İstatistik kullanma ve siyaset
Bilimsel anlamda istatistik ilmiyle tam 60 yıl önce tanıştım.
Mülkiye talebesiydim. Haftada üç saat istatistik okurduk. Hocamız, dönemin İstatistik Genel Müdürü Şefik İnan idi.
Bir kere olsun koltuğundan kalkıp, kara tahtaya tek bir işaret koymadı, tek bir sayı yazmadı.
Benim kuşağımın öğrencileri, tebeşir kullanmadan, ihtimaliyat (olasılık) hesaplarını tartıştılar...
***
Sonra kendimizi İstatistik ilmine bir kaptırdık, bir kaptırdık ki, sormayın gitsin...
Amerika’dan Wasserman isminde bir istatistik hocası geldi.
Öyle bir şöhretmiş ki, ismi dillere destan olmuştu.
Boston Üniversitesi’nin istatistik profesörüymüş. Amerikan Yardım Teşkilatı’nın (AID), parasal ve siyasal desteği ile getirilmişti.
Dersin çeviri hizmetlerini Sadun Aren yapıyordu.
Yani, gerçekten çeviri mi yapıyor; yoksa kendine göre istatistik mi anlatıyor; orasını pek kavrayamıyorduk.
Herkeste (özellikle kız öğrencilerde) müthiş bir Sadun Aren hayranlığı ve yeni yetme solculuk merakı vardı...
***
Akıllarda kalan ve bir türlü hafızalardan silinmeyen bir cümlesi vardı ki, bugün bile müthiş bir bilimsel keramet olarak hatırlanır.
Sadun Bey iktisat okutur; istatistik çevirirdi: Derdi ki; sonuçların karşılaştırılmasında, minimum olsa dahi ihtimaliyat (olasılık) hakikati ifade eder...
Yani işin Türkçesi, “ufacık bir oran farkı”, sanki hiçbir şey tartışılmazmış gibi müthiş ve tek ve mutlak gerçeği ortaya koyarmış gibi işlem görmeye başlar...
***
Türk siyasetinde ilginç bir konum var:
Ne zaman cumhurbaşkanlığı söz konusu olsa, hemen herkes, “yüzde 52 oyla seçilen” cümlesine başvurarak, bütün tartışmalarda, başkalarının görüş ve öneri geliştirme girişimlerini durdurur ve konuşanı susturur.
Böylece yüzde 52 iddiası, yüzde 48 vakıasını çöplüğe atıyor.
Var mı böyle bir istatistik etkinliği ve tartışılmazlık ilkesi?
Hayır yok!
Varsa dünyanın hangi ülkesinde var?
Hiçbirinde yok...
Ama Türkiye’de var...
***
Bu tür yorumları yapanların başında, isimlerinin önünde doçent gibi, profesör gibi görev unvanları ve akademik hüviyet sıfatları olanlar geliyor...
Örneğin cumhurbaşkanımız, yüzde 52 oy ile seçildiği için; beş yıl süreyle hiç kimse, hiçbir vesileyle yüzde 48 sayısalının etkisini gündeme getirerek bir eleştiri getiremez. Bir çözüm öneremez, bir alternatif geliştiremez...
Bu durumun yarattığı algı çapraşığını (yani idrak hatasını), ilgili herkese adam akıllı anlatmak lazımdır...Kime mi?
Önünüze gelen herkese...
Önce Meclis’teki milletvekillerine, yani iktidar partisi grup üyelerine, yani il ve ilçe örgütlerine, yani her fırsatta AK Saray misafir salonunda ağırlanan muhtarlara, destek televizyon yorumcularına, köşelerinde sayısal destek ile sözlerine etkinlik kazandırmak isteyen kalemşorlara, bakanlar kurulunun bütün üyelerine, valilere, kaymakamlara, polis müdürlerine vs... vs... vs...
O zaman üslup bu ise, yüzde 52’yi sürekli tekrar ederek, sayısal baskı unsurunu, meziyet sanan kadro, açıkça öne çıkıp, artık yüzde 48’in hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur diyemez.
Diyebiliyorsa, ne duruma düştüğünü görmek istiyorsa, şöyle bir aynaya ve ne halde olduğunu seyretsin...
***
Peki, bu durumu kim açıklayacak?
Elbette ki yüzde kırk sekizin taraftarları...
Bir köy kahvesine gitseniz; yüz kişinin 52’sini bir yana, 48’ini diğer tarafa ayırsanız ve 48’lik gruba, 52’liği gösterip “bakın bunlar sizi adam yerine koymuyorlar deseniz; ortaya nasıl bir durum çıkar, hiç düşündünüz mü?
Boş yere düşünmeyiz...
Çünkü Türkiye’de yüzde 52 dediniz mi bütün sorunlar kendiliğinde çözülür.