üyeleri olmuş.
Malumunuz Binali Bey pozisyonu gereği şu anda sade bir milletvekili olduğundan ona davet yapılmamış.
Açıkçası ben bunu duyunca çok şaşırdım. Ve kendisine de söyledim.
Zannımca bu olmamış! Yani kim ya da kimler organize etti Kızılcahamam Kampı ile ilgili bu davet işini bilmiyorum ama Binali Yıldırım gibi parti için çok müstesna bir ismi, “Nasıl olsa o da artık sıradan bir milletvekili!” deyip davet etmemek yakışık kalmamış.
Kusura bakmasınlar ama belediye başkanlarının davetli olduğu bir toplantıya Binali Bey’in davet edilmemesi, Binali Bey’in seçimi kaybetmiş olduğunun bir bakıma AK Parti cenahınca da kabulü gibi oldu.
Ve hatta yeni bir seçim ihtimalinde belki de yeniden aday gösterilmeyeceği (istifa ettirilerek) anlamına da gelebileceğinin düşünülmesine sebep olup, inanılmaz bir siyasi basiretsizlik örneği olarak kayda geçti bu durum!
***
Bilim adamımız buysa! Vay bizim halimize!
Geçtiğimiz hafta Ankara Çubuk’ta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı girişilen o korkunç linç girişiminin yarattığı travma toplumda büyük sarsıntıya neden oldu.
Biliyorsunuz… Kaleminin kendisine yüklediği sorumluluğunda olan bir gazeteci, yazar olarak elimden geldiğince yangına su dökmek için çabalayıp duruyorum.
Ve bu çabam sırasında da email yoluyla tarafıma yazılan tahrik edici, kışkırtıcı mesajlar dahil, söz konusu olayla ilgili sosyal medyada yapılan o abuk subuk hiçbir yorumu dikkate almadım.
Kendi kendimi, “Gelme bu oyuna Sevilay! Bunların tamamı toplumun huzurunu kaçırtan, toplumsal barışa, bana, ona, herkese düşman, cahil cühela insanlar. Asalak troller!” diyerek teskin edip, dizginledim.
Ancak dün şunu gördüm ki; Kılıçdaroğlu’na karşı yapılan o linç girişimi sandığım gibi sadece cahil cühelalar tarafından alkışlanmıyormuş.
Alkışlayan ve hatta Osman Sarıgün denilen o inek hırsızının Kemal Bey’e attığı yumruğu haklı bulup, üzerinden adice mezhepçilik yapıp nefretini kusacak kadar bir bilim adamı bile olmuş.
Kimden bahsettiğimi sanırım anlamışsınızdır.
Adı Mahmut Arslan… Trabzon’da Medical Park Hastanesi’nde çalışan bir doktor!
İşte bu doktor… Sağlığımızı emanet ettiğimiz tıp hekimi… Öyle aşağılık bir dille ve üslupla o yumruğa alkış çırpmış ki!
İlk gördüğümde inanmadım.
Montajdır dedim…
Değilmiş ama.
(O faşizan yorumu buraya yazmaya bile tahammülüm olmadığı için fotoğrafını sizlerle paylaşıyorum…)
Gerçekmiş. Ve bir anda viral oldu o yazdığı iğrenç yorum ve tepki, öfke öyle bir noktaya çıktı ki kamuoyunda…
Sonunda Medical Park Hastanelerinin sahibi Muharrem Usta Twitter hesabından; “Hastane Grubu olarak her türlü ırkçı, mezhepsel söylemin karşısındayızdır. Ayrıştırıcı, saldırgan ve ağır hakaret içeren bu söylemin ülkemizin barış iklimine ağır bir darbe vuracağı muhakkaktır. Fay hatlarıyla oynayanlar bu ülkeye en büyük kötülüğü yapanlardır” açıklamasını yapmak zorunda kaldı.
Ve sadece doktor değil, zannımca insan müsveddesi de olan o şahsın işine son verildiğini söyledi.
Toplumun reaksiyonunu ivedilikle dikkate alıp, toplumsal barış adına gerekeni yaptıklarından dolayı Muharrem Usta’yı tebrik ediyorum…
Ama bir yandan da bu aşağılık zihniyetin doktor temsilcisi olan Mahmut Arslan’a hangi hastanede, kimin görev vereceğini de merakla bekliyorum.