Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'İnsan olduğu için…'
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Kuru Otlar Üstüne’nin bir sahnesinde Veteriner Vahit (Yüksel Aksu) iki danasını iyileştirdiği çiftçinin gelip köpeğini vurduğunu söyler. Ana karakter Samet (Deniz Celiloğlu), nedenini sorunca, ‘İnsan olduğu için…’ der. Bir daha sorar, aynı yanıtı verir.

        Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi ‘Kuru Otlar Üstüne’de karakterlerin onayladığımız onaylamadığımız tüm eylemleri ve davranışlarının ‘çözüm anahtarı’ yerine geçecek bir yanıt bu… Üstelik veteriner filmin bilgesi değil. Tam aksine küfürbaz, asabi, kibirli ve agresif biri. Gerçi filmde birkaç kişi hariç olumlu birine denk gelmek çok zor. Üstelik Samet başta olmak üzere herkesin iyilik, doğruluk, ahlak konusunda kendince iddialı olduğu ama içindeki kötülüğü, bencilliği bastıramadığı bir film seyrediyoruz. Şöyle içimizi aydınlatacak bir davranış görmek, bir cümle duymak için sabretmemiz gerekiyor.

        Toplam süresi 3 saat 17 dakika olmasına rağmen, zamanın nasıl geçtiğini anlamadım ‘Kuru Otlar Üstüne’yi seyrederken. Tümüyle filmin dünyasında kaldım ve oradan hiç çıkamadım. Bunda Akın Aksu, Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan imzalı senaryonun; bazen gerçek hayattan uzaklaşacak kadar edebi, bazen son derece doğal gelen diyalogların; başta Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar olmak üzere tüm oyuncu kadrosunun ve tabi ki yönetmenliğin, anlatım ustalığının payı vardı kuşkusuz. Sonuçta, memleket sınırları dışında kabul görmüş ve benim de çok sevdiğim, önemsediğim ‘Nuri Bilge Ceylan sineması’nın örneklerinden biriydi… Ama salondan çıkarken, Ceylan’ın en sevdiğim, beğendiğim filmlerinden biri olmadığı düşüncesi ağır basıyordu ve bunun nedeni, finalin verdiği duyguydu…

        Finalle olan derdimi anlatabilmem için önce filmin ‘üç ayrı alana’ bölünmüş dramatik yapısından söz etmem gerekiyor. Senaryo kitapları bir ana öykü ve onun çevresinde kurulması gereken yan öykülerden söz eder genelde. Burada ise iki ana öykünün yanı sıra bir de yan öykü var. Üçünü birbirine bağlayan, Doğu’daki bir köy orta okulunda resim öğretmenliği yapan Samet değil sadece. Memleketin yakın tarihi ve bölgedeki ruh hali de derinden derine her şeyi birbirine bağlıyor. Bölgede geçici ve kalıcı olan bireylerin farklı ruh hallerine sahip olması, hikâyeyi alttan alta şekillendiren bir başka unsur… Samet ‘geçici’ olan biri. Köyde dördüncü ve son yılını yaşıyor. Hiçbir şekilde aidiyet bağı kurmadığı, kurmak istemediği bir yer olduğunu saklamıyor; kendisini yabancı olarak görüyor ve İstanbul’da yaşama hayalleri kuruyor. Çektiği fotoğraflardan bölgeye ‘turist’ gibi yaklaştığını görmek mümkün. Çünkü doğal bir anın değil, kendi hazırladığı mizansenin ve bakışın peşinde…

