Chianti'de bir masanın etrafında...
Aniden çıkılan yolculukları oldum olası severim. Oysa buraya, yani İtalya'ya gelmeye karar verene kadar bir hafta kendimi kuzeyin sularına atacağımı hayal ettim...
HT CUMARTESİ / LEVENT ÖZÇELİK
Yola Nina Zilli’nin hayat dolu parçası “Cinquanta Mille” (50 Mil) şarkısıyla çıkmıştım. Alabildiğine geniş perspektifte uzayıp giden üzüm bağları, yamaçlardaki ağaçlar gökyüzü ile kucaklaşmış gibi... Ağustosta İtalya’nın pek çok yerini kavuran, özellikle de yanıbaşındaki Floransa’da bunaltan o sıcaktan eser yok Chianti bölgesinde. Toskana tepelerini yalayıp gelen hafif rüzgâr enerji veriyor sanki. Oysa Roma’dan başladığım, sırasıyla Lazio, Umbria eyaletlerini geçip Toskana’nın kıvrımlı, inişli çıkışlı yollarında üzerime yapışan o sıcak sert rüzgâr korkutmuştu beni. Özellikle de “stabilize” toprak yola vardığımda “Nereye gidiyorum” diye sormuştum. Oysa daha önce birkaç kez daha geçmiştim bu yollardan. Dünyanın en ünlü şaraplarının peşinden gelmiştim evvela. Pinokyo’nun ustası Gepatto’nun Lucca’sının, Pisa ve ardından Floransa’yı gezip kaybolmuştum Toskana’da. Chianti o zamanlar küçük bir keşifti. Bu kez Chianti’nin tam kalbine giriyor, uzun zamandır damağımda gelişen “Chianti tadına” dokunmayı seçiyordum.
SEVDİĞİM İTALYA MANZARASI
Greve di Chianti ve ardından Via Rignana’ya geldiğimde karanlığa kalmıştım. Girişteki küçük kiliseyi geçip az ilerideki tek katlı taş evin önüne bir sandalye atmış oturan adamlarla selamlaştım. Villa Rignana’nın yönünü gösteren tabelaya takılıp az kalsın önüme çıkan geyiği eziyordum! Sonra kalacağım eve vardım. Otel demeye dilim varmıyor, zaten onlar da otel değil “villa” diyorlar. Gelenler uzun süre kalıyor. Ben oradayken bir ressam ve bir fotoğrafçı kafa dinlemeye, resim yapmaya gelmişlerdi. Ayrıldığım gün de bir kır düğünü hazırlığı vardı...
Neyse, müziği kapatıp sesleri ve kahkahaları takip ettim. Havuzun yanı başında en sevdiğim İtalya manzarası vardı. Hani özellikle Ferzan Özpetek filmlerinden aşina olduğumuz, kalabalık uzun masalardan biri tam karşımdaydı. İstanbul’dan tanıdığım Alexandra Anise Cassandra ve kızları sıralanmıştı. Sonraki günlerde masaya fotoğrafçı Andrea, başka bir otel sahibi İngiliz David ve başka bir sürü insan katıldı. Ve anladım ki o masada olmanın milliyeti yok. Oturdun mu anlatmaya, dinlemeye, kahkaha atmaya başlıyorsun. Masanın kuralı bu. Yan komşu Bruno d’Avanzo’dan Roma’dan başlayıp İngiltere’de biten kutsal yol Via Francigena’yı, Cassandra’dan Bagno Vignoni’yi, Alexandra’dan Pienza ve bin yıllık kilise San Galgano’yu, Paola’dan San Gimignano’yu, Helen’den Montepulciano’yu dinledim uzun uzun. İtalya hakkında yıllarca okuduğumdan fazlasını o masada öğrendim. Chianti’nin o kıvrımlı, yeşil, inişli çıkışlı yollarından, gelirken olduğu gibi Nina Zilli’nin “Cinquanta Mille” şarkısıyla ayrıldım.
Toskana’nın bağları
Nefes kesen manzaralar ve bol kahkahalı sofralar kadar önemli bir unsur varsa Chianti’yi anlatan, hiç kuşkusuz dünyaca ünlü şarapları... Toskana ve dolayısıyla İtalya şarapçılığının kalbi konumundaki Chianti, bölgenin en görülesi iki ortaçağ kenti Floransa ve Siena arasında uzanıyor. Bağcılık için son derece elverişli olan iklim ve toprak koşullarına sahip Chianti’de üretilen şarapların dünyaca ünlü olması tesadüf değil. Yüzlerce yıl öncesine, ta Etrüsk dönemine kadar uzanan bir şarapçılık geçmişine sahip olan bölgeye yolunuz düşerse, kendinize ve eşe dosta birkaç şişe almadan dönmek istemeyeceksiniz. Seçim için işte size bir tüyo: 1984 yılında İtalyan devleti tarafından kalite standardı getirmek amacıyla verilmeye başlanan D.O.C.G. damgası, en yüksek kalite ve güvenliği garanti eder.