Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Malumunuz Kanal İstanbul ile ilgili tartışmalar devam ediyor.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün TÜBİTAK ve TÜBA Bilim Ödülleri töreninde yaptığı konuşmadaki “İsteseler de istemeseler de Kanal İstanbul’u yapacağız” ifadeleri üzerine tartışma iyice alevlendi.

        Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu proje ile ilgili heyecanını ve arzusunu anlamaya çalışıyorum ayrı konu ama bir yandan da projeye karşı olan bir İstanbullu olarak neden karşı olduğumu anlatmak için sağlam dayanaklar bulmaya gayret ediyorum.

        Neden karşıyım bunu daha önce yazmıştım.

        Açık açık “Nüfus yükümüz zaten çok ağır, fazlasını kaldırmamız mümkün değil, İstanbul yoruldu artık lütfen bu projeyi İstanbul’dan uzak tutun” demiştim.

        Tek nedenim elbette ki bu değil projeye karşı olmamın.

        Mesela proje nedeniyle gündeme gelen Montrö Sözleşmesi...

        Elbette ki Montrö ve kaidelerinin ne anlama geldiğini biliyorum. (Yani en azından gerek lisede verilen inkılap tarihi derslerinden gerekse meslek icabı gündeme gelen tartışmalardan dolayı sözleşmeye, maddelerine vakıfım.)

        Ancak bu Kanal İstanbul projesi gündeme gelince ve bu sözleşme ile ilgili taraflar değişik argümanlar ortaya atınca açık söyleyeyim kafam allak bullak oldu.

        “Kanal İstanbul Montrö’yü olumlu yönde mi etkiler yoksa olumsuz mu?”

        Velhasıl bu sorunun yanıtını almak için yola çıktım...

        Bu konuda yazılmış onlarca gazete/haber sitesine ait köşe yazısı okudum.

        Ama hiç kusura bakmasınlar bu yazıların tamamı bilimsellikten uzak ve taraftarlık anlayışı içerisinde ele alınmış ve uzmanı olmadıkları “devletler hukuku” ile alakalı ahkam kesmekten öteye geçilememiş yazılardı.

        Ancak bu “soruşturma” gayretlerim esnasında denk geldiğim oldukça yetkin isimlerin kaleme aldığı son derece bilimsel makaleler de buldum.

        İşte bunlardan birini bugün dikkatinize sunuyorum.

        Makalenin sahibi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Ayşe Nur Tütüncü...

        Tütüncü’nün Kanal İstanbul’un Türkiye’ye ne kazandıracağı ya da ne kaybettireceği üzerinden kurguladığı makale son güncel tartışmaların dışında ve sadece uluslararası hukuk ve Türkiye’nin boğazlar üstündeki egemenliği bağlamında yapılmış bir inceleme ve yayınlanma tarihi de 2017!

        Lozan Sözleşmesi’yle Türkiye’nin egemen ve bağımsız bir devlet olduğu tanınmakla birlikte Türkiye’nin boğazlar üzerinde tam egemen ve yetki sahibi olmasının ancak Montrö Sözleşmesi’nin onaylanmasından sonra sağlanabildiğini hepimiz biliyoruz.

        Haliyle hassas olunması gereken bir konu Montrö...

        Kısır siyasi çekişmelere kurban verilmeyecek kadar derin ve bir o kadar da ülkenin geleceğini şekillendirecek bir mevzu...

        O nedenle eğri de otursak doğru konuşalım ve Montrö Sözleşmesi’nin Türkiye’nin güvenliği ve Boğazlar üzerindeki egemenliği açısından kazanımları nedir ne değildir doğru yerden tartışalım...

        Diyor ki Profesör Tütüncü; “Montrö Sözleşmesi uyarınca ‘Boğazlar’ deyimiyle ulaşım açısından Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı kastedilmektedir. Kanal ise sadece İstanbul Boğazı’na seçenek oluşturacaktır. Gemilerin Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nden geçiş rejimi ise Montrö Sözleşmesi kapsamında aynı kalacaktır. Kanal’ın esaslı inşâ gerekçeleri olarak İstanbul Boğazı’ndaki yoğun trafiğin azaltılması ve bölgenin daha güvenli hâle getirilmesi gösterilmektedir. Dolayısıyla İstanbul Boğazı’nın gemi trafiğine kapatılması ve geçiş yapmak isteyen gemilerin zorla Kanal’dan geçmesi istenebilir mi?