        İç içe geçen ve paralel anlatılan üç öykünün ilki, Samet’in okul hayatı ve orada yaşadığı güler yüzlü, delişmen kız öğrencisi Sevim’le (Ece Bağcı) yaşadığı taciz krizi çevresinde dönüyor. İkinci ana öykü, ilçede İngilizce öğretmenliği yapan Nuray (Merve Dizdar) ve aynı lojmanı paylaştığı arkadaşı Kenan’ın (Musab Ekici) dahil olduğu ‘bir çeşit aşk üçgeni’ üzerinden ilerliyor… Yan öykü ise Samet’in, Veteriner Vahit ve iş bulup köyden gitmeye çalışan genç Feyyaz’la (Münir Can Cindoruk) olan ilişkisi üzerine kurulu. Çavuş’la (S. Emrah Özdemir) muhabbetiyle başlayan ve dört - beş sahneyle sınırlı kalan ama filmin anlam dünyasında önem taşıyan bir yan öykü bu… Samet burada diğer iki öyküden farklı olarak daha çok gözlemci konumunda; empatik, anlayışlı, ılımlı biri... Feyyaz yıllar önce güvenlik kuvvetleri tarafından evinden alınan ve bir daha dönmeyen babasını kaybetmesinin acılarıyla yaşayan, iş bularak hayata tutunmaya çalışan bir genç. Filmde hiç görmediğimiz annesinin tek isteği ise her akşam eve dönmesi, hayatta kalması… İşsizliği, ekonomik sıkıntıyı bire bir yaşıyor. Bölgedeki politik gerilim, aynı masada kadeh tokuşturan Vahit ile Feyyaz’ı karşı karşıya getiriyor. Samet’in tam olarak niye karşı karşıya geldiklerini bile anlamaması, ortama ne kadar yabancı olduğunun göstergesi. Vahit’in silahını çıkardığı sahne, çıkışsızlığın bir başka sembolü. Samet’in ikisi için de üzüldüğünü ve hiçbir şey yapamadığını görüyoruz. Kısa ama siyasi alt metnin derinleştiği bir yan öykü bu…

        Diğer ‘iki dramatik alanı’ biraz daha kapsamlı ele almak istediğim için, hikâye örgüsüyle ilgili gelişmeleri öğrenmek istemeyen okurlarla vedalaşmak için burası galiba en doğru yer. Onlarla filmi seyrettikten sonra buluşmak üzere biz devam edelim:

        İlk öyküde Samet’i dışardan, ‘Doğu’daki Batılı öğretmen’ olarak, öğrencileri ve meslektaşlarıyla paylaştığı yaşam alanında tanıyoruz. Etik değerlerini, öğretmenliğe yaklaşımını, bölgeyle ilişkisinde dışa yansıttığı ‘aydın’ kimliğini görüyoruz.

        İkinci ana öyküde ise özel yaşam alanına ve iç dünyasına giriyoruz. Nuray’ın eylemci kimliği ve geçmişi vesilesiyle Samet, kendi politik fikirleri veya apolitik duruşuyla da yüzleşiyor. Nuray’la politik olmak ya da olmamak ekseninde yaptığı muhabbetlerin çok ilgiye değer veya yeni fikirler barındırdığını söylemem zor. Kaldı ki, bu tartışma sırasında asıl hedefinin zekâsı ve belagatiyle Nuray’ı etkilemek, baştan çıkarmak olduğunu anlıyoruz. Nuray’a samimiyetsizliğin işlemeyeceğinin farkında. Nuray’ı, Kenan gibi ona hayranlık duyarak değil, zekâsıyla meydan okuyarak kendisi olarak baştan çıkaracağını bir şekilde seziyor.

        Bu öyküde asıl tuhaf olan, Nuray’a olan ilgisi değil zaten. Kenan’a Nuray’la ilk tanışmalarından söz ederken aklından herhangi bir ilişki geçmediğini söylemesi… Hatta daha ileri giderek ikisini birbirine uygun görmesi ve onları tanıştırmak istemesi… Ama üçlü buluşmalarda Nuray’ın Kenan’a olan artan ilgisini fark etmesiyle birlikte yalana dolana başvurmaktan hiç çekinmeyen rekabetçi bir erkeğe dönüşmesi… Bölgede son yılı olmasına, ikisini orada bırakıp gideceğini bilmesine ve hatta onları tam da bu gerekçeyle tanıştırmasına rağmen Nuray’ı baştan çıkarmak için hamlesini yapması...

        Gerçi tüm bu süreçte, kendine göre nedenleri olduğunu görüyoruz. Sorsanız her şeyi Kenan’ın başlattığını söyleyeceğini, onu suçlayacağını, hatta beden öğretmeni Tolga’yı (Erdem Şenocak) tanık göstereceğini biliyoruz. Ama asıl meselenin ego tatmini ve rekabetçi erkek primat psikolojisiyle ilgili olduğu o kadar belli ki… Ceylan’a sorarsanız belki daha kısa bir yanıt verebilir: İnsan olduğu için…

