Keyif almak ya da almamak!
Keyif dediğimiz şey nedir? Bize sunulan bir yanılsama mı? "Keyif" gerçekten de bize ait mi yoksa o mu bizi seçiyor? Alfie Bown'un "Keyif Almak: Candy Crush ve Kapitalizm" adlı kitabı, bu soruları ele alıyor. Cesur ve düşündürücü sorular ve yanıtlar ile bizlere farklı bir perspektif sunuyor. Popüler kültürden örnekler sunan kitap, keyfin aslında üretilen bir algı olduğunu ve bu algının da ekonomik düzen tarafından nasıl da şekillendirildiğini irdeliyor. Bown, okuyucuyu derinlemesine bir sorgulama sürecine davet ediyor. Keyif kavramının arkasındaki saklı dinamikleri yeniden düşündürüyor.
Keyif, basit zevk anı mı, hoş bir duygulanma durumu mu? Gerçekten bir şeylerden keyif mi alıyoruz? Yoksa bir yerlerden bizlere “keyif al” emri mi veriliyor? Alfie Bown’un “Keyif Almak: Candy Crush ve Kapitalizm” adlı kitabı bu sorulara masaya yatırıyor. Kitap, sadece bir tartışma yaratmıyor, aynı zamanda günlük hayatın içine sızan, görünmeyen ama etkili bir gücün, keyiflerin, nasıl işlediğine dair keskin bir bakış açısı sunuyor. Keyif almanın doğallığını sorgulayan Bown, “Keza keyif alırken, gönlümüzce kendimiz gibi olduğumuzu hissederiz. Çünkü keyif aldığımız şeyin bizi değil, bizim onu seçtiğimizi hissettiğimiz için ondan keyif almamamıza neden olanın bizimle ilgili bir şey olduğu hissine kapılırız. Keyfimize gömülürüz çünkü o bize kendimizin bir semptomu, doğamızın en derinden gelen bir şey gibi görünür” diyor. Kitap, modern araçların bize sunduğu keyif anlarının neyi temsil ettiğini sorguluyor. Bu açıdan kitap, popüler kültürle ilgilenen herkesin ilgisini çekecek türden diyebiliriz.
BİR ŞEYLER EKSİK Mİ?
“Eksiklikle ilgili düşünme tarzımız, içinde yaşadığımız kültürün koşullarınca bize verilen kimliğin parçasıdır, arzularımızın başlıca denetleme ve yönlendirme biçimidir.”
Bown, filozoflardan Deleuze ve Guattari’nin görüşlerine başvuruyor. Onlara göre modern özne arzulayan bir makine olarak şizofrenik, çoklu ve bölünmüş bir öznedir. Dolayısıyla kültürel eğlenceden medya eğlencesine her türlü arzulayan makineye bağlanabilen ve haz arayan öznelerdir. Bu sebeple olarak arzu etme edimi ekonomik sistemin dışında düşünülemez. Dolayısıyla sistem arzuları düzenliyor. Arzuyu bir nesneye yöneltiyor. İronik de olsa öznenin inşasında aktif rol oynuyor.
Ekonomik sistem özneye eksiklik hissi üzerinden sürekli yeni arzular dayatıyor. “Keyif al” emri sistemsel olarak devrede oluyor. Bu eksiklik hissi ise öznenin hiçbir zaman tam olarak tatmin olamayacağı ve bu yüzden sürekli olarak yeni şeyleri arzulayacağı fikrini destekliyor. Öte yandan, paradoksal olarak ekonomik sistem, eksiklikleri “tamamlamak” üzerinden kendisini inşa etse de, Deleuze ve Guattari'ye göre arzu, bu tamamlanma vaadiyle uyumlu hale gelemiyor. Bu nedenle arzu edimi tamamlanma vaadine karşı çıkabiliyor. Öt yandan, “eksiklik” toplumsal üretim içinde toplumsal üretim yoluyla yaratılıyor ve düzenleniyor.
