Barış Terkoğlu'na gözaltı kararı doğru oldu mu?
Dün güne merhaba dediğimizde haberdar olduk ki; Oda TV İnternet Sitesi Genel Yayın Yönetmeni aynı zamanda Cumhuriyet gazetesi yazarı da olan Barış Terkoğlu sabaha karşı 04.00 sularında evinden gözaltına alınmış.
İddiaya göre Terkoğlu’nun gözaltına alınma sebebi Libya’da şehit olan MİT mensubuyla alakalı haberin Oda TV’de yayımlanması...
Haberin ayrıntısına girmeyeceğim zira Terkoğlu’nun suçlandığı gibi bir iddia ile karşı karşıya kalıp başımı belaya sokmak istemiyorum.
MİT’in faaliyetleri, görevleri ve mensupları ile ilgili haber konusunda yasa çok açıktır.
Aslında MİT kurulduğundan beri var olan bir yasadır bu yasa…
Fakat bir dönem hem yargıda hem de emniyette muktedir olan FETÖ’cülerin başta Taraf gazetesi olmak üzere sahip oldukları basın yayın organları üzerinden teşkilatı yıpratmak, itibarsızlaştırmak gayesiyle yaptıkları operasyonel haberlerin devamının engellenmesi için 2014 yılında ufak bir değişiklik yapılmış ve aynen şu ifadelerle yasanın altı kalın kalın çizilmiştir…
“Millî İstihbarat Teşkilatının görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgeleri, yetkisiz olarak alan, temin eden, çalan, sahte olarak üreten, bunlar üzerinde sahtecilik yapan ve bunları yok eden kişiye dört yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini herhangi bir yolla ifşa edenler ile MİT mensuplarının kimliklerini sahte olarak düzenleyen veya değiştiren ya da bu sahte belgeleri kullananlara üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Birinci ve ikinci fıkra kapsamındaki bilgi ve belgelerin; radyo, televizyon, internet, sosyal medya, gazete, dergi, kitap ve diğer tüm medya araçları ile her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim araçları vasıtasıyla yayımlanması, yayılması veya açıklanması hâlinde; 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanununun 11 inci maddesi ile 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunun 4 üncü ve 6’ncı maddeleri hükümlerine göre sorumlulukları belirlenenler ile bunları yayanlar hakkında üç yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası verilir!”
Yani doğruya doğruyu söylemek gerekirse Barış Terkoğlu’nun yayın yönetmeni olduğu Oda TV’de ilk görünüşte bu suça uygun bir fiil gerçekleştirilmiştir ancak bazı yönler var ki durumu suç kastı açısından tartışmalı hale getirmektedir kanaatimce…
O dönem iktidara yakın Sabah gazetesinde yazan ve FETÖ’nün medyasının MİT üzerinden yaptığı operasyonel tüm haberlere FETÖ’cülerin hedefine oturacağını ve alçakça, adice birçok saldırıya maruz kalacağını bile bile kafa tutmuş, mücadele etmiş biri olarak söylüyorum…
Ben Barış Terkoğlu’nun da haberi yapan Manisa muhabiri Hülya Kılınç’ın da söz konusu haberi aynı niyetle, yani MİT’e, Milli İstihbarat Teşkilatı’na operasyon çekmek amacıyla yaptıklarını düşünmüyorum.
Böyle diyenlere inanmıyorum da…
“Haber atlatma niyeti ile yapılmış bir öngörüsüzlük” denilebilir Terkoğlu ve ekibinin yaptığına ama; “Amaç devlet sırrını ifşa edip MİT’i itibarsızlaştırmak” denilemez!
Kaldı ki zaten söz konusu haber daha öncesinden başka isimler tarafından üstelik de kimlikleri daha açık bir şekilde verilerek yayımlanmış.
Ve hatta TBMM’nin bir üyesi olan İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ tarafından bir basın toplantısı ile şehit olan MİT mensubu ile ilgili detaylar tüm kamuoyuna duyurulmuş.
Tabii bunun böyle olması demek Oda TV’nin de bu haberi kullanmasının bir hak olduğu anlamına gelmez!
Ancak MİT gibi müstesna bir teşkilatımıza hainlik yapmayacak bir duruşu olduğu bilinen Barış Terkoğlu’nun sabahın köründe, saat 04.00’te evinden gözaltına alınması niye?
Çok açık yazıyorum bana göre bu gözaltı uygulaması doğru olmamıştır.
Aksine kamuoyuna FETÖ’nün ülkeyi korku imparatorluğuna çevirdiği günleri anımsatmış ve “Ne oluyor? Eski günlere mi dönüyoruz?” dedirten, hepimizi ürküten bir fotoğraf verilmesine neden olmuştur.
Terkoğlu nerede olduğu net bilinen ve son dönemde yazdıkları ile yıldızı yükselen itibar sahibi bir gazetecidir.