        Bana sorarsanız, ‘Samet, Nuray ve Kenan üçgeni’ filmin en ilgiye değer sahnelerini içeriyor. Bu üçlü ilişkide Samet’in aklından geçenler, söylediklerinden çok daha önemli… Kenan’a hiç belli etmeden, açıktan cephe almadan yürüttüğü stratejiyi anbean yakından izliyoruz. Bu üçlü ilişki, karakterlerin ahlaki yaklaşımlarını sorgulayan Eric Rohmer başta olmak üzere Fransız Yeni Dalga filmlerini hatırlatıyor. Samet’in, kimseye görünmemeye çalışarak Nuray’ın aile evine girmesiyle başlayan sekansın oyunculuk, diyalog yazımı ve yönetmenlik olarak mükemmele yakın olduğunu düşünüyorum. Sekansın kritik anında Samet’in bir kapıyı açıp sete girmesini ve makyaj odasına kadar yürümesini de not etmek gerek. Seyirciyi şok eden sürpriz bir yabancılaştırma efekti bu… Ceylan bu çekimle açık açık ‘Sette yapılmış bir film izliyorsunuz’ diyor; kurduğu dramatik gerçekliğe karşı mesafe almamız gerektiğini ima ediyor. Böylece mütevazı ama abajurlu evlerde parçalı ışıklarla tasarlanan şık aydınlatma anlayışına eleştiri getirme şansınız pek kalmıyor. Kaldı ki, sahneye sönen ve sönmeyen abajurlarla geçmemiz de kayda değer.

        Cannes’da Merve Dizdar’a ödül getiren Nuray, belki de filmde içimizi ısıtan tek karakter. Onun da kafasının karıştığı, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemediği anlar var. Demek istediğim, kesinlikle idealize edilmiyor ama diğer karakterlerin arızalarını ortaya çıkaran bir turnusol kâğıdı gibi… Özellikle Samet’in yanında sahici, samimi ve mütevazı duruyor. Hayatın tüm zorluklarına rağmen Nuray fikirlerine ve ideallerine inanmayı sürdürüyor. O yüzden gece boyunca nerdeyse tek bir konuda dahi anlaşamadığı Samet’e ‘Tanrı’ya inanıyor musun?’ diye sorması boşuna değil. Samet’in ucu bucağı belli olmayan o ürpertici apolitik bireyciliğinde tutunacak bir yer arıyor sanki…

        Memleket ve bölge üzerinden ilerleyen alt metinlere baktığımda bu öykünün, Samet’in okulda yaşadığı olaylara oranla daha derin noktalara vardığını düşünüyorum. Nuray’ın bacağını kaybettiği Ankara Garı Katliamı’nda yaşananları anlattığı o anlar, ‘İnsan olduğu için… ’ yanıtının daha ötesine götürüyor bizi. İnsan ruhunun karanlığından çok daha kötücül şeyler var çünkü bu dünyada… Samet ve Kenan, Nuray’ın neyin kurbanı olduğunun farkındalar. Kaldı ki, Samet’in en başından itibaren Nuray’a ve fikirlerine saygı duyduğunun farkındayız. Kendi ruhundaki boşluğa karşı Nuray’ın ilkeli, sağlam duruşundan etkilendiği belli. Nuray’ın mütevazılığını, egosunu kontrol edebilme becerisini, sahiciliği ve samimiyetini görebilen biri Samet. İstanbul’da öğretmenlik yapma şansına sahip olmasına rağmen bölgede kalan biri Nuray. Fakat Samet, ne yazık ki Nuray’la ruhsal anlamda çok etkileşime girmiyor. Üçünü son olarak birlikte gördüğümüz sahnede, Kenan ile Nuray’ı aşağıda baş başa bırakıp kuru otlar üstünde yürüyerek tepeye çıkıyor ve onları geride bırakıyor. Sonra duyduğumuz düşünce sesiyle birlikte ruhunu asıl yaralayan meseleye, yani okuldaki olaya dönüyor. Böylelikle Samet’in özgür ruhlu ortaokul öğrencisi Sevim’le olan ruhsal etkileşiminin daha ağır bastığını; final ve katarsisin bu ilişki üzerinden geldiğini görüyoruz. İşte filmde sevmediğim nokta tam da burası…

