Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İki gündür memleketin gündeminde olan Emine Bulut cinayetine dair başta kendi köşe komşularım olmak üzere medya dünyasında yazılanları, yapılan yorumları okudunuz.

        Söylenecek her şeyi söyledikleri için “Kadına şiddet” başlığının altına aynı şeyleri tekrarlayıp boşuna vaktinizi almayacağım.

        Nihayetinde biz ne yazarsak yazalım… Ne dersek diyelim…

        Kadın dövülüyor, kadın öldürülüyor…

        Ve hepimiz, herkes şunu biliyoruz ki; Emine Bulut cinayeti son olmayacak.

        Hepimiz biliyoruz ki, dün Kırıkkale’de yaşanan vahşetin bir başka biçimi yarın bir gün memleketin başka bir şehrinde yine yaşanacak!

        O nedenle; “Bunun önüne nasıl geçilir, kadına şiddetin son bulması için neler yapılabilir?” sorularının yanıtlarına bir kez daha cevap arayarak boşa ahkam kesmeyeceğim.

        Çok net söylüyorum…

        Biz istediğimiz kadar yazalım, çizelim, haykıralım ya da bu şiddetin son bulması için önerilerde bulunalım hep beraber…

        Ne yazık ki başa çıkmamız mümkün olmayacak.

        Neden?

        Ee çünkü bu işin kökten hallolması için bu toplumun sahip olduğu bazı anlayışların kökten değişmesi gerekiyor.

        Daha açık yazayım…

        Bugün batıda bir ülkede ancak ve ancak kırk yılın başında olan bir kadın cinayetinin bu ülkede sık sık görülüyor olmasının asıl nedeni sahip olduğumuz kültürden kaynaklıdır.

        Batı kültüründe kadın insan… Bu ülkenin tamamında değilse bile büyük çoğunluğuna göre kadın sadece kadın!

        Bu bakış açısı, kadına dair bu anlayış rafa kalkmadan kadına şiddetin, kadın cinayetlerinin önüne geçilmesi mümkün değil.

        Bu değişim olmadan yaptığımız şey havanda su dövmekten öteye geçmiyor.

        Geçmeyecek de!

        Kadını sadece ve sadece namusun timsali, değişik bir yaratık, ikinci sınıf cins gibi gören anlayış bugün hâlâ toplumun tüm katmanlarında hakimken beyhude bütün çabalar.

        Haaaa… Belki bir gün o kökten değişim olur ama görünen o ki kısa zamanda asla!

        O nedenle “pes” ettim ben ve dönüp dolaşıp aynı şeyleri söylemekten, aynı yorumları yapmaktan bıktığım için de bundan böyle “kadına şiddet”, “kadın cinayetleri” ile ilgili yorum yapmamaya karar verdim.

        Affedin beni…

        REKLAM

        ***

        Şehvet ve tarikatlar…

        Sevgili İsmail Saymaz habercilikte olduğu gibi yazarlıkta da farkını koydu ortaya!

        Yaklaşık 3 hafta önce piyasaya çıkardığı “Şehvetiye Tarikatı” adını verdiği kitap bugünlerde herkesin elinde, dilinde…

        Bir kitap yazdı… Ortalığı birbirine kattı.

        Aslında çok önce yazmalıydım bu yazıyı. Zira İsmail’in kitabını ulaştırdığı ilk isimlerden biriydim ancak benim tatilde olmam, kitapla buluşmamın gecikmesi filan, olmadı bir türlü.

        Uzatmayayım… İki gün önce elime aldım. Ve bir solukta okudum.

        İsmail Saymaz’ın, polis kayıtlarına geçmiş tarikat ve şeyhleri anlattığı kitabı mutlaka okumalısınız.

        Hikayelerin hepsi birbirinden sarsıcı.

        Özellikle de “Badeci Şeyhi” olarak bilinen Uğur Korunmaz denilen müptezele dair yazdıkları inanılmaz.

        Detayına giremiyorum Badeci’nin hikayesiyle ilgili ama şunu söyleyeyim…

        İsmail yazmış olduğu bu kitapla ders verir gibi sadece okuyucularını, toplumu bilgilendirmemiş.

        Aynı zamanda devleti yönetenlere tarikatlar konusunda ülkenin geldiği tehlikeli boyutu gözler önüne sermiş.

        Ellerine sağlık…

        Harika bir eser olmuş gerçekten!

        REKLAM

        ***

        En çok da o mezar yığıntısının sonunu merak ediyorum!

        Biliyorsunuz yazın büyük bir kısmını Bodrum’da geçirdim.

        Kaldığım zamanlarda da ara ara gördüklerimi, izlediklerimi sizlerle paylaşmaya çalıştım.

        Değil batıda, Ortadoğu’da dahi olsa dünya turizmindeki yeri bugün olduğundan çok başka bir yerde olacak Bodrum’a yapılan kötülüklerden, fenalıklardan en büyüğü elbette ki imarıyla ilgili.

        Bundan 25 yıl önce gittiğimiz Bodrum ile bugünün Bodrum’u arasında dağlar kadar fark var artık.

        Beton üzerine beton dökülen bu güzelim beldeye yapılan ihanet korkunç boyutlarda.

        “Ne zaman? Acaba kim bu ihanetin farkına varacak?” diye düşünülen bir zamanda Çevre Bakanı Murat Kurum’un geç kalınmış olunsa da Bodrum sahillerini tekneyle gezerek imara aykırı gördüğü projelere mühür vurması takdirlik bir olay.

        Umarım o projeler iddia edildiği gibi; “Şov amaçlı, sırf birilerinin gönlü hoş olsun” diye mühür yememiştir.

        Bu arada Kurum’un mühürlediği projelerden sonunu en çok merak ettiğim Gündoğan Küçükbük Koyu’ndaki mezar yığını.

        O kadar çirkin ve iğrenç ki söz konusu proje… Her görene anında; “Tamamının yıkılması gerekiyor bu yığının” dedirtiyor.

        Öyle mi olacak yoksa göstermelik birkaç bina yıkılacak ve görüntü kirliliğinden başka bir işe yaramayan o mezar yığını varlığını bir biçimde devam ettirecek mi?

        Göreceğiz…

        Diğer Yazılar