Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hiç kaçırmam yazılarını.

        Ha evet… Bazı tarihsel olaylara, kişilere dair yorumlarına fikirsel ayrışma nedeniyle benim de burun büktüğüm vakitler olmuştur ama Bardakçı’nın tarih bilgisinin tartışmaya asla açık olmadığını da çok iyi bilirim.

        Müthiş bir hafızaya sahiptir maşallah ve müthiş de bir arşive…

        Ama dünkü yazısıyla beni şoka uğrattı üstad…

        Biri mi kızdırmış ya da o yok dediği gezegenler, tutulmalar falan ayarını mı bozmuş bilmiyorum ama astroloji ve astrologlara dair yazdıkları korkunçtu!

        Her işte olduğu gibi bu işi de şarlatanlık seviyesine indirgeyenlerin olduğunu zaten hepimiz biliyoruz.

        Ancak bu şarlatanlar var diye tarihi bakımından çok eskiye dayanan ve bilim kabul edilen astrolojiyi reddetmek ve astrologları topyekûn sahtekar, inananları da ahmak ilan etmek yakışık almadı!

        Alındım ve de kızdım çünkü ben de o inananlardan biriyim ve hiç kusura bakmasın söylediklerinin gerçeklikle de alakası yok!

        Evet kültürel olarak farklılık gösteriyor ama astroloji evrensel bir alandır ve M.Ö. 1000’lerde Babil’den falan başlamaktadır.

        O zamanlar din adamları Mezopotamya’da gökyüzüne, yıldızlara bakarak Tanrı’nın ne istediğini anlamaya çalışarak kralın tercihlerine yardımcı olmaya çalışmışlar.

        Astrolojinin gelişiminde en büyük pay sahibi ise ünlü matematikçi, coğrafyacı ve astronom olarak bilinen Batlamyus.

        Bilim olarak algılanmasında katkısı çok büyük.

        Batlamyus ya da Yunanca adıyla Ptolemaios, Tetrabiblios isimli eserinde ay, güneş ve yıldızların insan davranışları üzerine etkisini çok net açıklamıştır.

        İslam dünyası çok geç tanışmıştır astroloji ile ama uzunca bir zaman etkisinde kalmıştır.

        Müslümanlar astrolojiyi daha çok matematiksel temellere oturtmuştur.

        Matematiksel verilere oturtmanın asıl sebebi ise trigonometri olmuştur.

        Trigonometri geliştikçe İslam dünyasındaki astroloji de gelişmiştir.

        Özellikle Ebû Ma’şer el-Belhî, El-Medhalü’l-Kebîr adlı kitabı astrolojik hesaplamaların olduğu temel bir eser olmuştur.

        Elbette ki o dönemlerde ve sonrasında da astrolojinin gerçek olmadığı yönünde eleştiriler olmuş ama büyük düşünür İbn Sina bile tamamen ret verememiş astrolojiye…

        Yıldızların insanlar üzerinde bir tesiri olabileceğini ancak bunu insanoğlunun bilmesinin mümkün olamayacağını söylemiş.

        Yani yıldızlar ile insan davranışları arasında nedensel bir ilişki olduğunu kabul etmiş nihayetinde.

        Osmanlı’da da bu yol hep rehber olmuştur imparatorluğu yönetenlere.

        Bunu ben değil Osmanlı tarihçileri söylüyor.

        Hazırlanan takvimlerde mesela burçların özel bir yeri olurmuş.

        O dönemin bilgi ve inanış biçiminden dolayı burçlar bugünün kavrayışından biraz farklıymış ama eldeki tarihi miraslara göre müneccimbaşı olarak bilinen insanların da gezegenleri izlediklerinden ve haşır neşir olduklarından eminiz.

        Devletin önemli işlerinde, örneğin savaşa girilmesi düşünülen bir dönemde astroloji haritasının söylediği uygun zamanları müneccimbaşı söylüyormuş padişahlara.

        Hülasa…

        Bardakçı’nın; “Bazıları şarlatandır evet ve bunlardan uzak durulmalıdır evet ve şarlatan veya değil, bu işle uğraşanların kazançları da kayıt altına alınmalıdır ve mutlaka vergilendirilmelidir” tespit ve tavsiyelerinin altına imzamı atıyorum ama…

        Astrolojiyi hepten yok sayan ve yerden yere vuran ifadelerine asla katılmıyorum.

        Ayrıca hangi şarlatanı takip ediyor kendisi bilmiyorum ama eğer işinin ehli olan yani astrolojik okumaları düzgün yapabilen birilerini takip etmiş olsaydı koronavirüs başta olmak üzere Ukrayna-Rusya savaşı ve daha birçok olayın astroloji sayesinde önceden haber edildiğini de bilirdi.

        Derdim kimsenin reklamını yapmak değil, o nedenle isim vermeyeceğim ama mesela benim takipçisi olduğum bir astrolog bugün Türkiye’nin yaşadığı ekonomik süreci bile tam 3 yıl evvel haber etmişti…

        Bana özel de değil üstelik…

        Kamuoyuna açık yapmıştı bunu.

        Hepsi kayıtlı, kuyutlu.

        Burada kanıta gitmeyeceğim ama isterse Sevgili Murat Bardakçı… Odamın birkaç adım ötesindeki odasına gider ve bu söylediklerimi gerek yazılı gerekse görsel olarak kanıtları ile tek tek önüne koyabilirim.

        Hatta isterse o astrolog arkadaşımızı gazeteye davet eder ve kendisini bile şaşkınlığa uğratacak bir astroloji seansı organize edebilirim.