        Samet’in okuldaki yaşamına ve taciz iddiasıyla yaşadığı kriz öyküsüne odaklandığımızda, mesleki etik anlamında problemli bir karakter olduğuna tanık oluyoruz. Derslerde ve ders dışında Sevim ile diğer kızlara sürekli ayrıcalık gösterip, bunu dile getiren erkek öğrencilere bağırıp çağırması başta olmak üzere pedagojiden habersiz gibi duran bir öğretmen… Öğrenci ve diğer öğretmenlerle ilişkisi dahil okulda çok defosu var. Ayrıca bölgedeki hayatını esaret olarak düşündüğü için her konuda kendine hak veriyor; meslektaşlarından kendini üstün görüyor. Film tüm bu olumsuzlukları bizden saklamıyor. Nerdeyse bir anti-kahraman olarak çiziliyor. En rahatsız edici olan ise Sevim konusundaki davranışlarının doğru ve haklı olduğuna inanarak; ona verdiği zararın nerdeyse pek farkında olmadan; kendini kurban addederek filmden buruk bir iç sesle şiirsel şekilde çıkıp gitmesi…

        Samet’in Sevim’de gördüğü ve bağlandığı o saflık, bir öğretmen olarak onun hayatına bir şeyler katma çabası, kuşkusuz anlamsız ve değersiz değil. Ama Samet’in kendini ‘Sevim’in hayatına dokunup değiştirecek kurtarıcı öğretmen’ olarak görmesinde narsisistik bir yan olduğu açık. Samet’in bölgeyle ilişkisini bir kız çocuğu üzerinden tanımlaması, apolitik yaklaşımının başka bir göstergesi aslında.

        Beni rahatsız eden, tüm bunlar apaçık ortadayken Samet’in nerdeyse hiç değişmeden, kendini kurban olarak görerek, tumturaklı sözler eşliğinde, hüzünlü bir katarsis modunda filmden çıkıp gitmesi oldu. Sevim’le olan tüm ilişkisinin içi boş bir aydın romantizminden, benmerkezcilikten, kendini beğenmişlikten ibaret olduğunu göremeden, hayal kırıklığı modunda bir veda… Taciz iddiası nedeniyle Sevim’i suçlayacak seyircilerin eline koz verecek bir çıkış bu nerdeyse…

        Filmlerde katarsisin seyirciye göre değiştiğine inanırım. Ayrıca katarsisin ille de finalde olması gerekmez. Mesela ben, Nuray’ın karlı bir havada hiç üşenmeyip Kenan ile Samet’in evine gelip, ikisinin de belki hayatları boyunca asla yapamayacakları şekilde kalbini açıp aklından geçenleri tüm dürüstlüğüyle söylediği sahneden çok etkilendim… Egoyu devreden çıkaran o dürüstlük, ders niteliğindeydi. Senaryodan beklentim, Samet’in işte tam da o anda hissettiği utanç duygusuyla filmden çıkması, Sevim’le ilişkisine o noktadan bakıp kendi hatalarını görmesiydi… Ama Sevim’le karşılaştığı sahnede, o utancı hiç yaşamamış gibi duran, Nuray’ın sanki hiç dokunamadığı bir Samet vardı. Finalde karakterin değişim ya da iç aydınlanma yaşamamasına hiçbir itirazım yok. Kaldı ki, Ceylan’ın formülleri bir yana bırakarak kendi sinemasını cesaretle inşa etmesini hep sevmişimdir… O yüzden benimki, doğru veya yanlış olmanın ötesinde bir itiraz…

        Özetlersem, Samet’in iç konuşmasıyla başlayan ve Sevim’in objektife bakışı başta olmak üzere bölgeden şık insan portresi fotoğraflarıyla süren final sekansı, ne duygusal ne düşünsel olarak bana hitap etti. Dolayısıyla, Ceylan’ın Adana’daki söyleşisinde, ilk planladığı finalin Nuray’la ilgili olduğunu söylemesi hiç şaşırtıcı gelmedi.

        Finali bir yana bırakırsam ‘Kuru Otlar Üstüne’yi sevdim, beğendim. ‘Ahlat Ağacı’ üzerine yazdığım eleştiriye ‘Nuri Bilge Ceylan sineması, her yeni filmde tekrara düşmeden şaşırtıcı, kafa karıştırıcı ve heyecan verici olmayı başarıyor’ diye girmiştim. Günümüz sineması için önemli bir erdem bu… ‘Kuru Otlar Üstüne’ de bunun örneklerinden biri.

        8/10