Bown, “özne”, “keyif”, “arzu” gibi kavramları Deleuze ile Guattari üzerinden derinlemesine ele alıyor. “Onlara göre, önce arzu gelir ve sonunda eksikliğin sonucu gibi görünecek şekilde yönlendirilip düzenlenir. Burası çok önemli bir noktadır, zira psikanalize göre modern öznenin eksiklik duyan bir varlık olarak kuruluşu onun oluşumunun kilit parçasıdır ve sonradan gelen tüm keyif deneyimleri bu kökensel ve oluşumsal eksiklikle ilişkilidir (…) İki düşünür bu noktada özneyi eksik, keyif aldığımız şeyleri de tamamlanma vaat eden veya tamamlanmayı simüle eden şeyler olarak varsayan keyif fikrini karşısına alır ki onlardan önce ve sonra gelen birçok keyif tartışması tam da bu varsayıma dayanmaktadır (…) Kısacası, Deleuze ve Guattari’ye göre arzu kendisine bir nesne buldu mu, yani arzu şeylere yöneldi mi, özne çoktan bir özne olarak oluşmuş ve yapılandırılmış olur (…) keyfin, ‘yani öznenin eksik olduğu’ bir keyfin, neye benzeyebileceğini buradan hareketle düşünmek gene de mümkün olabilir.”
KEYİF İDEOLOJİK Mİ?
Kitap “keyif alma” durumunun ideolojik boyutunu masaya yatırıyor. Peki ideoloji nedir? İdeoloji, insanların dünyayı nasıl algılayacağına ve anlamlandıracağına şekil veren dinamik bir yapıdır. Nasıl davranacağımızı belirleyen düşünce sistemidir. İdeoloji, bireylerin inançlarını, değerlerini ve davranışlarını şekillendirir. Toplumsal yapıları ve güç ilişkilerini meşrulaştıran bir süreç olarak da görülebilir. Günlük yaşamın içine nüfuz eden bir süreç.
Kitapta “ideoloji”, günlük yaşantımızda keyif aldığımız sıradan eylemler ve etkinlikler ile işleyen bir süreç olarak ele alınıyor. Bireylerin gündelik yaşamlarındaki keyif alma pratikleri aracılığıyla işleyebiliyor. Hatta bu pratiklere bağlı olarak kendisini yeniden üretebiliyor. Dilin sınırları içinde ve söylem aracılığıyla varlık kazanıyor. Kitapta değindiğim “eksiklik hissi” temasını da ideolojinin alanında görebiliyoruz. Öte yandan kitabın başlığında yazılan “Candy Crush” gibi basit gördüğümüz oyunlar bile ideolojik olarak işlev görebiliyor. Öznelerin sistemle olan ilişkilerini biçimlendiriyor: “Bu kitapta, keyfin, tüm hazlarımızı rasyonelleştirip açıklama yönündeki en zorlu çabalarına rağmen dil ve söylem tarafından belirlenip rasyonelleştirilmeyen bir fazlalığı bulunduğunu ileri sürüyor. Psikanalizdeki jouissance kavramından hareketle düşünülebilecek olan bu keyif, ideolojinin dışında değildir, yani ideolojinin kurallarından kendini kurtaramaz.”
Öte yandan kitap, dijital dünyanın bir parçası haline gelmiş oyunların ideolojik ve düşünsel yapısına odaklanıyor. “Oyun sadece oyun mu” diye sorduruyor. Oyunların modern öznenin kendinden kaçışını kolaylaştırdığı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Bu durumda ideolojik yönden bir işlev gören görünmez bir el (düşünce) devreye giriyor. Paradoksal olarak bu kısa kaçamaklar rahatlama hissi yaratırken, eş zamanlı "çalışmanın" da kutsallığına olan inancımızı da derinleştiriyor. Başka bir deyişle, keyif almak gibi basit bir eylem bile, kişinin kendini "zamanı boşa harcamakla" suçlamasına neden olabiliyor. Bu suçluluk duygusu, toplumun çalışmaya atfettiği yüksek değerle de güçleniyor. Buna ideolojik bir eklemleniş diye de bir tanımlama yapabiliriz. Bu paradoksal durum, modern yaşamın karmaşıklığını ve öznenin iç dünyasındaki çatışmalarını ortaya koyuyor. “(…) Candy Crush oynamayı arzulamıyoruz ama ne yazık ki çalışmak zorundayız ve sadece çalışırken kafa dağıtmaya ihtiyaç duyuyoruz (…) Candy Crush skorlarını sosyal medyada paylaşanlar var; gerçi zamanın boşa harcandığı, öznenin de bundan memnun olduğu ve herkesin bunu bilmesini istediğini gösteren bu davranış bir parça da olsa kısmen ironik.” diyor Bown…
Kitap okuyucuya, keyif dinamiklerini, arzu ve ideoloji merkezinde derin düşünme fırsatı sunuyor. Bizlere hem kişisel hem de toplumsal düzlemde derin bir sorgulama sürecine davet ediyor.