Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Her devirde vardı.

        Bugün olduğu gibi geçmişte de sağ, sol ya da merkez ideolojileri savunanların hepsi oy kazanmak, taraftar toplamak için popülist söylemleri kullandı.

        Ancak son zamanlarda hem kullanım şekli değişti bu doktrinin hem de sıklığı.

        Eskiden en azından sadece siyasiler kullanırdı.

        Şimdilerde her yerde, her mevzuda!

        Konunun ne olduğu hiç mühim değil.

        Kimin tavuğuna kış denilse ya da kimin ayağına basılsa…

        Hiç başka bir şeye başvurmadan doğrudan halkın çıkar, önyargı, hayal kırıklıkları ve öfkelerine seslenme esasına dayanan popülizme sarılıyor.

        Bu aralar en revaçta olanı tabii ki vatan kavramı üzerinden yürüyenler.

        Biliyorsunuz… Geçen gün Azerbaycan ve Ermenistan savaşı konulu bir yazı kaleme aldım.

        O yazının en başında üzerine basa basa; “Benim bu savaşta tarafım bellidir!” diyerek uluslararası hukuka aykırı davranan Ermenistan’ın işgal ettiği Karabağ’ı derhal terk etmesi gerektiğine özenle vurgu yaptım.

        Devamında da bu savaş üzerinden bazı fanatiklerin kışkırtıcı dil kullanarak Türkiye’de yaşayan Ermeni yurttaşlarımızı hedefe koymaya çalıştıklarını ve bundan dolayı da bu insanların korku ve endişe yaşadıklarını ifade ettim.

        Ve bu durumun daha tehlikeli bir boyuta ulaşmadan İçişleri Bakanlığı tarafından gerekenin yapılması çağrısında bulundum.

        REKLAM

        Ama popülizmin ne işe yaradığını iyi bilen ve isabetle kullanan bazılarının yazımı eğip, büküp çarpıtması sayesinde; “Ermenilere gösterdiğin hassasiyeti Hocalı'da katledilen Azeri Türk kardeşlerimiz için niye göstermiyorsun!” ile başlayıp “Vatan Hainliği” ile devam eden onlarca hakaret ve aşağılamayla karşı karşıya kaldım.

        Anlayacağınız değerli okurlarım…

        Popülizm hastalığı dört bir yanımızı teslim almış durumda.

        Bırakın; “Yanlışsın!” filan denilmesini…

        “Şurada şöyle olsaydı daha iyi olurdu!” diyene bile içinde bolca vatan, bayrak, bütünlük, hainlik geçen cümlelerle ağız dolusu cevaplar veriliyor.

        Sadece siyaset falan da değil bu hastalığın kullanıldığı alan artık.

        Dedim ya!

        Her yerde, hemen her mevzuda antibiyotik gibi devreye sokuluyor.

        Özellikle de medyamızda.

        Düşünün…

        Canlı yayında DNA testi ile bir çocuğun babasının kim olduğunun tespiti yapılıyor.

        Anne, test sonucu kocasının değil de kendisinden 28 yaş büyük komşusunun, çocuğunun babası olduğunun ortaya çıkması üzerine milyonların gözü önünde çığlıklar atarak seviniyor.

        Sonra dönüp o dakikaya kadar kendisini çocuğun babası zanneden adama; “Ohh çok şükür sen değilmişsin! Rabbime şükürler olsun ki çocuğun babası komşumuzmuş!” falan diyerek gider yapıyor.

        Ve toplumda adeta infiale neden olan bu manzarayla ilgili yapılan eleştirilere dair sonunda yarı resmi olan bir kurumdan ise şöyle bir açıklama geliyor; “Bu saldırıların temelinde yayıncı kuruluşun FETÖ ve PKK başta olmak üzere terörle ve terör örgütleriyle mücadele konusunda sergilediği milli ve yerli tavrın bulunduğunu düşünüyoruz!”

        Tabii bu sadece bir örnek.

        Bunun gibi onlarcası var.

        Derdim kimseyle polemik değil o nedenle isim, marka ya da kuruluş adı vermeyeceğim.

        Ancak yeter artık!

        Canlı yayındır kardeşim.

        Risk her zaman vardır.

        Herkesin, hepimizin başına gelebilir.

        Ağzından sehven bir cümle dökülür ya da konuk aldığın insanlar o anda senin planlamana aykırı bir şekilde abuk subuk saçmalar.

        REKLAM

        Çıkar adam gibi; “İstemeden, sehven oldu. Mahcubuz!” der özrünü dilersin ve insani çerçevede meseleyi bağlarsın.

        “Katiyen bir yanlış yok!” deyip meselenin üzerine gitmek ne!

        “Olmadı bu iş! Yanlış” eleştirilerini dile getirenlere; “Biz vatanseveriz ondan oluyor bu işler! Hep vatanı kolladığımız için yapılıyor bu saldırılar!” demek ne!

        Eleştirenleri; “Vatan haini bunların hepsi” deyip, damgalayıp hedefe oturtmak ne!

        Pardon ama bu kutsal vatan sizin basit hatalarınızı örtmek için kurulmuş bir kamuflaj mı?

        Bu vatan bu kadar değersiz mi?

        Ayrıca bu vatan sadece SİZİN Mİ!

        Şimdi anladık mı niye İstanbul Sözleşmesi!

        İlahi adalet mi dersiniz tesadüf mü bilemem...

        Ama her neyse...

        Günlerce üzerinde tartışma yapılan İstanbul Sözleşmesi’ne bu ülkenin gerçekten de ne kadar ihtiyacı olduğu 12 yaşındaki çocuğa cinsel istismardan tutuklanan şu sapık şeyh bozuntusu Eyüp Fatih Şağban marifetiyle ispat oldu.

        Tutuklandıktan sonra müritlerine yazdığı mektupta; ”Sizi üzecek bir şey yapmadım. Komployla karşı karşıyayız. Uyuşturucu bağımlısı birinin bozuk aile yapısının korunması için merhameten yaptığımız yardımlar, ihanet ve komplo olarak geri dönmüştür! Kızlarını bize teklif etmişler. Bizim de 'Yaşı 18'e geldiğinde belki olur' dediğimiz olmuştur. Telefondaki konuşmalarda, yapmadığımız fiilleri bize zorla teyit ettirmek istemişler ve ayrı ayrı para talep etmişlerdir. Telefondaki 'yapmayın – etmeyin' ricaları böyle bir sonucun doğmaması içindir...” ifadeleri ile sapıklığının, sapkınlığının açıklamasını yapmaya çalışan Şağban...

        Sözcü Gazetesi Yazarı İsmail Saymaz’ın ele geçirdiği mektubunun en sonunda ise... “Ne yazık ki İstanbul Sözleşmesi'ndeki ifadeler bizi böyle bir duruma zorlamıştır!” diyor.

        Yani sapık adam; “İstanbul Sözleşmesi olmasaydı 12 yaşındaki kızla evlenecektim ve sorun olmayacaktı!” demeye getiriyor...

        Sözleşme olmasaymış eğer o sapık pislik, bir lokma çocuğu karısı yapmayı uygun görüyormuş yani!

        Biz zaten biliyorduk İstanbul Sözleşmesi’ne bu çevrelerin neden karşı çıktıklarını...

        Gerekçelerinin ne olduğunu...

        Umarım bunların gazına gelip sözleşmeyi ortadan kaldırmaya and içmişcesine kalemlerini sallapati kullanan diğerleri de anlar...

        Anlar da en azından utanıp geri adım atarlar!

        Diğer Yazılar