Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Perşembenin gelişi değil çarşambadan, pazartesiden belliydi…

        Yani dün istifasını veren İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi, Karabük Milletvekili Hüseyin Avni Aksoy ve Yalova Milletvekili Özcan Özel’in partilerinden istifa edeceği zaten tahmin ediliyordu.

        Peki, CHP’yi az çok tanıyan bilen takip eden biz gazeteciler tarafından bile bu istifaların gerçekleşmesinin an meselesi olduğu bilindiği halde buna karşı CHP Genel Merkezi'nin bir önlem almamış olması ne anlama geliyor?

        Söyleyeyim...

        Yönetim başarısızlığı...

        Kusura bakmasınlar ama dün yaşanan istifalar olayı yönetemediklerinin açık bir göstergesidir.

        Grup Başkanvekili Özgür Özel’i pür dikkat dinledim.

        Bir kere partinin bu kadar hızlı bir açıklama ihtiyacı hissetmesi, Genel Merkez'in üç vekilin birlikte ve son derece sert ifadeler eşliğinde istifa etmelerine bariz hazırlıksız olduğunun da işaretiydi.

        Özgür Özel’in konuşması sırasında gergin olduğu fark ediliyordu.

        Ayrıca konuşma metninden açıklamanın son dakika bir kararla, alelacele alındığı da belliydi.

        Özetle…

        Bu üç istifa Özel’in konuşmasında; “Bugün yaşananların saray tarafından, tek adam rejiminin devamı için her şeyi göze alanlar tarafından nasıl takip edildiğini görüyoruz!” deyip geçiştirilmeyecek kadar CHP açısından mühim olaydır.

        Bu ortamda üç milletvekilinin ana muhalefetten istifası CHP’yi idare edenlerin yetersizliğinin ve yönetimsizliğin ifadesidir bence...

        Gelelim şimdi vekillerin istifa gerekçeleri ve bundan sonra yürüyecekleri yol konusuna…

        Kendilerine '29 Ekim Gücü' adını veren bu üç milletvekili, daha evvel kaleme aldıkları mektupta; 10 Aralık Hareketi'nin CHP'yi ele geçirdiğini iddia ederek, partinin HDP'yle ittifak kurmasını ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le yakınlaşmasını kabul edemeyeceklerini dile getirmişlerdi.

        Üç vekilin sıkı birer Ulusalcı/Kemalist olduğu konusunda herhangi bir şüphe yok.

        Dolayısıyla istifaya sundukları gerekçeleri konusunda haklı olabilirler.

        Ancak benim anlamadığım bu gerekçelerle istifa eden bu vekillerin bundan sonraki adreslerinin Muharrem İnce’nin yanı olması.

        Çünkü Muharrem İnce’nin de siyasette izlediği rota CHP’den çok farklı değil.

        Muharrem Bey de Cumhurbaşkanı adaylığı döneminde ve sonrasında HDP siyaseti, siyasetçileri ile yakın temas kurmuş ve bu temaslarını da kamuoyuna göstermekten asla çekinmemişti.

        Hatta Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret etmiş ve o seçim boyunca HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması önergesine CHP içerisinden bir tek kendisinin oy vermediğini sürekli dile getirerek bir manada; HDP siyasetine rezervi olmadığını anlatmaya çalışmıştı.

        Merak ettiğim şu;

        Şimdi ne değişti ki İnce cephesinde istifa eden üç vekil Muharrem İnce'nin yanında pozisyon alma kararı aldılar?

        Madem sorun HDP veya CHP’nin solun soluna kayması vs...

        O zaman niye istikamet Muharrem İnce?

        Tuhaf cidden…

        Turgut Özal, Marilyn Monroe'yu nasıl kullanmıştı?

        Turgut Özal, Marilyn Monroe'yu nasıl kullanmıştı?
        0:00 / 0:00

        Önce neden Özal ile ilgili böyle bir konuya girdim onu açıklayayım.

        Hatırlarsanız geçen hafta; “Biz niye bu kadar hoşgörüsüz olduk?” başlığı ile bir yazı kaleme almıştım.

        Söz konusu yazıyla ilgili epeyce geri dönüş aldım.

        Son dönemde hoşgörü kültürünün neredeyse yok olduğuna dair yaptığım tespit epeyce bir destek buldu.

        Günümüz siyasilerinin gerginliklerinin ve birbirleri ile atışırken kullandıkları sert ve nezaketsiz üslubun toplumun geneline sirayet ettiği görüşümün yaygın bir görüş olması ise şaşırtmadı tabii beni.

        Nihayetinde aklın yolu birdir.

        Tabii bu arada koyu sohbetler de oldu.

        Bugün ne yazık ki hiçbiri hayatta olmayan Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Erdal İnönü ve Turgut Özal’lı yıllarda hoşgörü anlayışının bugünden ne kadar farklı olduğunu kanıtlayan hikayeler, anılar anlatıldı.