        Mao ve Atatürk…

        Mao ve Atatürk…
        0:00 / 0:00

        AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın memleketi Kahramanmaraş’ta bir konferansta yaptığı konuşmada kullandığı; “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye'de yaşanmıştır. Mesela Fransız devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügate dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi Mao'nun Çin kültür devrimidir. Lügate dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” ifadeleri hemen her kesimden tepkiyle karşılandı.

        Partisinin sözcüsü Ömer Çelik’in Ünal’ın sözlerini tevil etmek amacıyla sosyal medya hesabından yaptığı; “Cumhuriyetimiz ve demokrasimiz milletimizin büyük tarihi içindeki en büyük kazanımlarımızdandır. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!” açıklama bile ortamı sakinleştiremedi.

        İttifaka halel gelmesin diye benzer konularda yapılan açıklamaları bazen görmezden, duymazdan gelen MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile dayanamayıp Ünal’ın sözlerine dünkü grup toplantısında çok sert sözlerle yanıt verdi…

        “Bugünkü Türkçemizle düşünce oluşturamayacağımızı söylemek gerçekleri çarpıtmaktır, nesnel gelişmelere aykırıdır, dilimizi karalamaktır, nihayetinde özgüven eksikliğidir” diyen Bahçeli’nin Ünal’a bir hayli sinirlendiği konuşmasının tonuna da yansıdı.

        REKLAM

        Kulislerde Mahir Bey’in partisiyle ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile epeyce bir sıkıntıya düştüğü ve ihraç edilmesinin bile gündemde olduğu yazılıp çiziliyor ama ben böyle bir olasılığa asla ihtimal vermiyorum.

        Çünkü Ünal’ın bu görüşü aslında AK Parti’nin destekçisi olan bir kesim tarafında da kabul gören görüştür.

        Yani bir kısım AK Partili de tıpkı Ünal gibi Cumhuriyet’in kültür devrimiyle eski dili, kültürü yok edip, milleti yozlaştırdığına inanıyor.

        Öyledir ya da değildir onlarla tartışmayacağım çünkü gereği yok!

        Ama Ünal’ın açıklamasında vurgu yaptığı ve Atatürk Kültür Devrimi ile kıyasladığı Mao'nun Çin Kültür Devrimi'ne dair bir iki kelam edeceğim.

        Hiç kusura bakmasın Mahir Bey bu kıyaslama çok acımasız olmuş.

        Çünkü alakası yok!

        Çin Kültür Devrimi’nin başlangıcında bırakın eski dili, lügati silip silmemeyi falan...

        Yıllarca okullar bile kapalı tutulmuştur.

        Bazı yerlerde 2 bazı yerlerde 3 yıl süren bu dönem zarfında Çin eğitim öğretime tamamen ara vermiştir.

        Açıldığında da öğretmenlerin standart müfredatı takip etmelerine izin verilmemiş ve öğrencilerden sadece Mao'nun düşüncesini incelemeleri ve köylülerden ve işçilerden çiftçilik ve el emeğini öğrenmeleri istenmiştir.

        Öğrenciler okul zamanlarının çoğunu el işi yapmak için fabrikalara ve kırlara giderek geçirmiştir.

        Çünkü Mao beğenmediği ya da doğru bulmadığı eski kültürü silip, yerine yepyeni bir kültürün, eğitimin, öğretimin aşılanması için yola çıkmamıştı.

        REKLAM

        Amaç eskiyi tamamen silmekti...

        Bunun başarıya ulaşması için de önce parti içinde, hükümette, orduda, entelektüelleri ve burjuva fikirleri savunanları etkisiz hale getirdi, sonra da o meşhur mitinginde; "Dört Eski” çağrısını yaparak eski adetlerin, kültürlerin, alışkanlıkların ve fikirlerin yok edilmesi için seferberlik başlattı.

        Şehir ve sokaklarının bile adlarını değiştirmişti Mao.

        Hafızaları tazeler diye birçok tarihi yerleri tahrip ettirmişti.

        Peki Atatürk devrimlerini böyle mi hayata dökmüştü?

        Okulları tamamen kapatıp, eğitimi, öğretimi yok sayıp Mao gibi milletini cehalete, körlüğe mi sürüklemişti?

        Tabii ki değil!

        Evet… Osmanlı Alfabesi’ni kazımak için uğraş verdi ama bunu yaparken eski kültürü, gelenekleri, töreleri ve arşivleri yok edip, yıkmadı!

        Aksine mirasa sahip çıkılması için elinden geleni yaptı.

        Ama bu arada da her alanda bir yenilik, sosyalleşme, değişim için çabaladı çünkü Atatürk kalkınmanın ancak topyekûn bir aydınlanma ile mümkün olacağına inanıyordu.

        Mao okul zamanları bile çocukların fabrikada çalışmasını dayatıp kafalarına işçi olabilmenin dışında başka bir şansları olmadığını kazırken, Atatürk yeni alfabenin hızlı bir şekilde öğrenilmesi için Anadolu’nun dört bir yanına okul açılması için seferberlik ilan etmiş bir liderdi.

        Onun için bir güzel sanatlar okulu açılması en az bir demiryolu yapımı kadar kıymetliydi.

        Mao, Çin'in tüm dünyadan ayrı, kapalı, uzak bir anlayışa yönelmesini hedeflemişti...

        Atatürk ise Türkiye Cumhuriyeti'nin batı dünyasının akılcı, laik, demokratik ve milliyetçi anlayışına...

        İkisi de başarıya ulaştı ama kalıcı olan Mao'nunki değil Atatürk'ünki oldu.

        Diğer Yazılar