Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Kapımızdaki yabancıları tanıyor muyuz?

        Mültecilik olgusu günümüzün en önemli sorunlarından birisidir. Medyanın gündemde yerini koruyan bu olgu sadece coğrafi sınırların aşılmasıyla ilgili olarak görülmemeli. Bu olgu; farklı kültürlerin birbirleriyle karşılaşmasını, ötekileştirme edimlerini, toplumsal çatışmayı ve eşitsizliği içinde barındırıyor. İnsanlık tarihi boyunca var olan, ancak günümüzde giderek daha karmaşık bir hale gelen mültecilik, siyasetin politikalarını belirlerken, ekonominin ve demografinin yapısında da belirleyici oluyor. Zygmunt Bauman’ın "Kapımızdaki Yabancılar" adlı kitabı da tam bu noktada devreye giriyor. Mülteci sorununa sadece politik bakmayı değil, onun insani ve sosyolojik boyunu ele alıyor. Bizleri, bu olguyu bütünüyle “anlama” noktasında bakış açısı sunuyor.

        MÜLTECİLİK VE BİR TAVŞAN HİKAYESİ

        Kitap, mülteciliğin insanlık tarihinin bir trajedisi ve yaşamın gerçekliği olduğunu işlerken, göçün veya mülteci olma halinin analizini yapıyor. Örneğin Bauman göç olgusunun sadece iş bulma veya daha çok para kazanma gibi nedenlerle açıklanamayacağını ileri sürüyor. Göç edenler iyi eğitim almış ve sosyal konumları görece iyi kimselerdir. Bu insanlar savaş gibi olaylar sebebiyle göç ederek gittikleri yerde “güvencesiz sınıfa” dahil oluyorlar. Düşünün ki yaşadıkları coğrafyada evlerini, işlerini ve sosyal konumlarını kaybetmiş halde yoksulluğa dayanan bir yaşama geçiş yapıyorlar. Üstelik "yabancı" ve "öteki" olarak görülüp, sosyal dışlanmayla birlikte kaygı ve anksiyete içinde yaşamak zorunda kalıyorlar. Kitap bu noktada onların psikolojisini anlama noktasında bizlere ön yargısız bakmamamız gerektiğini söylüyor. Bauman başka bir deyişle şunu söylemek istiyor: “Tanımadığımız bu insanlar, bizlerde korku yaratıyor tamam, fakat bu insanlardan uzak durmamız mümkün değil. O halde yapılması gereken daha çok anlamak. Çünkü bu toplumsallık içinde her birimiz birbirimize bağlıyız.”

        REKLAM

        Bauman, mültecilerin psikolojisine dönük olarak Ezop’un tavşan masalına başvuruyor. Söz konusunu masalda, ormanda yaşayan tavşanlar zayıflıklarından kaynaklı olarak diğer hayvanların zulmüne maruz kalıyor. Nereye gideceklerini bilmiyorlar. Ne zaman yanlarına bir hayvan yaklaşsa oradan hızla uzaklaşıyor. Bir gün bir vahşi at sürüsünün üzerlerine çılgınca geldiklerini gördüklerinde panikle göle atlıyorlar. Sürekli korku halinde yaşamaktansa boğulmaya karar veriyorlar. Ancak gölün kıyısına yaklaştıklarında kendilerinden kaçan bir kurbağa sürüsü görüyorlar. “Aslında” diyor tavşanlardan biri “İşler göründüğü kadar da kötü değilmiş.” Korku içinde yaşamanın yerine ölümü seçmeye gerek yok! Tabii bu anlatıda ironi söz konusu.

        Mülteciler bu masaldaki gibi “bizden de kötü hayatlar var” psikolojisiyle tabiri caizse yaşama tutunmaya çalışıyorlar. “(…) kendilerini Ezop’un masalındakine benzer durumda bulan, ‘diğer hayvanlar tarafından eziyet edilen’ çok sayıda tavşan var. Eşi görülmemiş konfor ve bolluğun zaferiyle övünürken, sefalet, aşağılama ve onursuzlukla kendilerini dışlayan bir toplumun içinde yaşıyorlar. ‘diğer insan hayvanlar’ tarafından rutin olarak alaya alınan, ayıplanan ve kınanan bizim ‘tavşanlar’ımız diğer insanlarca alçatılmak ve değersizleştirilmekten ötürü küskün ve baskı altında hissediyorlar. Aynı zamanda diğerleriyle aynı düzeye gelmekteki açık yetersizliklerinden ötürü kendi vicdan mahkemelerinde azarlanıyor, alaya alınıyor ve aşağılanıyorlar (…) Dibe vurduklarından şüphelenen toplum dışına itilmiş kişiler için, kendilerinin itildiği dibin de altı olduğunun keşfi, ruhu koruyan, onlara yeniden insan onuru kazandıran ve öz-saygılarından geriye kalan ne varsa kurtaran bir olay.” Bu olgu, onların psikolojik olarak içe kapanmalarına yol açıyor. Toplumda ise aidiyet hissini zedeliyor. Onları yalnızlık ve çaresizlik duygularına sürüklüyor.

