Türkiye'de üniversitelerin ''özel'' sorunu
Üniversite sınav sonuçlarının açıklanması ile birlikte medyada bilhassa özel üniversitelerin kendilerini tanıtmak ve öğrenci çekmek maksadıyla başlattıkları kampanya hala devam ediyor. Özel üniversiteler düzenledikleri reklam kampanyalarında oldukça renkli tablolar sergilemekteler. Acaba bu renkli tablolar gerçeği ne kadar yansıtıyor? Gerçekten çoğu yeni kurulmuş bu üniversiteler nasıl bir üniversiter niteliğe sahiptirler?
Üniversite’nin Sorunu
Geçtiğimiz yıllarda Gazi Üniversitesi’nin bünyesinde gerçekleştirdiğimiz “Üniversite Gençliği ve Sorunları” üzerine bütün üniversite gençliğini kapsayan bir araştırmayı ve yine 2008’de Türk Eğitim Sen ile birlikte “Üniversite ve Üniversite Çalışanlarının Sorunları “üzerine bir başka araştırmayı yaptık. Her araştırma ve çalışmadan sonra üniversite sorunun daha da ağırlaştığını görmek, gerçekten kaygı verici.
Şüphesiz meselenin bilim anlayışı, pedagojisi, üniversite yönetimi, her kasabaya üniversite açılması, altyapı sorunları, akademisyen kadro yetersizliği, örgütlenme meseleleri gibi daha birçok boyutu bulunmaktadır. Burada bunlardan sadece özel üniversite sorunun nasıl tehlikeli bir sürece yöneldiğine dikkat çekmekle yetinmek istiyorum.
Bugün sayılarıelliyi aşan özel üniversiteye sahip olmak ülkemiz açısından bir şans olabilirdi; fakat durum bundan oldukça uzakta görünüyor. Özel üniversite uygulamasında birkaçı hariç, çoğunda çok ciddi sorunlar bulunmaktadır.
Özel Üniversite Sorunu
Bir defa bu üniversitelerin birçoğundun yeterli altyapıya sahip olmadığını söylemek gerekir. Buradaki “altyapının” fiziksel olmaktan öteye “yönetim ve bilim anlayışı”, örgütlenme modeli ve akademik kadro konularını kapsadığını hemen belirtelim.
Gazetelerde çarşaf çarşaf ilanlarını gördüğümüz özel üniversitelerde akla gelen her konuda bölümler açıldığı görülmektedir. Neredeyse özel üniversiteler hayatın her alanında eğitim verecek bölümlere sahiptirler. Bu reklam kampanyalarında dikkati çeken ilk husus bu kadar çok bölüme sahip olan üniversitelerin ilgili akademik kadrolarının kim ya da kimler olduğunu belirtilmemiş olmamasıdır. Kısaca her alanda eğitim veren bu kuruluşlar bu eğitimi kimlerle vereceklerini neden açıklamazlar?
Özel üniversiteler fakültede, bir bölüm açmak için üç öğretim üyesinin ismini YÖK’e bildirmek zorundalar. Hepsi bu! Bu üç kişinin akademik unvanlarının bir sınırlaması yok. Bir akademisyenin kaç saat ders verebileceği hesaplanırsa bu üç kişinin bir bölümü nasıl “çevirecekleri “ayrı bir mesele olarak ortaya çıkacaktır.
Özel üniversitelerde ders verenlerin çoğu, ders ücreti karşılığında dışarıdan ders veren hoca statüsündedir. Bu durum özel üniversitelerin hâlihazırda “dershaneleşme” eğilimine işaret etmektedir. Bu üniversiteler konusunda yapılabilecek birçok şey vardır. Henüz işin başında sayılırız
Özel üniversiteler vakıf adı altında örgütlenmiş, yer ve arsaları büyük ölçüde devletin tahsis ettiği, masraflarının belli bir kısmını devletten alan, vergi muafiyeti bulunan kuruluşlardır. Kısaca kamu bunlara bir rant aktararak akademik eğitime destek olma çabasındadır.
Başlangıç aşamasında devletin bu tür desteklerle özel üniversiteleri teşvik etmesi anlaşılabilir bir şeydir. Ancak bu teşvik edilmiş yapıların, üniversiteleri sadece bir “okul” veya daha da kötüsü “dershane” olarak algılayan bir zihniyete dönüştürmesine müsaade etmemek gerekir.
İşin başında, akademik gelenekleri bilim anlayışını öncelikli olarak esas kabul etmeden, bölüm ve fakülte açmayı “asistanından profesörüne” kadar “sayı ve nitelik” olarak belirli kriterlere bağlamadan işe koyulmak meseleyi ticarileştirmek demektir ki, bugün bu çarpık anlayış yaygınlaşmaktadır.
Kısaca soru şudur: Özel üniversiteleri bir fırsat olarak görenler, onların sorun kaynağı haline gelmesine neden müsaade ederler?