Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’de milliyetçilik konusu politikacılar arasında bile en çok tartışılan konu olmaya devam etmektedir. En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyerek başlayayım: Milliyetçilik kamuoyunda fazla görünen veya fazla konuşanların birçoğunun anladığı veya zannettiği gibi birşey değildir. Kavramların anlamı bilinmeden onlara karşı veya onlardan taraf olmak fanatizmden başka bir şey ifade etmez.

        Hilmi Ziya Ülken 20.yüzyılda yaşamış, ünlü bir Türk felsefecisidir. Hilmi Ziya Bey düşünce hayatımıza felsefi metinler kazandıran ve birçok temel meseleyi etraflıca ele alan mütefekkir bir tarafı da olan bir bilim adamıdır. Ünlü şair Attila İlhan’ın kendisine ‘aydın’ denilen veya kendisini o kategoride gören kimselerin Hilmi Ziya Bey’in ‘Çağdaş Türk Düşünce Tarihi’ni okumamışlarsa, bu sıfatı haketmediklerini söylediğini dahi hatırlatmak isterim.

        Durup dururken Hilmi Ziya Bey’den bahsetmenin ne sebebi olabilir? Hilmi Ziya Bey milliyetçiliğin bir tanımının ‘insani vatanperverlik’ olduğunu ifade ederek bugünkü milliyetçilik tartışmalarına yıllar öncesinden çok doğru bir dayanak noktası getirmişti.

        İnsani Vatanperverlik

        Burada “iki husus ön plana çıkmaktadır: Birincisi insan onuru yani insanın salt insan olmaktan dolayı saygı görmesi gereken bir varlık olması ile ilgilidir. Buna hak ve özgürlüklere sahip bir varlık olarak insanın değerinin bilincine varılması da diyebiliriz. İkincisi ise insanın yaşadığı toprakla kurduğu ilişki yani yarattığı tarih ve kültür içindeki varoluşuyla ilgilidir.

        Küreselleşme sürecinin bu mesele açısından ayrı bir yeri vardır. Bilindiği gibi küreselleşme insanın kendi değerlerinin ve evrensel olanın yeniden farklı bir düzlemde karşılaşması sürecidir. Bu karşılaşmada yerli olanın kaybolması hem insanlık için bir rengin, bir anlamın yitirilmesi, hem de vatan topraklarında tarihin ve kültürün renkleriyle kokularının kaybolması tehlikesini beraberinde taşır. Bunun için milliyetçiğin doğru kavranması aynı zamanda bir insanlık meselesidir.

        Meselenin birinci yönü, milliyetçiliğin evrensel boyutudur. İnsan nerede olursa olsun, kim olursa olsun değerli bir varlıktır. Ona karşı saygılı olmak insan olmanın bir gereğidir. Bu durum kaçınılmaz olarak insanın hak ve özgürlüklerine müdahale etmeyi, onları ihlal etmeyi ciddi bir ahlaki sorun olarak görmeyi gerektirir. Ahlaki sorundur çünkü başkasına karşı saygısızlık bir çifte standart uygulamasıdır. Yani bizim için geçerli olan şeyleri başkasına yasak koyarak engellemeye kalkmak demektir. Karşımızdakinin doğrudan doğruya insani alanına müdahale anlamına gelen bu tavır ciddi bir sorundur.

        Her insan bir tarihin ürünüdür ve bir kültür taşıyıcısıdır. Bunun tersini söylemek de doğrudur. Yani insan tarihi ve kültürü yaratır. Bunu yaparken aynı zamanda bir toprak parçasını vatan haline dönüştürür. Başka bir ifadeyle toprağa anlam verir, değerlerini katar. Bu ise milliyetçiliğin yerele/yerli olana açılan boyutudur.

        Yerli ve Evrensel Olan

        Kısaca söylemek gerekirse milliyetçilik hangi gerekçeyle olursa olsun bir insanın değerlerine, tercihlerine, hukukuna saygılı olmakla başlar. ‘Hümaniter yurtsever’lik diyebileceğimiz bir dünya görüşü olarak milliyetçiliğin evrenselden yerli olana uzanan anlam boyutu kavranamazsa o milliyetçilikten çıkar, hatta kendi insanını bile, moda tabiriyle ‘ötekileştirir’.

        Günümüz Türkiye’sinde bu ötekileştirme işini yapanların daha çok devlet ya da devletin gücünü kullananlar olduğu görülmektedir. En basit ve aktüel olan örneği, ‘başörtüsü/ türban tartışmaları’nda ortaya çıkan bu soruna karşı yerel ve evrensel olan adına milliyetçilerin tavır alması bir zorunluluktur. O halde miliyetçilik sıkça karıştırıldığı gibi ırkçılık, ayrımcılık olmadığı gibi devletin kendi yurttaşlarına karşı takındığı ayrımcılığa ve müdahaleciliğe karşı da sessiz kalmak ya da yasakçı tavrı onaylamak demek değildir. vbilgin@haberturk.com

        Diğer Yazılar