        Mesela ben de yeni öğrendim ki…

        En sert mizaca sahip siyasilerden biri olarak bilinen rahmetli Alparslan Türkeş, siyaset yaşamı boyunca çok kızmış olsa da yazdıkları, yaptıkları haberlerden dolayı hiçbir gazeteciye dava açmamış.

        Ve hatta açılması yönünde kurmaylarından gelen tekliflere hep kızmış ve “Bizden nefret de etseler… Bırakın mahkemeye vermeyi filan o gazetecileri koruyup, kollayacaksınız” şeklinde rest çekmiş.

        REKLAM

        O dönem çok popüler olan Gırgır, Çarşaf gibi mizah dergilerinin kapaklarında bikinili filan çizimlerine bile gülüp geçmiş rahmetli.

        Süleyman Demirel’in de anlayışı hiç farklı değildi.

        Bizzat kendisinden dinlemiştim; şahsıyla ilgili lehte ya da aleyhte tüm karikatürleri nasıl hoşgörüyle karşıladığı ve hatta çizerlerine mektupla veya telefonla ulaşıp teşekkür ettiğini.

        O karikatürlerin birçoğu İslamköy'deki müzede bugün hala sergilenmektedir.

        Her biri “hoşgörü” üstadı diyebileceğim geçmişteki siyasetçilerin içerisinde benim en favori ismim ise aynı zamanda hemşehrim olan Turgut Özal’dır.

        Ama böyle olmasının nedeni merhumun kendisi hakkında çizilen karikatürleri çerçeveletip Başbakanlık konutunun duvarlarında sergilemesi değil.

        O aynı zamanda kendisini küçük düşürmek amaçlı hazırlanan karikatürleri, resimleri ya da mizahi yazıları lehine çevirmeyi de büyük bir ustalıkla başarabilmiş nadir siyasetçilerdendir.

        IMF ile işbirliği sırasında; “Bakın sizin yüzünüzden memleketimde ne hale düşürülüyorum” deyip yetkililerinin önüne karikatürlerinden oluşan dosyayı koyup duygu sömürüsü yapması zaten bilinen bir şeydir.

        Ben size bugün az insanın bildiği ve belki de şimdiye kadar hiç yazılmamış bir anısını anlatacağım.

        Yıl 1986… 12 Eylül’ün yarattığı ekonomik tahribatı ortadan kaldırmak için çabaladığı ancak kamuoyunda çok da başarılı görülmediği yıllar.

        Galiba günlerden Pazar…

        Ama rahmetli yine de Başbakanlık’ta…

        Hem hafta içi imzalayamadığı evrakları filan tamamlıyor hem de çoğunluğu hemşehrilerinden oluşan özel görüşmelerini yapıyor…

        İki yıl evvel kaybettiğimiz Şaban Taçyıldız işte onlardan biri.

        REKLAM

        Onun hem çok sıkı bir dostu hem de büyük hayranıydı.

        Özal’dan bahsederken hep hoşgörüsüne vurgu yapardı.

        Bu hikayeyi de yıllar evvel ondan dinlemiştim.

        Neyse…

        İşte o mutat görüşmelerinden birinde iki eli arkasında Kaya Toperi (Eğer yanlış hatırlamıyorsam. Başka bir isim de olabilir.) mahcup ve çekingen bir şekilde içeri giriyor.

        Belli ki bir şey saklıyor.

        “Ne saklıyorsun Kaya?” diyor Başbakan…

        “Kem küm” ederek arkasında sakladığı Nokta’yı gösteriyor.

        O dönemin en etkin haftalık dergisi Nokta.

        O günkü sayısının kapağında rahmetliye Marilyn Monroe'nun beyaz elbisesini giydiriyor.

        Misafirleri de aynı anda görüyor kapaktaki; “Bazıları Özal sever” başlığı ile resmedilmiş Marilyn Monroe’lu Başbakan’ı.

        Oda bir anda buz kesiyor tabii.

        Şaban Ağabey atlıyor; “Bu ne rezalet! Dava açın hemen. Hatta toplatın bu dergiyi Sayın Başbakanım!”

        Rahmetli önce birkaç saniye önündeki kapağa öylece bakıyor.

        Sonra başlıyor kahkahayla gülmeye…

        Ve diyor ki; “Ne toplatması Şaban! Bırak millet görsün, biraz gülsün de yumuşasın bize karşı. Zira son zamlar filan çok gerdik vatandaşı…”

        Ve NOKTA meselesini orada bir daha açılmamak üzere noktalıyor rahmetli.

        (Yazıyı yazmadan evvel biraz internetten bakındım… Turgut Özal’ın NOKTA’nın o kapağı dolayısıyla dava açtığını iddia eden bazı yorumlar gördüm. Doğru değil bu bilgi. Kesin değil. Ki bugün hala hayatta olan rahmetlinin yıllarca basın danışmanı olan Sayın Can Pulak da benim bu dediğimi teyit edecektir.)

        Diğer Yazılar