        DIŞLAMA MEKANİZMASI, DAMGALAMA VE ÇÖZÜM

        Kitap, toplumsal dışlama mekanizmasının nasıl işlediğini anlamamız için öncelikle toplumsal dönüşümü masaya yatırıyor. Bauman, günümüz toplumunu tanımlama noktasında Byung-Chul Han’ın görüşlerine başvuruyor. Kafka ve Foucault'nun düşüncelerine atıfta bulunarak artık “disiplin toplumu"ndan "performans toplumu"na evirildiğimizi anlatıyor. Foucault’un “delilik” ve “disiplin” üzerine yaptığı çalışmalarla ölümsüzleştirilen "disiplin toplumu"nun artık geçmişte kaldığını vurguluyor. Bunun yerine, bireylerin performans baskısına maruz kaldığı, başarı beklentilerine ulaşamayanların da depresyon ve uyumsuzluk gibi sorunlarla yüzleştiği bir “topluma” dönüştüğümüzü belirtiyor.

        Bu toplumda artık başarı ölçütüyle iç içe geçen bir “bireysellik” söz konusudur. Bu bireylerin performans baskısına maruz kalarak başarı beklentisine ise uyum gösteremeyenlerin kolayca izole olduğu mekanizmadır. Çünkü bu durum bireylerin utanç ve yetersizlik duyguları ile baş başa kalmasını sağlıyor. Bireyler bu durumu içselleştiriyor. Böylece bu süreç kendini kolayca yeniden üretiyor. “Sözde performansa hükümlülerin toplumunda dolaşan hayalet kişinin kendini eksik –beceriksiz ve verimsiz- bulması kadar bunun dolaysız etkilerinin dehşetidir; öz-saygıyı kaybetmek ve bunun muhtemel neticeleri: Reddedilme, toplum dışına itilme ve dışlanma.” diyor Bauman…

        Öte yandan, öteki olarak görülen gruplar dil yoluyla etiketleniyor, damgalanıyor. Damga ne demek? Damga, bir toplumun ya da bir grup insanın bir şey hakkında sahip olduğu bir dizi olumsuz ve genelde hakkaniyetli olmayan inanç, utanç ya da itibarsızlık işareti olarak tanımlanıyor. Ötekileştirme ve nefret öyle hale geliyor ki mülteciler söylemsel düzeyde insan-dışı olarak kodlanıyor: “(…) Texas eyaletinin Tarım müdürü Sid Miller Suriyeli mültecileri çıngıraklı yılanlarla karşılaştırıyor, Facebook’a yılanlar ve mültecilerin resimlerini yükleyerek soruyordu: ‘Bana bu yılanlardan hangisinin ısırmayacağını söyleyebilir misiniz?’ (…) yazdığı bir gazete makalesinde göçmenlere ‘hamamböcekleri’ ve ‘vahşi insanlar’ diyen Katie Hopkins ırksal nefreti körüklediği suçlamalarından yargılanmayacak haberi.”

        Bauman bu sorunun çözülebilmesi için empati ve “anlama”ya ihtiyacımız olduğunu savunuyor. Filozof Hans-Georg Gadamer’in görüşlerine yer veriyor. Gadamer, Truth and Method adlı eserinde anlama edimine yönelik “ufukların kaynaşmasından” geçer diyor. Bauman, yabancı iki alanın ya da anlaşmazlıktaki farklı dünyaların (zihniyet dünyası) iletişiminin her iki taraf için de bir tanıma/anlama fırsatı sunduğunu belirtiyor. Kültürel etkileşimin önemini ifade ediyor. Kitap bu anlamda bu sorunu insani, ekonomik ve sosyolojik boyutuyla derinlemesine ele almasından dolayı güncelliğini ve önemini koruyor.

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