Yönetmen Eli Roth, ‘Cabin Fever’ (2002) ve ‘Hostel’ (2005) gibi filmlerle adını duyurdu. İnsan bedenine verilen fiziksel zararı detaylarıyla gösteren ve birçok insanın bakmakta zorlanacağı yüksek dozda grafik şiddete yer veren korku filmleriydi bunlar. Arada başka türlerde filmler çekti. Ama ismi, kimilerinin ‘splatter films’, kimilerinin ‘işkence pornosu’ dediği filmlerle anıldı. Söz konusu alt türün ilham verici yönetmenlerinden biri olarak görüldü.
‘Kara Cuma’ (Thanksgiving), Eli Roth’un ‘özüne döndüğü’ bir korku filmi… Tohumlarının ilk kez 2007’de atıldığını belirtmek gerek. Quentin Tarantino ve Robert Rodriguez’in 2007 tarihli ‘Grindhouse’ filmini hatırlayanlar bilir. Peş peşe seyrettiğimiz iki ayrı filmden oluşan ‘Grindhouse’un özelliklerinden biri, sahte film fragmanlarına yer vermesidir. Birkaç dakikalık o matrak fragmanlardan biri Eli Roth’un yönettiği ‘Thanksgiving’dir ve Şükran Günü’nde işlenen kanlı cinayetleri konu alır. Fragmanı hatırlayanlar veya internette bulup seyredenler, Roth’un sadece temel fikri değil, ‘Kara Cuma’nın üç kanlı sahnesini direkt olarak oradan aldığını görebilirler.
Kuşkusuz, ‘Grindhouse’daki fragman kadar komik bir film yok karşımızda. Gerçi ‘Kara Cuma’nın dahil olduğu alt türün, özellikle Batı’daki sinemaseverler tarafından pek ciddiye alınmadığını, hatta eğlence amaçlı olarak seyredildiğini hatırlamak gerek. Ama şöyle ya da böyle kendini ciddiye alan, öncelikli amacı içerdiği grafik şiddetle seyirciyi korkutmak ve rahatsız etmek olan bir film izliyoruz.
‘Kara Cuma’, ABD’de ‘holiday horror films’ (tatil korku filmleri) olarak adlandırılan bir başka alt türün örneği aynı zamanda. ABD için özel günlerde geçen bu filmlerde cinayetler, ‘günün anlam ve önemi’ne göre işlenir; filmin vizyon tarihi de ona göre ayarlanır. Tıpkı ABD’de her kasım ayının dördüncü perşembesinde kutlanan Şükran Günü’nü konu alan ‘Kara Cuma’ gibi… Öte yandan, filmin Türkçe adının da işaret ettiği gibi Şükran Günü’nden sonraki cumayı işaret eden ve mağazaların tüketicilere ucuz alışveriş imkânı ile çeşitli promosyonlar vadettiği Kara Cuma (Black Friday) üzerine bir film seyrediyoruz.
Film, Şükran Günü’nde akşam yemeği için toplanan iki ayrı ailenin görüntüleriyle başlıyor. Farklı sosyal sınıflardan gelen iki ailenin ortak noktası, RightMart adlı süper market… RightMart’ın sahibi Thomas Wright (Rick Hoffman), ABD’de birçok mağazanın yaptığı gibi Black Friday’i Şükran Günü bitmeden önce başlatacak olmanın heyecanını yaşıyor. Aynı markette çalışan Mitch Collins (Ty Olsson) ise onun kadar mutlu değil. Şükran Günü’nü eşi Amanda (Gina Gershon) ve ailesiyle geçirmek yerine akşam vakti evinden çıkıyor, mesai yapacağı RightMart’a gidiyor, kapıda biriken kalabalığı görüyor. Marketin önünde bekleyenlerin amacı, içeri giren ilk 100 kişiye bedava verilecek waffle makinelerini almaktan başka bir şey değil. Asıl sorun ise kapı önünde yaşanan büyük kargaşa... Önceden hiçbir önlem alınmadığı için insanlar düzenli sıra oluşturmadan marketin önüne yığılmış durumdalar ve ‘Acaba içeri girebilecek miyim?’ endişesini taşıyorlar. İşte tam da bu anlarda, market sahibi Thomas Wright’ın kızı Jessica (Nell Verlaque) ve beş arkadaşının içeriye girmesi, özellikle de şımarık, sorumsuz Evan’ın (Tomaso Sanelli) tahrik edici hareketleriyle kalabalıktaki gerilim kontrol edilemez bir öfkeye dönüşüyor. Peşinden, güvenlik önlemlerinin yetersizliğinden ötürü tam bir izdiham ve facia yaşanıyor; insanlar hayatını kaybediyor.