Eğer MİT Yasası’na aykırı bir haber yapmış ise hakkında bir suç duyurusunda bulunulurdu ve kanuni haklar kullanılarak ifadeye çağrılabilirdi.
Giderdi de…
Cezası ne ise çekerdi de…
Hal böyle iken insanların kafasının allak bullak olmasına, iktidara yakınlığı ile bilinen birçok gazetecinin dahi fısıltıyla da olsa; “N’oluyoruz yahu!” demesine sebep olan bu acelecilik, şafak vaktinde gözaltı uygulaması filan…
Ne için?
MİT yasasından...*
Hakikat…
Tamam seviyor biz köşe komşularına arada sırada sataşmayı, laf sokuşturmayı ama kusura bakmasın bu defa işi şirazesinden çıkarmış Fatih Altaylı.
Bu sataşma olmamış bu alenen iftira olmuş!
Almış önüne benim bir gün evvel Suriyeli mültecilere sınır kapılarının açılması ve yaşanan manzara ile ilgili “Bırakın dünya görsün!” başlığı ile kaleme aldığım yazımı…
Ve genç, zıpkın gibi Sinan Ogan’ın deyimiyle “tosuncuklara” dair kullandığım; “Kimse benden; ‘Burada beklediğim hayatı kuramadım. Fakir bir ülke Türkiye! Gidip Avrupa’da hayatımı kurtaracağım!’ diyenlere acımamı beklemesin” cümlemi; “Suriyelilere hiç acımıyorum kusura bakmayın!” diye çarpıtıp… Alta da botlarla Ege Denizi’nden Yunanistan’a geçen çocukların fotoğraflarını koyup…
“Şu fotoğraflara bakıp içinde derin bir acı hissetmiyorsan Sevilay... O zaman ben sana çok acırım!” şeklinde döşenmiş…
O çocuklara acımayanın kanı kurusun, Allah bir değil, bin kez belasını versin ayrı konu ama Altaylı’nın kullanmadığım bir ifade üzerinden beni yargılama ve dahası hedefe oturtma gayesine artık “pes” diyorum.
Ben daha üniversitedeyken köşe yazarlığına başlamış bir duayene sırf tribüne oynamak için bir lafı böyle eğip, büküp vurmak… Dahası yaptığı hakkaniyetsizliğe sessiz kalmayacağımı tahmin edip; “Ben çocuklar hariç dedim diye savunma kendini. O çocuklar ana babalarının mütemmim cüzü. Kusura bakma!” deyip ön alma gayretkeşliğinde bulunmak…
Hiç yakışmadı!
Bu arada dün arşivlere bakındım.
Suriyelilerin bu ülkeye sıkıntı olacağını en çok yazanlardan biri kendisi.
Hatta benim şu eli satırlı mafyöz kılıklılar ile ilgili yazdığım yazının ertesi günü de demişti ki; “Niye şaşırıyorsun Sevilay… Ben durumun buraya geleceğini yıllardır yazıyorum zaten!”
Yani bu konuda en çok ve en sert yazıları yazmakla övünen bir yazar Fatih Altaylı…
Ancak Türkiye sınır kapılarını açıp, sığınmacılara “İsteyen Avrupa’ya gidebilir” dedikten sonra diğer bazıları gibi birden bire Suriyeliler konusunda hisleri bambaşka bir noktaya evrildi.
Sadece onu değil başkalarını da görüyorum birkaç gündür.
“Tamam biz Suriyelileri istemiyorduk ama adamları şantaj malzemesi yapıp, botlara bindirip perişanlığa sürüklemenizi de kabul edemiyoruz!” diyorlar…
Sanki Türkiye çoluk çocuk Suriyelileri zorla botlara bindiriyor?
Ya da diğer kapıya yolluyor?
Kardeşim gitmek isteyen kendileri…
O bir lokma bebekleri, çocukları da Avrupa’da daha rahat yaşam hevesiyle o zorluğa o zavallılığa sokan da “mütemmim cüzü” olan anaları babaları!
Şimdi ben; “Bana tribünlerden alkış lazım değil, hakikat lazım” deyip realiteden hareketle kitabın ortasından yazdığım için mi kabahatli oldum?
Hayır ne olmasını bekliyordu Altaylı ve onun gibi düşünenler onu anlamıyorum.
Türkiye’nin tamamen kendi hatası sonucu sırtına yüklediği bu küfeyi sonsuza değin taşımasını mı?
Bir gün mutlaka bu yükü silkinip atacaktı bu ülke ve bir gün mutlaka Suriyeli sığınmacılar konusunda yıllarca uzaktan gazel okuyan Avrupalı ülkeler kayıtsızlığı ile yüzleşecekti!
Ve eninde sonunda da bugün o sınır kapısında yaşanan manzaralar yaşanacaktı!
Niye gerçekçi olmuyor ve bu kaçınılmaz sonla ilgili hakikatli bir duruş sergilemiyorsunuz?