Yine mi dönemeyeceğiz Sarayburnu'nun önünü!
Rivayet tabii…
Bir zamanlar İstanbul’da Aksi Yusuf adında bir tüccar varmış.
Peynir ticareti yapan bu tüccar Trakya’dan aldığı peynirleri ya İstanbul ya da İzmir’de satarmış.
Malını İzmir’e gemilerle taşıtan tüccar navlun parasını peşin vermek istemediğinden her seferinde gemi kaptanlarına;
"Hele peynirler sağ salim varsın, istediğin parayı sana fazla fazla veririm" diye vaatlerde bulunurmuş.
Peynir yüklü gemi gideceği yere varmasına varırmış ama cimriliği ile meşhur tüccar her defasında da ödemeyi bahaneler bulup geciktirirmiş.
Bu huyu limanda kulaktan kulağa yayılmış tabii.
Öyle bir hale gelmiş ki peynirini ikinci kez taşıtacak kaptan bulamamış artık.
Sonunda daha evvel hiç çalışmadığı bir kaptana denk gelmiş.
Peynirleri yükleyip tam gemi İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken tüccar parayı peşin ödememek için başlamış yine öncekilere yaptığı gibi vaatler vermeye.
Ama tüccarın diğer kaptanları laf ebeliği yaparak kandırdığını çoktan haber alan son kaptan; “Efendi hiç kusura bakma lafla peynir gemisi yürümez! Bu geminin kalkması için kömür lazım. Yağ lazım. Mürettebata para ödemem lazım. Haberin olsun. Navlunu şimdi ödemezsen peynirinle yüklü bu gemiyle değil İzmir’e gitmek Sarayburnu'nu bile dönmem!” diyerek ağzının payını vermiş.
Lafla bir daha kimseyi oyalayamayacağını anlayan tüccar da el mahkum saymış tabi kaptanın eline paracıklarını...
Ben şimdi bu hikayeyi niye anlattım?
Geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek için ekonomi ve yargı başta olmak üzere yeni bir döneme girildiğine ve bu girilen yolda da kararlılıkla devam edileceğine dair yaptığı açıklamalar üzerine bir yazı yazdım.
"Heyecanlandım ve umut doldu içim" dedim.
Bu yazım yayınlandıktan hemen sonra katıldığı bir hukuk sempozyumunda Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün yaptığı açıklamalar heyecanımı bin kat artırdı.
Özellikle de; "Yargı konjonktüre, birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka, Anayasa'ya bakar. Bizim beklentimiz budur. Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun!" ifadeleri üzerine, yalan yok iyice bir heveslendim.
Şimdi bu noktada bir hususa temas edeceğim.
Biliyorum ki içinizden bazıları bu yazdıklarım yüzünden içten içe bayağı bir saydırıyor bana.
Canları sağolsun o saydıranların ancak bunu yapanlar şunu bilmeliler ki; Bu kalem gerçekten de başına buyruk bir kalem!
Ne bir partiye taraftır ne de bir partiye duvardır!
Bu kalem, hangi parti, siyasetçi filan olduğu mühim değil... Her zaman doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyi ilke edinmiştir.
Medyadaki genel anlayışa belki ters düşebilir bu duruşum. Çünkü bizim mahallede de tarihinde hiç olmadığı kadar acayip bir kamplaşma, kutuplaşma ve partizanlık almış başını gitmiş durumda.
Ama daha evvel de birkaç kez söylediğim gibi…
Benim bir partiye kuru kuruya taraftarlığım olmadığı gibi mevcut iktidara da bir nefretim yoktur.
Ben arkasında önünde hiçbir sıfatı bulunmayan sade bir demokratımdır!
İşte bu yüzden son günlerde iktidar cephesinden yapılan ve tamamı demokrasiyle bağlantılı olduğuna inandığım açıklamalar beni çok umutlandırdı ve bir şeylerin de değişeceğine ikna etti.
O nedenle de "Doğru yoldasınız" deyip elimden geldiğince kalemimle destek olmaya çalıştım.
Onlar o yolda yürümeye devam ettikleri süre içerisinde de devam ederim.
Ancak dün benim de şiddetle karşı çıktığım "Kanal İstanbul" projesiyle alakalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında başlatılan soruşturma haberi önüme düşünce...
Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.
Dedim elbette; "Şimdi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!" diye.
Ve sonra niyeyse işte...
Hepimizin bildiği;"Lafla peynir gemisi yürümez" deyiminin kaynağı olan peynirci Aksi Yusuf’un hikayesi geldi...
Ve cevabını alır mıyım alamaz mıyım sordum tabii kendi kendime mecburen;
"Yine mi lafta kalacak her şey! Yine mi dönemeyeceğiz yani Sarayburnu’nun önünü! Yine mi yürütemeyeceğiz biz bu peynir yüklü gemiyi!"