Birlikte yaşamak zorundayız
Etnik meselelerle ilgili tartışmalar, terörün gölgesi ve baskısıaltında yükseldikçe akıl dışı, tepkisel önerilerin sayısının da arttığı
görülmektedir. Son zamanlarda yaşanan terör olaylarının tırmanışı buna
benzer tavırların ortaya çıktığı, reaksiyonların verildiği yeni tartışmalara
sebep olmuştur.
Bazı gazetecilerin ve büyük sermaye kuruluşlarının bazı
temsilcilerinin yakın zamanlarda "birlikte yaşamak zorunda mıyız?",
"teröristlerle müzakere ederek 'uygun' bir çözüm bulamaz mıyız?", "Irak'taki
Türkmenlerle Türkiye'deki Kürtler yer değiştirsin" gibi tarihsel ve
toplumsal gerçekliğe aykırı önerilerine şahit olduk. Bunları söyleyenler
sosyal bilimler olarak bilinen, ekonomi, sosyoloji ve siyaset bilimi gibi
bilimsel bütün disiplinlerin aklını yok sayan, akıl dışı tekliflerle ortaya
çıktılar.
Neden Ayrılamayız?
Öncelikle şunu belirteyim, Türkiye'de yaşayan etnik toplulukların
ayrılması artık tarihsel, toplumsal ve ekonomik olarak imkânsız bir aşamaya
gelmiştir. Bunların ayrılmasını isteyen efendiler treni kaçırmışlardır.
Meseleyi yeteri derecede kavrayamadıkları için ya da bilmediğimiz bir
sebeple kendileri böyle bir misyon içerisinde yer aldıkları için, bütün
ayrılık taraftarları bir araya gelseler hatta bunlara uluslararası güç
merkezleri ve PKK da katılsa ve geniş bir koalisyon meydana getirseler de bu
artık mümkün değildir.
Her toplumda etnik yapılar belli bir düzeyde mevcudiyetini
sürdürebilir. Bununla beraber "etnik unsurlar", tarihsel olarak etnik
kimliklerin üzerinde meydana gelen ortak alanlara sahiplerse, ortak davranış
kodlarını benimsemişlerse, etnik farklılıkları bu gruplar için "bireysel"
bir özellik olarak kalır. Ortak alanlarını kültür, ekonomi; diğer toplumsal
kurumlar arasındaki ilişki yapıları ise onlar için ortak paydaları
oluşturur. Bu onlara kolektif bir kimlik verir, bu süreç "milletleşme"
sürecidir.
Millet bir etnik kimliğe, etnisiteye indirgenemez. Ancak farklı
topluluklar tarihsel olarak birbirleriyle etkileşime girerek etnisite üste
yapılara doğru evrilmeye yöneldiğinde milletleşme sürecide başlamış olur.
Türkiye Ayrışıyor Mu?
Etnik toplulukları milletleşmeye taşıyan dinamikler oldukça
çeşitlidir. Bugün Türkiye'de milletleşme süreciyle kurulan entegrasyon
sürecinin çok ileri düzeylerde olduğunu ortaya koyan birçok gösterge vardır.
Bunlardan birincisi göç ve nüfusun etnik kimliklere göre değil, tarihsel ve
toplumsal fonksiyonlara göre mobilizasyonudur. Bir diğeri modernleşme süreci
ile ortaya çıkan sınıfsal, statüsel, bireysel farklılaşmalardır. Üçüncüsü
ise tarihsel ve geleneksel değerler sisteminin onların dünyası içinde, bu
entegrasyona "manevi" boyut katan inançlar, tarihsel algı ve bilinçtir.
"Ayrılsak ne olur" mantığının içinde saklı olan "ırkçı vurguyu" bir
tarafa koysak bile şunu asla görmezden gelemeyiz: Ülkemizde yaşayan Kürtler,
Çerkezler, Türkmenler ve Kıpçaklar vb. bütün benim akraba halklar dediğim bu
insanlar birbirlerine bu öneriyi yapan "beyazlardan" daha yakındırlar.
Türk sağında, sosyal bilimciler bile analitik bir araç olarak "sınıf"
kavramını pek kullanmazlar. Oysa toplumsal olanın bir boyutu da sınıfsaldır.
Türkiye'nin devlet rantlarıyla büyümüş devletçi kapitalist sınıfları
içinde bir tabaka kendisine apayrı bir dünya ve hayat tarzı kurmuştur. Bu
sınıfların içinde yer alan halktan kopuk, Türkiye'yle olan tek bağı "kar
oranları" olan "beyazlar" sokaktaki bir Kürt'e ve Türkmen'e aynı mesafede
uzaktırlar.
Onların bu tepkisel, geri önermeleri sınıf durumları açısından meseleye
bakış açılarını, rahatsızlıklarını yansıtır. Bu tepkiyi patronlarıyla
kurdukları semiyotik ilişkiye bağlı olarak ortaya koyanların durumu da daha
farklı değildir. Türkiye'nin vatansever halkı Türkmenleri, Kürtleri,
Azerileri, kapitalistleri, işçileri, işsizleri ve diğerleri birbirlerine
daha fazla entegre oldukça "beyazlar"ın daha fazla yalnızlaşacağı kesindir