Gerçekten de etkileyici, anlamlı ve çarpıcı bir açılış sahnesi bu… Alışveriş çılgınlığının, bencilliğin, beleş ürün tutkusunun kontrol edilemez şuursuz bir şiddete vesile olması itibarıyla korku sineması tarihine geçecek bir sahne olduğu kesin. Filmin geri kalanı da bu sahnede yaşananlar üzerinden şekilleniyor. Eli Roth’un Jeff Rendell ile birlikte yazdığı senaryo, faciadan bir yıl sonra Şükran Günü’nden önce başlayan gizemli cinayetler üzerinden ilerliyor. Maskeli katil, facianın sorumlusu olarak gördüğü herkesin peşine düşüyor ve kurbanlarını korkunç şekilde öldürmeye başlıyor.
‘Kara Cuma’nın maskeli katili hiç kuşkusuz ‘teen-slasher’ filmlerini akla getiriyor; hikâye, ‘Çığlık’ serisinde olduğu gibi ‘Katil kim?’ sorusu üzerinden ilerliyor. Öte yandan, ‘Şükran Günü’nün anlam ve öneminin filmde önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz.
Olayların geçtiği Plymouth, kuşkusuz tesadüfi bir mekân seçimi değil. ‘Amerika'nın Evi’ olarak anılan Plymouth, 1620 yılında İngiltere'nin Plymouth limanından Mayflower gemisiyle ABD’ye gelen göçmenler tarafından kurulan bir koloni. Atlantik’in ötesinden gelen beyaz Hıristiyanların Kuzey Amerika’daki ilk yerleşim yerleri arasında gösteriliyor. Tarihi, folkloru ve kültürüyle ABD’de çok önemsenen Plymouth’un bir başka önemli özelliği, Şükran Günü’nün ABD’de ilk kez kutlandığı yer olarak bilinmesi.
Çoğumuzun filmlerden bildiğimiz gibi Şükran Günü, ABD’de aile çevresi ve yakın dostların buluştuğu, fırında pişirilmiş hindinin servis edildiği bir yemekle kutlanıyor. Plymouth’daki kutlamalar ise filmde gördüğümüz gibi kentin ve ülkenin tarihinin öne çıkarıldığı bir bayram havasında geçiyor.
Filmdeki cinayetlerin bir bölümü, kutlamalar sırasında işleniyor. Katil, kent yönetimi tarafından düzenlenen ve herkesin kolonicilerin kostümlerini giydiği geçit töreninde veya müzeye dönüştürülen evlerde işliyor cinayetlerini. Geçmişi ve ilk göçmenleri hatırlatan bir balta kullanıyor. Kurbanlarının kafalarını kesiyor ve onları sosyal medyada paylaştığı mesajlar için hazırladığı Şükran Günü sofrasına yerleştiriyor. Filmin daha ilk sahnesinde vurgulandığı gibi sofraya kafası kesik olarak getirilen hindiden esinleniyor. Kesik kafa motifi film boyunca farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Jessica da bir sahnede elinde baltasıyla dolaşan katilden saklanmak için masanın üzerindeki manken kafaları arasında saklanıyor.
