Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sonunda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim…

        Yani başlıktaki şu; “FETÖ’nün siyasi ayağı nerede biliyor musunuz?” sorusuna net cevabı vereyim en önce…

        Hiçbir yerde!

        Evet yanlış okumadınız…

        15 Temmuz hain darbe girişiminden beri…

        Gerek Cumhur İttifakı ortaklarının gerekse muhalefetteki parti liderlerinin birbirlerini sıkıştırmak, kıstırmak gayesiyle ısıtıp ısıtıp gündeme getirdikleri bu sorunun cevabı budur!

        FETÖ’nün bir siyasi ayağı yoktur değerli okurlarım.

        Sadece FETÖ’nün bir proje olarak düşünülüp de hayata geçirildiği andan beri, ki yaklaşık 40 yıllık bir zamandır bu, dönemsel olarak kullandığı siyasiler vardır.

        2010 yılında radarıma giren bu örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kılcal damarlarına sızdırılmış Amerika kaynaklı bir proje olduğunu anlatmak için dilimde tüy bitti.

        O yazılarımın tamamı arşivlerde durmaktadır.

        Dileyen hepsini bulup okuyabilir.

        Ancak; “FETÖ’nün bir siyasi ayağı yoktur!” tespitimin doğru anlaşılması adına bir kez daha bu projenin ne zaman ve nasıl hayata geçirildiğini hatırlatmak istiyorum.

        Örgütün lideri Fetullah Gülen ile Amerikan istihbarat örgütü CIA’yi tanıştıran, CIA'nın 1970'li yıllardan itibaren Türkiye'deki yapılanmasının baş aktörü ve koordinatörü olan ünlü ajan Graham E. Fuller'dir.

        İslami cemaatler üzerinde, özellikle de Nurculukla ilgili uzun süre araştırmalar yapmış olan Fuller’in, 90'lı yılların başında ABD yönetimine verdiği raporlarda; "Washington'un Türkiye politikalarında ve Kafkaslar ile Balkanlar'daki stratejik hamlelerinde Fetullah Gülen ve cemaatinin yapısını, dinamik ve de eğitimli kadrolarını kullanmasını" önermesi yazılıdır, ispatlıdır.

        Yani FETÖ, CIA tarafından “kuzu postunda kurtluk yapması” maksadı ile Türkiye'de tohumu ekilen ancak sonrasında dünyanın dört bir yanına serpilen bir istihbarat çalışmasıdır.

        Ve gerçek şudur ki, Necmettin Erbakan hariç gelmiş geçmiş tüm iktidarların günahı vardır bu örgütün doğmasında, büyümesinde, gelişmesinde…

        FETÖ sadece Erbakan döneminde devlette istediği yere sızıntı yapamamıştır.

        Geri kalan tüm zamanlarda ise ikiyüzlü şekilde ilişkilerini kurmuş ve istediklerini fazlasıyla da almıştır.

        “Alnı secdeden kalkmayan güzel insanlar”ın birlikteliği sanılıp yol yürümesine izin verilen FETÖ’nün derin bir biçimde kadrolaşma süreci ise AK Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte başlamıştır.

        Ergenekon, vesayet karşıtı vs gibi süreçlerde AK Parti’yle kurulan sıkı diyalog ve işbirliği sayesinde ise devletteki hakimiyetini doruğa çıkarmıştır.

        Doğruya doğru FETÖ’nün devleti hemen hemen ele geçirme dönemi AK Parti iktidarı sayesinde gerçekleşmiştir.

        Ancak sona yaklaşıldığında o dönem henüz Başbakan olan Erdoğan tehlikenin farkına varmış ve biraz daha göz yumulması durumunda FETÖ’nün Türkiye Cumhuriyeti’ni anahtarı ile birlikte dış mihraklara teslim edeceğini görmüş ve adeta örgüte adam kazandırma madenleri gibi konumlandırılan dershanelerini kapatma girişimi ile mücadeleyi başlatmıştır.

        Yeri geldi şu gerçeği söyleyip altını çizmem gerekiyor.

        O yıllarda iktidara yakın Sabah gazetesinde yazardım.