        Montrö Sözleşmesi’ne göre, esas itibarıyla gemilerin boğazlardan ‘geçiş ve ulaşım serbestisi’ ilkesi ortaya konulmuş ancak savaş gemilerinin barışta ve savaşta geçiş rejimi, Karadeniz’de kıyısı bulunan devletler ile bulunmayanlara göre değişiklik göstermek üzere düzenlenerek tonaj, zaman ve geçiş kısıtlaması gibi çeşitli sınırlamalara tâbi tutulmuştur. Zaten Sözleşme’nin en hassas ve önemli bölümü de savaş gemilerine dair hükümlerle ilgili bölümdür. Dolayısıyla, İstanbul Boğazı’nın gemi trafiğine kapatılması ve geçiş yapmak isteyen gemilerin zorla Kanal’dan geçmesi istenemez!”

        Mümkünse Tütüncü’nün makalesinin tamamını verdiğim link üzerinden okumaya çalışın.

        Uluslararası Hukuk ve Montrö Antlaşması ile ilgili olası riskler bir yana hemen her konuda ciddi bir irdelenmenin yapıldığı bu makalenin birçok bakımdan aydınlatıcı olduğunu düşünüyorum.

        Ve yazımın sonunu Profesör Ayşe Tuna Tütüncü’nün makalesinin özetiyle bitiriyorum;

        “Türkiye’nin elbette ki Kanal İstanbul’u kendi ülke topraklarında inşâ etmesine hukuken bir engel yoktur. Ancak bu inşaatın gerçekten makul olup olmadığı hususu tartışılabilir. Zira uygulanacak düzen bağlamında Kanal’dan geçecek gemilerin tonajı, türü, kılavuzluk meselesi, geçiş ücreti alınıp alınmayacağı, statüsünün ne olacağı gibi konular önem taşır. Bu çerçevede boğazlardan geçişi düzenleyen Montrö Sözleşmesi’ne aykırı olmayacak ve varlığının tartışılmasına yol açmayacak bir hassasiyet içinde hareket edilmesi gerekmektedir. Öte yandan Kanal’ın inşâsı ile oluşabilecek çevresel risk, sadece ülke sınırlarını değil bu sınırların dışını da etkileyeceğinden çevreye dair hassasiyet gösterme yükümlülüğü de ülke olarak Türkiye’ye düşer. Projeden kazanılacaklar ile kaybedilecekler, kanaatimce aynı ölçütler temel alınarak değerlendirilemez. Bu anlamda yakın vadede kazanç olarak görüleceklerin nihai olarak Türkiye’nin geri döndürülemeyecek kaybı olabileceği hatırdan uzak tutulmamalıdır!”

        *

        “2020 de her şey daha iyi nasıl olabilir?”

        Esasında çokk mesele var yazmam ve yorumlamam gereken ama...

        Bugün bunu yapmayacağım...

        Çünkü bugün eski yılın son günü ve ben yazarak bu meseleleri hem kendime hem de sizlere negatif enerji yüklemek istemiyorum.

        Size söyleyeyim... Şimdi ben bu yazıyı bitirip yazı işlerine yolladıktan sonra kapatacağım tümmm olumsuzluklara kendimi ve yeni yıla pozitif, sevecen, heyecanlı bir ruh hali ile girmek için hazırlayacağım kendimi.

        Mottom da şu; “2020 geçmiş tümmmm iyi yıllarımdan çokkk daha iyi olacak ve bana her defasında; ‘Şükürler olsun! Her şey çok güzel ve bundan daha iyi neler olabilir’ dedirtecek muhteşem bir yıl olacak!”

        Kalbi güzel, temiz, dürüst ve vicdanı asla elden bırakmayan hakikat yolundaki herkese iyi yıllar diliyorum...

        İyi ve onurlu, huzurlu yıllar...

        Diğer Yazılar