Eksen mi kayıyor, dünya mı değişiyor?
Türkiye’nin bölgede karşılaştığı olaylar, İran-Türkiye ilişkileri ve Türkiye-İsrail ilişkileriyle, bunlar üzerinden ABD ile Türkiye arasında son BM Güvenlik Konseyinde yaşanan oylamada ortaya çıkan tablo hemen eksen kayması ve yön değişmesi tartışmalarını gündeme taşıdı. Bu tartışmalar etrafında kendilerine ‘ulusalcı’ diyenlerin önemli bir kısmının, düne kadar söylediklerinin aksine olacak bir şekilde adeta ABD, İsrail yanlısı bir tavır sergileyerek, Türkiye’nin ABD ve İsrail ekseninden çıkmasına tepki koymaları, bunu tehlikeli bir gidişat olarak görmeleri çok ilginçti.
Son günlerdeki tartışmaları izlerken meselenin üç noktada toplandığını tespit etmek mümkün: Birincisi “Türkiye yön değiştiriyor, eksen kayması yaşıyor” diyenlerin oluşturduğu ya da toplandığı bir yeri işaret ediyor. Bunlara göre, Türkiye iki yüz yıldır içine girdiği batıya yöneliminden uzaklaştığı gibi, Cumhuriyet’le birlikte resmi politika haline getirdiği batı ekseni içerisindeki konumundan da uzaklaşma eğilimi içine girmiştir. Yine bu fikri bir endişe haline getirenlere göre de; Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması ülkenin İran’a, Arap dünyasına genel anlamda Ortadoğu dünyasına yaklaşması anlamına gelmektedir ki bu Türkiye’nin çıkmaz bir yola girmesi demektir.
Bu fikri savunanların Türkiye’nin bu yöneliminden duydukları endişe sadece uluslararası politik tercihlerle sınırlı kalmayıp bunun, içeride İslami bir anlayışa göre yansımaları olacağı düşüncesine kadar uzanmaktadır.
İkinci bir anlayışa göre ise, Türkiye’nin kendi coğrafyasına dönmesi Ortadoğu ile daha kapsamlı ilişkiler kurması eşyanın tabiatına uygun olan bir şeydir. Bunlara göre zaten Türkiye uzun zamandır Arap dünyasına, bütünüyle Ortadoğu’ya sırtını dönmüş batıya yönelmiş olmakla önemli bir hata içerisindedir. Bugün bu eksikliğin giderildiği bir yaklaşım söz konusudur.
Üçüncü anlayışa göre, Türkiye’nin bir yön değiştirmesi söz konusu değildir. Türkiye dünyanın yeniden biçimlendiği bir süreçte, değişmeleri algılayarak dolayısıyla eski statükonun belirleyicilikleri dışında, yeni bir konum belirlemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla endişeye gerek yoktur. Yeni süreci anlamak ve bunu dikkatlice yönetmek gerekmektedir. Bu anlayışa göre Türkiye’nin bugün tarihsel olarak dünya sisteminde yaşanan gelişmeyi dikkatlice analiz edip eski dünya sistemine göre oluşmuş politikalarını gözden geçirmesi ve değiştirmesi elzemdir ve doğru olandır.
Yön Değiştirmek
Doğrusu bu tartışmaları anlamak gerekir. Yani Türkiye’nin yön değiştirdiğinden söz ederek bunlardan endişe duyanların, benim dünya sisteminin oluşturduğu statükonun değişmesinin içeriye yansımaları olarak değerlendirdiğim olayla yakın ilgisi bulunmaktadır.
Bunu kısaca açıklayacak olursam, Türkiye Batı-egemen bir dünya sistemi içerisinde yer almıştır. Bunun köklerini imparatorluğun son yüzyılına kadar götürebiliriz. Türkiye özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu sistemin patronajını ele geçiren ABD’nin ve onun uluslararası politika mekanizmaları olan NATO, Dünya Bankası ve IMF ile ilişkileri oldukça yoğun bir ülke haline gelmiştir. Batı kapitalizminin oluşturduğu dünya siteminin kurumları ile içine girilen derin ilişkiler Türkiye’nin yönünün belirleyen unsurlar arasındadır.
Batı kapitalist sisteminin hegemonik gücü bugüne kadar dünya üzerinde tartışmasız bir konuma sahiptir. Bugün işte bu üstünlük yani ABD merkezli tek kutuplu dünya sistemi sarsıntı geçirmektedir.
Türkiye’de yaşanan gelişmelerden endişe duyanların arasında samimi olarak alışkanlıklarının değişmesinden tedirgin olanların yanı sıra, birçok bakımdan dünya sistemlerinin kurumsal yapıları ile bağlantıların olan bazı çevrelerin de yer aldığını söyleyebiliriz. Bunlar içinde İsrail lobisinden, kapitalist Dünya statükosunun Türkiye’deki unsurlarına kadar çeşitli çevrelerden söz edebiliriz.
Türkiye’nin yapması gereken bütün bu süreci tepkisel ideolojik önceliklerden çok, stratejik öncelikleri merkez alacak bir anlayışla yönetmekten geçmektedir.