        Evet başta Hanefi Avcı ve sonrasında Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tutuklanmaları ile birlikte ahalinin o zamanlar “Hizmet Hareketi” ya da “Cemaat” dediği FETÖ’ye karşı aldığım tavır nedeniyle bazı gazeteci bozmaları tarafından mezhebi köklerim gerekçe gösterilerek şahsım; “Hükümet ile cemaatin arasını açıp CHP’ye kan taşımaya çalışan Truva Atı” olarak lanse edilmiş ve bu yüzden de bir dönem Erdoğan ve yakınları tarafından uzak tutulmuştum.

        Ama buna rağmen bir doğrunun hakkını teslim etmem gerekiyor.

        FETÖ denilen o alçak yapıyla ilgili yaşanan tüm sürece bire bir tanık olan biri olarak söylüyorum; “Erdoğan tehlikenin farkına vardığı anda FETÖ’ye karşı müthiş bir dirayet göstermiştir!”

        Aslında meseleye ilk uyanışı tarihe, “7 Şubat MİT Krizi” olarak geçen o meşum olayla olmuştu.

        MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı kelepçeleyip hapse tıkma girişimiyle FETÖ’nün ne olduğunu ve neye hizmet ettiklerinin daha o gün farkına varmıştı Erdoğan.

        Ve eğer birileri; “Efendim yanlış anlaşılma oldu… Hocaefendi bu yanlıştan ötürü özür diliyor” safsataları ile “arabulucuk” girişiminde bulunmuş olmasaydı Erdoğan daha o gün, tıpkı Dershaneler sürecinde olduğu kararlılıkla mücadeleye başlayacaktı FETÖ ile.

        Geç kalmış olması tamamen adı sanı bilinen malum “avuntucuların” yanıltmasındandır.

        Kabul edelim, FETÖ can düşmanı olarak hep Erdoğan’ı gördü ve onu direkt olarak bitirmek istedi.

        Bu arada hakim oldukları emniyet ve yargıda elde etmiş oldukları tüm belgeleri arşivlemişlerdi. Yıllarca biriktirdikleri bu belgelerle istediklerini alamayacak noktaya varınca Erdoğan’a şantaj yaparak diz çöktürtmeye çalıştılar. Şantajları da tutmayınca bu defa anti-Erdoğan bir dönem başlattılar.

        İşte başta CHP olmak üzere muhalefetle yakınlaşması da o dönemde başlamıştır.

        17/25 Aralık 2013’ten itibaren Erdoğan’ın FETÖ ile ölüm kalım mücadelesi verdiği ve sonunda da hezimete uğrattığı süreçte maalesef muhalefet de, “Düşmanımın düşmanı dostumdur “ anlayışı ile “cemaat” adı altında iş görmeye devam eden FETÖ’yü sahiplenmiştir.

        Gelelim 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan sürece…

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın örgütü ittifak ortağı MHP ile birlikte bitirdiği, devletten tamamen kazıdığı bir dönemin başlangıcıdır 15 Temmuz.

        Bazıları bu süreç sonrası muhalefetin FETÖ ile yakınlaştığı iddiasında bulunuyor olsa da ben bunun da çok doğru olduğunu düşünmüyorum.

        Muhalefet darbecilere karşı net bir duruş sergilemiştir ama “Cemaat” gördüğü için bir biçimde içinde yer almış sosyal tabanına ise nötr kalmıştır o dönemde.

        Kısacası efendim…

        FETÖ 40 yıl boyunca kullanabildiği her siyasetçinin, her siyasal partinin dibindeydi, içindeydi.

        Süreç ve dönemler itibarıyla sadece siyasileri değil, gazetecileri de kullandı, işadamlarını da…

        Yukarıda da dediğim gibi rahmetli Erbakan hariç gelmiş geçmiş tüm siyasi oluşumların şu veya bu şekilde sorumluluğu vardır FETÖ’nün canavarlaşmasında…

        O yüzden; “FETÖ’nün siyasi ayağı nerede?” sorusunun sorulması da, bu soru ekseninde siyaset geliştirilmeye çalışılması da yanlıştır…

        Zira bir ayak var ise bu ayağın bu soruyu soran tüm siyasilerin ortaklığı sayesinde oluştuğu su götürmez bir realitedir.

        Diğer Yazılar