Filmdeki seri katil, taktığı maske nedeniyle bir süre sonra herkes tarafından ‘John Carver’ diye anılıyor. John Carver, Plymouth Kolonisi’nin ilk lideri ve Şükran Günü kutlamaları sırasında şehirdeki birçok insanın saygı ifadesi olarak maskesini taktığı tarihi bir şahsiyet.
Eli Roth’un da her şeye ‘John Carver’ın aldığı intikam’ olarak bakmamızı istediğini düşünebiliriz. O zaman filmin alt metni şöyle okunabilir: Plymouth’un kurucusu John Carver, yardım ve dayanışma anlamına gelen, dini yanıyla öne çıkan Şükran Günü’nü Black Friday gibi bir tüketim toplumu geleneğiyle yan yana getiren zihniyete savaş açar. Bir yanda, ülkeyi kuran ilk insanların dayanışma temelli kurduğu koloninin anıları; diğer yanda ise süper marketin önünde yaşanan rekabet, yarış ve altta kalanın canı çıksın mantığına sahip bir tüketim toplumu vardır.
Eli Roth’un, Şükran Günü ile Kara Cuma’yı karşı karşıya getirdiği ve anlamları üzerinde yeniden düşünmemizi istediği söylenebilir. Ama bundan ileriye gittiğini söylemek imkânsız. Kaldı ki, belirli bir noktadan sonra John Carver maskesi giyen katilin ahlakçı yaklaşımın ötesinde her şeyden önce kişisel bir hesabı olduğu anlaşılıyor. Şükran Günü’nün anlamı veya Kara Cuma’daki alışveriş çılgınlığını çok umursamadığı belli. Sonuç olarak, bir intikam filmi seyrediyoruz.
Faciadan sonra gelen sahnelerde, ölümlerden kimsenin sorumlu tutulmadığını ve aynı mağazanın bir yıl önce hiçbir şey olmamış gibi Kara Cuma’da bir kez daha açılacağını öğreniyoruz. Market sahibi Thomas’ın kızı dışında hiç kimsenin kendini suçlu hissettiğine dair bir işaret de yok. Arkadaşlarını personel kapısından içeri aldığı için pişmanlık duyan Jessica’nın filmin ana karakteri ve katilin hedeflerinden biri olması çok şaşırtıcı değil. Hikâye daha çok onun üzerinden gelişiyor ama açıkçası tek boyutlu, sığ bir karakter. ‘Teen-slasher’ türünde sık sık karşımıza çıkan, kurbanın temel hedefi olan ‘çığlık kraliçesi’ imgesine yeni hiçbir şey getirmiyor Jessica. Diğer karakterlere baktığımızda, Şerif Eric Newlon (Patrick Dempsey) dahil aralarında ilgi çekici, kayda değer birini bulmak imkânsız.
Aslına bakarsanız, Eli Roth’un böyle bir hedefi olduğu söylenemez. Sonuçta her şey, katilin işlediği cinayetlerle ilgili. Roth’un önceki korku filmleri gibi bir çeşit cinayet pornosu seyrediyoruz. Filmin tüm kreatif yanının kanlı şiddet sahneleri üzerinden kurulduğu belli. İşte tam da bu nedenlerden ötürü benim pek ilgimi çekmeyen bir film oldu. Karakterler bir yana, Şükran Günü – Kara Cuma ilişkisini ele alan alt metin geliştirilse, suçluluk duygusu veya benzer temalar öne çıksa belki daha çok ilgimi çekebilirdi.
Öte yandan, sadece ucuz bir şiddet pornosu olduğunu söyleyemem. Ele aldığı konu ve marketteki izdiham sekansıyla akılda kalacağı kesin. Roth şiddet sahnelerinin sayısını belirli oranda tutuyor, karakterler arası ilişkileri öne çıkarmaya gayret ederek denge sağlıyor. Ayrıca gerilim unsuru ve ‘Katil kim?’ örgüsüyle filme kalite getirmeyi amaçlıyor. Ama yine de kendi adıma sevdiğimi veya beğendiğimi söylemem olası değil. Sadece türün meraklılarına…
5.5/10